12 Aralık 2012 Çarşamba

Kağıttan bir Kaplan: Kemal Burkay

AKP'nin, Kürt sorununun "çözümü" için yaratmaya çalıştığı muhatap. Evet, "yaratmaya çalıştığı" diyebiliriz. Eğer ortada çözülmesi gereken bir sorun varsa, bu sorunun muhatabı kesinlikle Kemal Burkay değildir ve olamaz da. Ama "bu memlekete Komünizm gelecekse de bir getiririz" diyen bir zihniyetin ardılları bunu da yapabilir: Kendi yarattığı muhatabı ile sonra masaya oturup, müzakere edecek ve hep bir ağızdan "Kürt sorunu hallolunmuştur" diyecekler. 
AKP, bir süre önce "Kürt kardeşlerinin sıkıntılarını" çözmek için sivil siyaset yapanları muhatap alacağını sıklıkla vurgularken, kamuoyu da AKP'nin sivil siyaset derken isim zikretmeden BDP'yi kastettiğini düşünüyordu. Üstelik BDP'nin bu şartı kabul etmeyeceğini bile bile AKP, BDP ile masaya oturmak için de PKK'yi terör örgütü olarak kabul etme şartını masaya sürüyordu. 

7 Aralık 2012 Cuma

"Ermeni Soykırımı" veya "1915 Tehcir ve İmhası"

Mesele hakkında bir iki cümle gevelemek için bile I.Dünya Savaşı'nda Ermenilere yönelik bir tehcir ve imha politikası uygulandığı ön kabülü ile başlamak gerekiyor. Bu ön kabule şartlı refleks göstereceklere Dahiliye Nezareti'nin, yani dönemin İçişleri Bakanlığının, konu hakkındaki telgrafları ile donatılmış Başbakanlık Osmanlı Arşivleri'ne bir göz atmasını öneririm.

Bu arşivleri inceleme konusunda Taner Akçam'ın tamamen Başbakanlık Osmanlı Arşivleri'ne dayanarak kaleme aldığı şu kitabı size yardımcı olacaktır. 

"Bu arşivlere ulaşmak zordur," diyorsanız bir nevi savaş suçları mahkemesi olan Divan-i Harbi Örfi tutanakları incelenebilir.

15 Eylül 2012 Cumartesi

Bornova Bornova ve ilk Gala


2009 yılında Desem'de (Dokuz Eylül Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi) yapılan galasında izleme fırsatı buldum. Ömrümün gördüğü ilk ve belki de göreceği tek film galası. 

Filmin yönetmeni, teknik kadrosu ve tüm oyuncularının katılımının yanı sıra İnan Temelkuran'ın İzmir'deki tüm akrabalarının geldiği galada gözüm haliyle abla Ece Temelkuran'ı da aradı ama göremedim. Galada bir ara aynı masada birlikte şarap içtiğimiz İnan’ın dayısı, Ece'nin 1 haftadır hasta olduğunu ve bu yüzden gelemediğini söyledi. Bu arada dayısı her fırsatta İnan’la gurur duyduğunu söyledi durdu. İnan Temelkuran bu satırları okuyorsa bilsin. 

12 Eylül 2012 Çarşamba

Numan Kurtulmuş'un AKP'ye Transferi ve Anti-Kapitalist Müslümanlar

Numan Kurtulmuş'un AKP'ye katılması ile Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olmasından sonra Başbakanlık koltuğuna kimin oturacağı tartışmalarının yakın alakası olduğunu düşünenler var. Bu görüş yandaş veya muhalif bütün medya organlarında da dile getiriliyor, tartışılıyor. 

Numan Kurtulmuş'un başbakanlığa getirileceği düşüncelerine karşı, ne AKP tarafından ne de Numan Kurtulmuş tarafından bir yalanlama gelmedi. Bu yamanma girişiminin bu şekilde algılanması ve tartışılması her iki tarafın da işine geliyor. Çünkü girişimin arkasında başka planlar var. bu plandan Numan Kurtulmuş'un haberi olmayabilir. Numan Kurtulmuş gerçekten başbakan, bakanlık ya da en kötü milletvekilliği vaadiyle kandırılmış olabilir. Bu durum elbette ki Numan Kurtulmuş'u masumlaştırmaz.

