1 Şubat 2012 Çarşamba

Yorumcular

12 Eylül Darbesi, hiç dağılmayacak bir sis gibi memleketin üzerine çöktüğünde; umutsuzlar köşelerine çekilip, tutunamayanlar da memleketi terk-i diyar edince yaprak bile kımıldamıyordu Türkiye’de. Türkiye Solu, Bahar Eylemleri ile birkaç yıllık uykusundan uyanıp ölü toprağını yavaş yavaş üzerinden atarken yıl 1987’di. 12 Eylül karanlığından “sıyrılıp gelen” Yorumcular da yaşamın ta kendisine borçlu olduklarını bilerek umutsuz yığınların silkinip kendilerine gelmesinde taşın altına elini koyuyordu.

1987’de “Sıyrılıp Gelen” büyük aşkları ile başladıkları yolculuklarında, kirli düzenin önlerine yaşam diye koyduğu çürümüşlüğü red ederek 21 albüme imza atarken, stüdyo ve salon müzisyeni olmayı da red ediyorlardı. Onları harç zamlarına karşı yapılan öğrenci eylemleri ile Beyazıt Meydanı'nda, fabrika direnişleri ile grev halayında, tecride karşı açlık grevleri ile cezaevi önlerinde, bir görüş kabininde veyahut 1 Mayıs meydanlarında görenler şaşırmıyordu.

Yorumcular; sazıyla, söylenecek sözüyle her eylemde yerini almaya çalışırken onlara zindanlarda, işkencehanelerde ömür törpülettirmeye çalışanlar da eksik olmuyordu. Yorumcuların yolu dağlara, cezaevlerine düşerken yorum marşlarını, türkülerini söyleyenler hiç eksik olmuyordu meydanlarda, grev çadırlarında, mahallelerde. Mücadele var oldukça, umut yeşerdikçe Grup Yorum hep ayakta idi.

Zindanlara, dağlara ezgilerle selam çakanlar, zindanlardan ve dağlardan uzak durur muydu ? Grup üyelerinin yolu kimi zaman tutsaklığa düşerken, kimi mor dağlara, kimisi de ölümsüzlüğe uğurlanıyordu binler tarafından. Onlar “İki olur gerillanın düğünü: bir çıkınca dağlara, bir düşünce toprağa” diyorlardı ya. Sabahat’in de, Mehmet Sait’in de düğünü bütün görkemi ile binlerle kucaklaşırken, yüzlerine taktıkları kırmızı fularlarla gençler savurdukları ateş topları ile aydınlatıyorlardı gecenin karanlığını Sibel Yalçın’ın düğününde. Onlar hiç bitmeyen serüvenlerine çıkarken, hoşçakalın dostlarım derken bile görüşürüz yine demeyi ihmal etmiyorlardı. Görüşürüz yine, beraber güneşle güler, beraber dövüşürüz.

Yıllar geçtikçe albümler milyonların umutlarını yeşertirken, Yorum marşları, türküleri ile devrimciliğine gönül verenlerin sayısı da gün geçtikçe artıyordu. Dersim’de Doğan Güneş’i dinleyip Dersim dağlarına gönül vermeyen kaç kişi vardır, Gazi Marşı ile barikatın en önüne atılmak kimin hayalinde olmamıştır ki. Grev Halayı ile fabrika direnişlerinde, Bir Görüş Kabininde ile ölüm orucu direnişçilerinin omuz başında, Haziranda Ölmek Zor ile Nazım Usta’nın mezarı başında pırıl pırıl Moskova’da...

Sokak ortasında infazlar, göz altında kayıplar her doğan günün olmazsa olmazları olurken milyonlar bunlara alışmak, işkencecilere boyun eğmek istemiyordu ve hep bir ağızdan haykırıyordu: “Sor bunların hesabını.. Bir vakit orman kuytuluklarına atılmanın, dipsiz kuyulara salınmanın, ahlaksızlıkların, namussuzlukların sor bunların hesabını. Makineye kaptırılan kol için sor, üzerine kurşun yağan bedenler için sor...”

Mücadele devam ettikçe Yorum üretiyor, yorum ürettikçe mücadele besleniyordu. Ama Türkiye Sol Hareketi’nin özellikle 2000’li yıllarda yaşadığı darboğazlar, mücadeleden beslenen müzik gruplarını, özellikle de Grup Yorum’u olumsuz etkilemişti. Türkiye Solu’nun mücadelesi zayıfladıkça Yorumcular da üretemez olmuşlardı. Yazacakları destanlar azalırken, var olan destanları hep bir ağızdan söyleyecekleri grev çadırları da bir elin parmaklarını geçmiyordu. Mehmet Sait’leri, Sibel Yalçın’ları, Sabahat’leri ortaya çıkaran besin kaynağı azalıyordu. Özellikle 19 Aralık 2000 Cezaevi Katliamı’nda ve sonrasında büyük darbe alan devrimci mücadelenin zayıflamasıyla; baskılara, baskınlara, tutuklamalara, işkencelere rağmen Boran Fırtınası’na kadar kesintisiz süre giden müzikal üretim, duraklama dönemine giriyordu. Kucaklaşma, 15. Yıl Seçmeleri ve Eylül albümleri bu duraklamanın, kaynağından beslenememenin ürünleri olmuştu. Sonrasında gelen Feda bir toparlanma sağlasa da Yorum artık eski Yorum değildi. Grup Yorum her ne kadar grupta yer alan isimlerle anılma kültürünü yadsısa da, Yorum’la özdeşleşmiş seslerin teker teker gruptan ayrılışı da Yorum’un eskisi gibi olmadığı algısını güçlendiriyordu.

Yorum’un üretimi devam etse de kaynağı değişmişti sanki. Dağlardan, mahallelerden, barikatlardan akıp gelen kaynak besleyemiyordu artık toprağı. Dağların, varoşların sesinin yerini, mahpusların, tutsaklığın sesi alıyordu. Başkaldırının sesi, esaretin sesine bırakıyordu yerini. Toprak yeni kaynaklarla beslenmese de, yıllardır toprağa atılan tohumlar meyve vermeye devam ediyor, Grup Yorum’un yeni albümleri eski Yorum tadını vermese de görkemli konserler sahneye konmaya devam ediyor.

12 Haziran 2010’da İnönü Stadı’nı dolduran 55 bin kişi, 25 yıllık mirasın gücünü, hala umudunu yitirmeyenlerin varlığını ispatlarcasına hep birlikte göğe çıkarıyorlardı türküleri, marşları. Grup Yorum mirasıyla var olmaya devam ederken, eski Yorum’u aramaya devam edenler onları yalnız bırakmıyor. 

Yoldaş Pançuni (2011)
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder