tag:blogger.com,1999:blog-23910961679533868172024-03-05T16:16:28.693-08:00Yoldaş PançuniUnknownnoreply@blogger.comBlogger70125tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-51289808183043386852015-09-18T03:08:00.001-07:002015-09-24T12:43:34.629-07:00Bizim Bir Hayalimiz Var! <div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<b>Anadolu Efes-Karşıyaka Şampiyonluk Maçı (Unutulmaz Maçlar-6)</b><br />
<br />
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-vTjkRZyRogk/Vcx93rMyX9I/AAAAAAAAXEQ/lLhFhYMExVA/s1600/bo%25C4%259Faz.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="179" src="http://3.bp.blogspot.com/-vTjkRZyRogk/Vcx93rMyX9I/AAAAAAAAXEQ/lLhFhYMExVA/s320/bo%25C4%259Faz.jpg" width="320" /></a>Sporla kıyısından köşesinden ilgilenen herkesin unutamayacağı maçlar mutlaka vardır . Ama bu unutulmaz maçları canlı canlı yerinde izlemek herkese nasip olmaz.<br />
Kimi maçlar genel spor izleyicisi için sıradandır ama o maç canlı izlendiği için özeldir. Kimisi de yıllar sonra bile sohbeti geçince "Ben de oradaydım" dediğinizde bir kez daha mutlu olmanızı, orada olmaktan gurur duymanızı sağlayacak türdendir. Tıpkı Karşıyaka'nın Efes'i İstanbul'da yenip Türkiye Basketbol Ligi şampiyonu olduğu maç gibi. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<a name='more'></a></div>
<div style="text-align: justify;">
Her şey yarı final serisinde Fenerbahçe'yi İstanbul'daki 2.maçta yenip seriyi 1-1 yaptığımızda başladı. Sadece hayal edebileceğimizi, hayallerimizin bir köşesinde kalacağını düşündüğümüz bir rüyanın gerçek olma öyküsünün başlangıcıydı bu maç. Bu maçla bir hayalden gerçeğin ta kendisine giden yolculuğun dümenini tutmaya başladık. İnisiyatif bizdeydi artık. Hayal ve gerçek arasındaki çizginin inceldiği noktadaydık.<br />
Fener serisinden önce çeyrek finalde Banvit karşısında favoriydik ve yarı finale çıkacağımıza o kadar emindik ki yarı finaldeki Fenerbahçe maçlarını düşünmeye başlarken "Fener'i geçmemiz çok çok zor" derken bile "..ama Fener'i elersek şampiyon oluruz" özgüvenine sahiptik. Fener'in gücünü biliyorduk, Fener'den çekiniyorduk ama Fener'i eledikten sonra başka bir Eurolig gediklisi Efes'ten korkmuyorduk. Ne de olsa geçen sezon çeyrek finalde Efes ile eşleşmek için son maçlarını bilerek kaybeden takımın takımın peşindeydik. Kendimize o kadar güveniyorduk yani. Sezon başında ligin şampiyonluk adayları arasında değildik belki ama takımımıza yıllar sonra hiç olmadığı kadar güveniyorduk bu sezon. Eurolig'de Final-Four'a kalmış bir takımı eledikten sonra Efes'i mi geçemeyecektik?</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Fenerbahçe serisini 3-1 ile geçtikten sonra artık şampiyonluk moduna girmeye başlamıştık. Karşıyaka Çarşı, Girne, Alaybey, Bostanlı ile şampiyonluğa hazırlanıyor, her yer bayraklarla donatılıyordu. Karşıyaka'da, basketbolla alakalı-alakasız herkes şampiyonluğu konuşmaya başlamıştı. Eskiler 86-87 sezonunu anlatıyor, o heyecanı tekrar tekrar yaşıyorlardı.<br />
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-CU6ewObmfsw/Vcx93hKpNNI/AAAAAAAAXFM/WSAyugMenSk/s1600/Bizim%2BBir%2BHayalimiz%2BVar.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="162" src="http://1.bp.blogspot.com/-CU6ewObmfsw/Vcx93hKpNNI/AAAAAAAAXFM/WSAyugMenSk/s320/Bizim%2BBir%2BHayalimiz%2BVar.jpg" width="320" /></a><br />