Şimdi asıl söylemek istediğime dönebiliriz. 

5 Haziran 2012 Salı

1992-1993 Sezonu Karşıyaka Galatasaray maçı

Unutulmazlar Maçlar Dizisi-4

Babayla Gidilen İlk Maç
Bu maçı, Türkiye veya Dünya futbol tarihi açısından unutulmaz kılan hiçbir şey yoktur belki. Ama benim açımdan bir ilktir ve "statta izlenen ilk maç" olarak kendi kişisel tarihime yazılmıştır. Aynı zamanda babayla gidilen ilk maçtır. 

İzmir'e yeni göç ettiğimiz yıllara denk gelir. Doğduğum yerlerde Galatasaray'dan başka bir takım tutan birilerini tanımadığım için doğuştan Galatasaraylı'ydım. İzmir'e geldikten sonra da Galatasaray aşkı devam etti. Çarpım tablosundan önce 1-Simoviç 2- İsmail şeklinde giden Galatasaray kadrosu ezberlenmişti. 
Bize göre Galatasaray her yerde büyüktü. İzmir'de de, İstanbul'da da, doğduğum topraklarda da, Anadolu'nun her yerinde.

19 Nisan 2012 Perşembe

insan Hakları ve Taraftarlık

T5 Mart 2012'de İzmir Atatürk Stadı'nda Türkiye futbol tarihinin çok önemli olaylarından birisi cereyan etti. İstanbul medyasının ve Emniyet'ten icazetsiz haber yapamayan İzmir yerel basınının gözünden kaçsa da (!) paylaşılmaya ve her fırsatta hatırlatılmaya değer bir olay. Göztepe taraftarı, 5 Mart'ta oynayacakları Akhisar Belediyespor maçında insan hakkı ihlali olup olmadığını gözlemlemesi için İnsan Haklar Derneği'den (İHD) bir heyet istemişler.
İHD de maça 5 kişilik bir heyet göndererek taraftara yönelik polis şiddeti olup olmadığını gözlemlemiş.

İHD'nin bir futbol maçına gözlemci gitmesi, hele ki taraftarların talebi üzerine gitmesi kesinlikle küçümsenmemesi gereken bir olaydır. Taraftar şiddetinin sürekli gündeme geldiği ve nedenlerden çok sonuçların tartışıldığı ülkemizde taraftar şiddetinin nedeni ve taraftara yönelik şiddet hakkında iki çift laf etmek için iyi bir fırsattır.


13 Şubat 2012 Pazartesi

Neden "ispanya iç Savaşı"?

İber Yarımadası'nda Devrim ve İç Savaş- 1

"Bu bir iç savaş ve devrimdi. Ülke faşist ya da sosyalist bir devlete dönüşmeden sona ermeyecekti"  Arturo Barea

Savaştan bir poster:
"Tarım Emekçisi!
Devrim sana toprak verecek"
1930’lu yıllarda İber Yarımadası’nda yaşananlar tarihe “İspanya İç Savaşı” olarak not düşülmüştür ama bu tanımlama; bir yandan yaşananları sadece "iç savaş" ile açıklayarak dönemi basitleştirirken,  diğer yandan da olayın cereyan ettiği bölgenin İspanya'dan ibaret olduğu yanılsamasını yaratır. Her ne kadar Uluslararası Hukukun soğuk diliyle bölgeye "İspanya"  demek zorunda bırakılsak da vicdanımızın dilinde hala Katalunya, Bask ve Asturyas gibi kelimeler mevcudiyetini koruyor. Bu dönemi “İspanya İç Savaşı” diye nitelendirmek o kadar yaygın bir kullanıma sahiptir ki, mevzu bahis “İspanya İç Savaşı” olunca birbiri ile kanlı-bıçaklı olan kesimlerin bile hemfikir olduğu ender konulardan biridir.
Peki neden "İspanya İç Savaşı" kavramına takılmak gerekiyor, bu kavramı kullanmak ya da yerine başka bir kavram kullanmak neden önemli? Hem bu kavramla ilgili derdimin nedenini açıklayayım, hem de  bu dönemle ilgili bir şeyler paylaşalım.

Yarımadayı kasıp kavuran bu dönemi “İspanya İç Savaşı” diye isimlendirmek muhafazakâr ve liberal tarihçilerin bulduğu bir kılıftır ve maalesef ki solun geneli de bu kılıfı kullanmakta beis görmemiştir. Hâlbuki bu kılıfın altında işçi sınıfının büyük bir varoluş mücadelesi ve başarıya ulaşmamış bir devrimi gizlidir.

1 Şubat 2012 Çarşamba

Yorumcular

12 Eylül Darbesi, hiç dağılmayacak bir sis gibi memleketin üzerine çöktüğünde; umutsuzlar köşelerine çekilip, tutunamayanlar da memleketi terk-i diyar edince yaprak bile kımıldamıyordu Türkiye’de. Türkiye Solu, Bahar Eylemleri ile birkaç yıllık uykusundan uyanıp ölü toprağını yavaş yavaş üzerinden atarken yıl 1987’di. 12 Eylül karanlığından “sıyrılıp gelen” Yorumcular da yaşamın ta kendisine borçlu olduklarını bilerek umutsuz yığınların silkinip kendilerine gelmesinde taşın altına elini koyuyordu.

1987’de “Sıyrılıp Gelen” büyük aşkları ile başladıkları yolculuklarında, kirli düzenin önlerine yaşam diye koyduğu çürümüşlüğü red ederek 21 albüme imza atarken, stüdyo ve salon müzisyeni olmayı da red ediyorlardı. Onları harç zamlarına karşı yapılan öğrenci eylemleri ile Beyazıt Meydanı'nda, fabrika direnişleri ile grev halayında, tecride karşı açlık grevleri ile cezaevi önlerinde, bir görüş kabininde veyahut 1 Mayıs meydanlarında görenler şaşırmıyordu.

30 Ocak 2012 Pazartesi

1980-81 sezonu Karşıyaka-Göztepe maçı

(Unutulmaz Maçlar-3)

Karşıyaka ile Göztepe arasındaki ezeli rekabet, “İzmir futbolu” hakkında konuşulmaya başlanınca ilk akla gelen konulardan biridir. Bu rekabet, sadece İzmirliler tarafından değil bütün Türkiye’deki futbolseverlerce bilinen bir futbol gerçeğidir. Bu rekabetin Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş, Trabzonspor kadar popüler olamamasının sebebi ise hiç kuşkusuz Karşıyaka ile Göztepe’nin üst düzey başarılarının çok sınırlı olması ve uzun yıllardır üst liglerde (şimdilerde “Süper” Lig) oynamıyor olmalarıdır.

Karşıyaka ile Göztepe arasındaki ezeli rekabetin en önemli maçlarından birisi ise 16 Mayıs 1981 yılında İzmir Atatürk Stadı’nda oynanan maçtır.

23 Ocak 2012 Pazartesi

1973-74 sezonu Real Madrid-Barcelona maçı

(Unutulmaz Maçlar-2)

1973-74 sezonunda Madrid'de sahneye konan ve belki de muadilleri arasında en fazla hatırlanmayı hak eden el clasico'dur.

Bu el classico’yu hatırlanmaya değer kılan nedenler çoktur ama en önemlisi faşist Franco’nun 1939’dan beri devam eden diktatörlüğüne her fırsatta gizliden gizliye küfreden Katalanların, Franco’nun en önemli kalelerinden biri olan Barnebau’da Real’i yenmesidir.
O dönem Real’i Madrid’te yenmek herkesin harcı değildir. Real Madrid’le Barnebau’da maç yapmak, aynı zamanda diktatör Franco’yla karşı karşıya gelmekti.

Real’in hemen her maçında tribündeki yerini alan Franco’nun önünde ya diz çökecektiniz, ya da “diz çökerek yaşamaktansa ayakta ölmek yeğdir” deyip direnecektiniz. Bu yüzdendir ki bu galibiyetin çok büyük anlamı vardır. Bu zafer, o dönem dünyanın en büyük kulüplerinden birini kendi evinde evire çevire yenmekten daha fazla anlam ifade etmektedir.
O dönem Real’i yenmek sadece bir ezeli rakibi yenmek değil, Real Madrid’in başarıları üzerinden politika yapan diktatör Franco’yu ve onun düzenini de dize getirmekti.