13 Şubat 2012 Pazartesi

Neden "ispanya iç Savaşı"?

İber Yarımadası'nda Devrim ve İç Savaş- 1

"Bu bir iç savaş ve devrimdi. Ülke faşist ya da sosyalist bir devlete dönüşmeden sona ermeyecekti"  Arturo Barea

Savaştan bir poster:
"Tarım Emekçisi!
Devrim sana toprak verecek"
1930’lu yıllarda İber Yarımadası’nda yaşananlar tarihe “İspanya İç Savaşı” olarak not düşülmüştür ama bu tanımlama; bir yandan yaşananları sadece "iç savaş" ile açıklayarak dönemi basitleştirirken,  diğer yandan da olayın cereyan ettiği bölgenin İspanya'dan ibaret olduğu yanılsamasını yaratır. Her ne kadar Uluslararası Hukukun soğuk diliyle bölgeye "İspanya"  demek zorunda bırakılsak da vicdanımızın dilinde hala Katalunya, Bask ve Asturyas gibi kelimeler mevcudiyetini koruyor. Bu dönemi “İspanya İç Savaşı” diye nitelendirmek o kadar yaygın bir kullanıma sahiptir ki, mevzu bahis “İspanya İç Savaşı” olunca birbiri ile kanlı-bıçaklı olan kesimlerin bile hemfikir olduğu ender konulardan biridir.
Peki neden "İspanya İç Savaşı" kavramına takılmak gerekiyor, bu kavramı kullanmak ya da yerine başka bir kavram kullanmak neden önemli? Hem bu kavramla ilgili derdimin nedenini açıklayayım, hem de  bu dönemle ilgili bir şeyler paylaşalım.

Yarımadayı kasıp kavuran bu dönemi “İspanya İç Savaşı” diye isimlendirmek muhafazakâr ve liberal tarihçilerin bulduğu bir kılıftır ve maalesef ki solun geneli de bu kılıfı kullanmakta beis görmemiştir. Hâlbuki bu kılıfın altında işçi sınıfının büyük bir varoluş mücadelesi ve başarıya ulaşmamış bir devrimi gizlidir.

1 Şubat 2012 Çarşamba

Yorumcular

12 Eylül Darbesi, hiç dağılmayacak bir sis gibi memleketin üzerine çöktüğünde; umutsuzlar köşelerine çekilip, tutunamayanlar da memleketi terk-i diyar edince yaprak bile kımıldamıyordu Türkiye’de. Türkiye Solu, Bahar Eylemleri ile birkaç yıllık uykusundan uyanıp ölü toprağını yavaş yavaş üzerinden atarken yıl 1987’di. 12 Eylül karanlığından “sıyrılıp gelen” Yorumcular da yaşamın ta kendisine borçlu olduklarını bilerek umutsuz yığınların silkinip kendilerine gelmesinde taşın altına elini koyuyordu.

1987’de “Sıyrılıp Gelen” büyük aşkları ile başladıkları yolculuklarında, kirli düzenin önlerine yaşam diye koyduğu çürümüşlüğü red ederek 21 albüme imza atarken, stüdyo ve salon müzisyeni olmayı da red ediyorlardı. Onları harç zamlarına karşı yapılan öğrenci eylemleri ile Beyazıt Meydanı'nda, fabrika direnişleri ile grev halayında, tecride karşı açlık grevleri ile cezaevi önlerinde, bir görüş kabininde veyahut 1 Mayıs meydanlarında görenler şaşırmıyordu.