Heyecan ve mutluluğun hakim olduğu Karşıyaka'da taraftar açısından kötü giden tek bir şey vardı. Takım şampiyonluğa yürürken Karşıyaka Arena'da oynanan ve kulüp tarihine geçecek bu maçlara gidemiyorduk. Evet, gözümüzün önünde, iki adım ötemizde efsanevi maçlar oynanırken maç bileti bulamadığımız için maçlara gidemiyorduk. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Banvit'i elediğimiz 3.maçta salondaydım ama Fenerbahçe ile Karşıyaka Arena'da oynadığımız ve yendiğimiz iki maçı da izleyememiştim. Maç bileti satın almak için elimden gelen herşeyi yaptım. İlk maçta biletlerin çabuk tükeneceğini öngörmek için kahin olmaya gerek yoktu. Mavişehir'de oturan arkadaşım biletlerin satıldığı gün salona gitmesini rica ettim ama maça gitmek için konsantre olduğum saatlerde telefonla acı haber geldi: biletler tükenmişti. Kısmet bir sonraki maça artık!<br />
Bir sonraki maçta biletlerin satışa konulma saatini internetten takip ettik, tam saatinde bilet kuyruğuna girdik, yine bilet kalmamıştı. Çıldıracak gibiydim, 15-20 dakika içinde bilet biter mi? Üstelik kuyruktayız ve önümüzdeki insan sayısı belli. Hepsi 5'er tane alsa bile 6 bin tane biletin bu kadar kısa sürede bitmesi imkansız. Kombineleri, deplasman tribününü de çıkar. 3 bin bilet, dile kolay. Neyse ki dönen mevzuları erken öğrendik de kendimizi bilet kuyruklarında heba etmedik. Biletlerin bir kısmı daha satışa konulmadan yönetime yakın olanlara satılırken, bir kısmı da Erdal Acar'a toplu olarak satılıp taraftar grubu Karşıyaka Çarşı'ya veriliyormuş. Geriye kalan 400-500 bilet ancak gişelere uğruyormuş. Efes'le oynanan final serisinde de değişen bir şey yok, tablo aynı.<br />
<br />
Derdimize deva bulunamayacağı belli oldu. Madem İzmir'deki maçlara gidemiyoruz, biz de İstanbul'a gideriz dedik. Final serisinin 3. maçı (İzmir'deki ilk maç) oynandıktan sonra 4.maçı beklemeden 5.maçın biletini aldım Biletix'ten. 4.maçın sonucu ne olursa olsun 19 haziran günü İstanbul'daki maç oynanacaktı nasıl olsa. 4.maçı kazanırsak, 5.maç şampiyonluk maçı olacaktı. Eğer kaybedersek seri 6.maça ve belki de 7.maça uzayacaktı.<br />
<br />
4. maç serinin en kritik ve bence şampiyonluğu getiren maçıydı. İzmir'deki bu maçın kaybedilmesi serinin 2-2'e gelmesi ve avantajın yine Efes'e geçmesi anlamına gelecekti. Bu kritik maçı 16 sayı geriden gelip muhteşem bir geri dönüşe imza atarak kazandık ve seriyi 3-1'e getirdik ve geriye yalnızca bir maç kazanmak kalmıştı. Bana sorarsanız 16 sayı geriden gelip kazanılan maç ile şampiyonluk da kazanılmıştı zaten. Efes'in, bu maçın moralsizliği ile Karşıyaka'yı yenmesi mümkün gözükmüyordu. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
4.maçı kazanınca şampiyonluk şarkılarını rahat rahat söyleyebilirdik artık. Bunu hak ediyorduk. 4.maç şampiyonluğu getiren maç olmuştu ama peki şampiyonluğu hangi basketle kazandık, hangi basket daha kritikti diye sorarsanız, Kenny Gabriel'in 4.maçın bitmesine 9 saniye kala 2 sayı gerideyken attığı üçlüğe oy verecek birçok insan tanıyorum. Bu basketle hem 16 sayı geriden gelip öne geçtik hem de Efes cephesinde kapanması kolay olmayacak derin yaralar açtık. O üçlükle hançeri saplamıştık Efes'in böğrüne, serinin dönmesi çok zor bir ihtimaldi artık. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
4.maç kazanılınca Karşıyaka taraftarı İstanbul'daki şampiyonluk maçı için bilet aramaya başladı. Tahmin edileceği üzere Karşıyaka taraftarı için ayrılan kısmın biletleri çok kısa sürede tükendi. Taraftar kendisine ayrılan kısmı kurutunca Efes taraftarının olduğu bölüme çöreklendi. Biletix üzerinden satılmaya başlanan biletlerin hepsine talip olan Karşıyaka taraftarının salonu tamamen dolduracağını öngören Efes kulübü, Biletix'i daha önce hiç uygulamadığı yöntemlere zorladı. Önce, sadece EfesClub kartı olanlara bilet satılması silahını kullandı. EfesClub kartı olan Efes taraftarları kart şifrelerini Karşıyaka taraftarı ile paylaşıp bilet almalarını sağlayınca bu kez Biletix'i sahalarımızda ender görünen hareketlerden birini yapmaya yöneltti. İnternetten EfesClub kartı ile bilet alanlara bilet çıktısı teslim edilirken kimlik tespiti yapıldı ve kimlik uyuşmazlığı olanlara biletleri teslim edilmedi. Yani bilet ücretini ödeyip bilet alanlara biletleri teslim edilmedi. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Taraftarlar sağdan-soldan bilet ararken ben biletim cebimde rahat rahat 19 Haziran gününü bekliyorum. Maçtan bir gece önce İzmir'den İstanbul'a otobüs kalkacağı da kesinleşmişti. Benden kralı yok. İzmir'de oynanan Fenerbahçe ve Efes maçlarını izleyememenin acısını çok sağlam çıkaracaktım. Şampiyonluk maçına gidiyordum, var mı daha ötesi? </div>
<div style="text-align: justify;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-lcEwu_pg_Ps/Vcx93jTssSI/AAAAAAAAXEc/tT-ppryGlDg/s1600/4be856fab9122f4234226e8c722ba182.Jpeg" imageanchor="1" style="clear: right; display: inline !important; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: center;"><img border="0" height="171" src="http://4.bp.blogspot.com/-lcEwu_pg_Ps/Vcx93jTssSI/AAAAAAAAXEc/tT-ppryGlDg/s320/4be856fab9122f4234226e8c722ba182.Jpeg" width="320" /></a></div>
</div>
<div style="text-align: justify;">
18 Haziran akşamı 22 otobüsle Karşıyaka'dan İstanbul'a hareket ettik. 19 Haziran sabahı Abdi İpekçi'ye otobüsleri park ettikten sonra İstanbul'u gezmeye koyuldu herkes. Nereye gitsek bir Karşıyaka formalı görüyorduk mutlaka. Ama Nevizade'de durum farklıydı tabii ki. Her yer yeşil- kırmızı. İzmir'de uzun zamandır göremediğim tanıdık yüzlerle de karşılaşıyoruz. Kendini Karşıyaka'da hissetmemen için hiçbir sebep yok. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Maç günü</b><br />
22 otobüsün yanı sıra kendi özel araçlarıyla gelenler, havayolu şirketlerinin İzmir-İstanbul seferlerinde boş koltuk bırakmayanlar, İstanbul'da yaşayan Karşıyakalılar.. Herkes akın akın maça gelmişti. Maç saati çatıp Abdi İpekçi'ye vardığımızda her yer yeşil, her yer kırmızıydı. Maça saatler, hatta dakikalar kala hala bilet arayanlar, biletini alıp Efes-Biletix duvarını aşmaya çalışanlar da azımsanmayacak kadar çoktu salonun çevresinde.<br />
<br />
Erkenden salona girip tribündeki yerimizi almanın faydasını ilerleyen dakikalarda gördük. Biletix, Efes, Polis barikatlarını aşmayı başarıp salona giren herkes Karşıyaka taraftarına ayrılmış küçük tribüne yöneliyordu. O bölüm tıka basa, ayakta duracak yer kalmayıncaya kadar dolduktan sonra yavaş yavaş çevreye yayıldı. Böyle giderse salonun büyük bir bölümünün Karşıyaka taraftarı ile dolacağını fark eden Anadolu Efes kulübü son bir hamle daha yaparak maç başladıktan sonra salonun kapılarını kapattırdı. Böylece İstanbul'da yaşayan ve iş çıkışı maça gelen yüzlerce biletli taraftarın dışarıda kalmasını sağladılar. Karşıyaka taraftarının maça girmemesi için elindeki bütün imkanları seferber eden Anadolu Efes sayesinde Türkiye Basketbol Ligi şampiyonluk maçı salonun yarısı boş tribünlere oynandı. Anadolu Efes kulübünün Türkiye Basketboluna yaptığı değerli birçok katkıdan biri daha.<br />
<br />
Karşıyaka taraftarına bilet aldırmamak, bilet alan seyirciyi salona sokmamak için elinden geleni ardına koymayan Anadolu Efes, bu kez de salona giren taraftarın etkinliğini kırmaya çalıştı. Maç başlamadan önce Karşıyaka taraftarı ne zaman marşlarla, şarkılarla şampiyonluk maçını renklendirmeye başlasa müziğin sesi sonuna kadar açıldı. Ama unuttukları bir şey vardı: Maç başladıktan soran binlerce Karşıyaka taraftarını hiç bir güç susturamazdı. Nitekim ard arda gelen Efes sayıları bile susturamadı taraftarı. Şampiyonluğu istiyorduk ve biliyorduk ki oyuncular elinden geleni yapacaklar. Sahadaki oyuncularla birlikte takımın temposunun, motivasyonunun düştüğü anda takımı ateşleyen binlerce oyuncu vardı tribünde. Bu öykünün içinde her zaferde olduğu gibi biz taraftarlar da yer alacaktık.<br />
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-sOnqmZebLTk/Vcx94G7PSOI/AAAAAAAAXFI/57pbjRF1PEw/s1600/fft104mm3730686.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="179" src="http://2.bp.blogspot.com/-sOnqmZebLTk/Vcx94G7PSOI/AAAAAAAAXFI/57pbjRF1PEw/s320/fft104mm3730686.jpg" width="320" /></a><br />
Maçın başlarındaki Efes baskısını kırıp oyunu domine etmeye başlayan oyunculara tribündekiler o kadar güzel eşlik ediyordu ki kendisine ayrılan salonun tamamını neredeyse boş bırakan az sayıdaki Efes taraftarı da oyunu bırakıp Karşıyaka tribünlerinin şovunu izlediler.<br />
<br />
Son çeyreğe girilince artık hayallerimizin gerçeğe dönüştüğüne canlı canlı tanıklık ediyorduk. Şampiyon olmamıza dakikalar vardı sadece. "Oleeey oley oley oley, Şampiyon Kaf Sin Kaf" diye bağırmayalı ne kadar oldu hatırlamıyorum bile. Binlerce kişi hep bir ağızdan şampiyonluk şarkıları söylüyorduk. Son birkaç dakikada, fişi çekilmiş ve son kalan enerjisi ile ne yaptığını bilmeden oynayan Efes'in son çırpınışlarına tanık olduk.<br />
<br />
Maç bitmişti.. Türkiye Şampiyonu olmuştuk. Maçtan önceki organizasyonlarda ve maç sırasında organize olmuş tribün örneği gösteren Karşıyaka taraftarı maçın bitiş düdüğü ile birlikte ne yapacağını şaşırmıştı. Herkes aklına gelen marşı söylüyor, yüreğindeki coşkuyu yüksek sesle hiç düşünmeden, organize olma kaygısı gütmeden dile getiriyordu. Yılların tribüncüleri bile heyecan dolu bir şaşkınlıkla sahaya bakınıyor. Şampiyonluğun şaşkınlığını üzerinden atabilenler içinden geleni söylüyor, her ağızdan bir ses çıkıyordu. Ufuk Sarıca, Socrates Dergi'ye röportajda bu şaşkınlığı şöyle anlatmış:<br />
<i>"Türkiye Kupası'nı kazandığımız gün uçakla İzmir'e dönüyoruz. bir taraftar da bizimle beraber. Yanına gittim, "Ya şimdi biz kupayı aldık. Sana bakıyorum şaştın kaldın öyle üç dakika falan. Nasıl iş bu anlamadım" dedim. Acayip, hiç unutamaayacağım bir cevap verdi.</i><br />
<i>"Ya Hocam. Biz kaybetsek ne yapacağımızı biliyoruz. Hep kaybetmişiz. Futbolda öyle. Basketbolda da öyle. Ama nasıl kazanacağımızı bilmiyoruz ki. Şaştım kaldım o yüzden" (</i>Socrates Dergi, Sayı:5, Syf:41)<br />
<br />
Yıllardır hayallerimizi süsleyen rüya gerçek olmuştu. Günlerdir "Bizim Bir Hayalimiz Var" dediğimizde bize gülenler şimdi o hayalimizin gerçekleştiğini izliyorlardı. Hayalimizi yaşıyorduk, tabii ki şaşıracaktık. Neyse ki çabucak toparlandık ve nasıl zafer kazandığımızı aklı selim görmeye başladık. Her kazandığımız zaferden sonraki kutlamalarımızı yapmak üzere takımı tribüne çağırdık ve hep birlikte şampiyon takımın arkasında şampiyon bir taraftarın da olduğunu gösterdik.<br />
<br />
Bir yandan şampiyonluğun coşkusunu yaşarken, bir yandan da şampiyonluk sonrası takımın yağmalanacağının ilk sinyalini de aldık. Final serisinin MVP'si seçilen Bobby Dixon, ödülünü aldıktan sonra hep bir ağızdan tribüne çağrılmasına rağmen tribünün sesine kulağını tıkadı. Bobby'nin tribüne gelmemesini Fenerbahçe ile anlaşmasına yormak o an için kabul edilir olmasa da, sonradan gerçekleşecek acı gerçekle yüzleşmeye başlamamızı sağlamıştı. <br />
<br />
<b>Ufuk Sarıca</b><br />
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-NqpmxriFXjw/Vcx95N4CyFI/AAAAAAAAXEk/0UQCAslvCdk/s1600/ufuk%2Bsar%25C4%25B1ca.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-NqpmxriFXjw/Vcx95N4CyFI/AAAAAAAAXEk/0UQCAslvCdk/s1600/ufuk%2Bsar%25C4%25B1ca.jpg" /></a>3 yıl önce Karşıyaka'ya geldiğinde "Karşıyaka'ya uzun vadeli hedefler için geldim" deyince hepimizin yüreği burkulmuştu. İç geçire geçire "Hoca bize hayal kurma, biz alışkın değiliz, hayallerimizle oynama" dedik. "Uzun vade" ve "Karşıyaka"'nın aynı cümle içerisinde kullanılması bile tuhafımıza gitmişti. Aynı sezonda birkaç teknik direktör, koç değiştirmenin gelenek olduğu bir kulüp için uzun vadeli hedeflerden bahsetmek çok fazla iyimserlikti. Tek umut kaynağımız, basketbol şubenin son yıllarda bu geleneği bozmuş olması ve Hakan Demir ile 3 sezon üst üste çalışma başarısı göstermesiydi.<br />
<br />
Ufuk Sarıca kulübü tanımayan bir değildi, 2001 yılında sporcu olarak semte gelmişti. Kulübün nasıl kötü yönetildiğini bilmeyen, yaşamayan biri değildi. Bir şeyler söylüyorsa bir bildiği vardır dedik. Nitekim, daha ilk senesinde bu kulübe boş hayallerle gelmediğini ispatladı. Karşıyaka'yı Avrupa'nın 3 numaralı kupası EuroChallenge Kupası'nda Final Four'a taşıyarak ilk adımı atmış oldu. Kupayı son hücumda, son topta kaybettik. "<i>Belki her maçımızı kazanamayabiliriz ama her maçta son topa kadar mücadele edeceğiz</i>" dediğinde haybeden sallamamıştı. Son topa kadar mücadele etmediğimiz maç sayısı çok azdı. Çıta yükselmişti artık, daha üst seviyeleri zorlamak gerekiyordu. 2013-2014 sezonunda 2 numaralı kupa EuroCup'a katılıp ilk gruplarda elenen takım, 2014-2015 sezonunda aynı kupada çeyrek final oynadı. 2013-2014 sezonunun Türkiye Kupası'nı kazanan takım, 2014-2015 sezonuna Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı kazanarak başladı.<br />
<br />
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-rXs0HccZV00/Vcx94rFXR6I/AAAAAAAAXE4/dNjPgJV5h38/s1600/sampiyon-pinar-karsiyaka-1552864.Jpeg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="179" src="http://2.bp.blogspot.com/-rXs0HccZV00/Vcx94rFXR6I/AAAAAAAAXE4/dNjPgJV5h38/s320/sampiyon-pinar-karsiyaka-1552864.Jpeg" width="320" /></a>Adım adım, yavaş yavaş hedefler yükseldikçe artık herkesin aklına yatmıştı Ufuk Sarıca'nın "<i>Bizim bir hayalimiz var!</i>". Hayalimiz Eurolig'e katılmak, <a href="https://www.youtube.com/watch?v=N752zX39suY" target="_blank">Devotion</a>'ı Karşıyaka Arena'da canlı canlı dinlettirmekti. Eurolig hayalimizi WildCard ile değil, Türkiye Şampiyonu olarak elde ederek hem de. Ufuk Sarıca Türkiye Şampiyonluğu Kupası'nı kazanrken sadece Karşıyakalıların gönlünü fethetmedi. Kendinden 5-10 kat bütçeye sahip takımları geçerek bu zaferi elde etti. Avrupa'nın yaşayan efsanelerinden ikisini, Obradoviç ve İvkoviç'i geçerek bu kupayı kazandı. Her koça nasip olmayacak büyük bir başarı. Hem de bu iki koça karşı toplam 9 maçta sadece 2 yenilgi alarak. Avrupa'daki birçok genç koçun elini sıkma hayali kurduğu Obra ve İvkoviç'i muazzam bütçeleriyle birlikte eze eze yenerek kupaya uzandı.<br />
<br />
Şimdi sırada Barcelona, Panathinaikos, Zalgiris gibi Eurolig'in gediklilerinde. Kupa bu sene elbette ki hayal ama 3 sene önce hayal olanlar bugün gerçek. 3-5 sene sonra yine buradayız nasıl olsa.<br />
<br />
<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-55367626803023026782014-11-03T03:58:00.000-08:002017-07-31T01:27:00.690-07:00Aylak Adam-Yusuf Atılgan<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: justify;">
<i style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">"İki çeşit içen vardır. Biri benim gibi kurtuluşu içkiden beklemenin utancıyla içer. Bir de şu çevrendekilere bak. Bunlar neden içerler? Toplum içinde yaşamanın baskısını, yükünü hafifletmek için. Çekinmeden bağırmak, yüksek sesle gülmek için."</i></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-HliE0Fm02Rg/VFTuK6VzrAI/AAAAAAAAVAI/RrOEccdX_lU/s1600/aylakadam-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://2.bp.blogspot.com/-HliE0Fm02Rg/VFTuK6VzrAI/AAAAAAAAVAI/RrOEccdX_lU/s1600/aylakadam-1.jpg" width="207" /></a><span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Bir aydınının hayata yabancılaşmasını ve bunun peşi sıra gelen yalnızlaşması sorununu anlatan <a href="http://yoldaspancuni.blogspot.com.tr/2014/10/bozkrkurdu-hermann-hesse.html#more" target="_blank">Bozkırkurdu</a>'nu okuduktan sonra, yine bir aydının yalnızlık hikayesi: Aylak Adam. Üstelik, Harry Haller ile C.'nin tek ortak yanları yabancılaşma-yalnızlaşma değil. </span></div>
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif; text-align: justify;">Çalışmadan hayatını elit sayılabilecek düzeyde devam ettirecek kadar gelire sahip olmaları, hem Bozkırkurdu'nun hem de Aylak Adam'ın diğer bir ortak özellikleri. Üstelik, yaşamak için çalışmak zorunda kalan, iş çıkışı </span><i style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; text-align: justify;">"elinde paketleriyle"</i><span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif; text-align: justify;"> evine, çocuklarına ekmek götürmek zorunda olan insanlar küçümsenir her iki anti-kahraman tarafından.</span><br />
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;">
</span>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;">C. de tıpkı Bozkırkkurdu gibi hayali bile ürkütücü tekdüze yaşamdan kurtuluşun çaresinin olabildiğince insanlardan, yaşamın kendisinden uzak durmak olduğunu düşünmektedir.</span></div>
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;">
</span>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<a name='more'></a><span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;">C. sıkıcı ve iç bunaltıcı tek düze yaşamın belirtileri olarak kafasında kimi kurgular yapmaktadır. Bunların bahsinin geçmesi bile içini daraltmaktadır. Evlenmek, bir ev tutmak, çocuk sahip olmak, düzenli bir işte çalışmak, her akşam alışveriş yaparak elinde paketlerle evin yolunu tutmak gibi edimler C. için kesinlikle katlanılamaz bir tekdüzeliktir. Tek düzelikten nefret eder ama peşinden koştuğu bir kız için her sabah işe gider gibi kalkıp kızın evinin karşısındaki bir kahvede oturabilir. Akşam kızın okuldan dönüş yolculuğunda da onu takip eder ve aynı durak, aynı tramvay, aynı sokakları arşınlamaktan imtina etmez. Hep aynı kafede oturup, hep aynı içecekleri ısmarlar. Tatile gittiğinde 3-4 ay boyunca aynı yazlıkta kalır, aynı sahile gider. Hatta, kız arkadaşı yemek yediği yeri değiştirmesi için ısrar edene kadar hep aynı lokantada yemek yer. Yemek yediği yeri değiştirse de tek düzelikten kurtulamaz ve kız arkadaşının kaldığı pansiyonda hep aynı insanlarla yemek yemeğe devam eder. </span></div>
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;">
</span>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;">C'nin kendisi de tek düze yaşar ama bu rutinden memnundur. Çünkü çalışmak zorunda olmadığı için bütün vaktini ve parasını keyif aldığı şeyler yaparak harcar.</span><br />
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Bozkırkurdu'nda Hermann Hesse tek düze yaşam biçiminin sorumlusu olarak doğrudan burjuva yaşam biçimini hedef gösterirken, Aylak Adam'da doğrudan burjuvaziyi hedef alan bir eleştiri göremiyoruz. Böyle bir eleştiriyi sadece C.'nin çok iyi bir gelire sahip olmasına rağmen kendisini <i>"zengin değil paralı"</i> olarak tarifte ısrar etmesinde görüyoruz. Zaten Yusuf Atılgan'ın toplumsal gerçekçilik gibi bir derdi olmadığını da biliyoruz.</span><br />
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;">C.'nin paraya hiç değer vermemesi takdir edici bir özellik olarak karşımıza çıksa da burada önemli bir sorun vardır. C. paralı olmanin bu memlekette ne kadar istisnai olduğunun ve paraya hiç kıymet vermemenin ancak parası olanların sahip olduğu bir lüks olduğunun farkında değildir.</span><br />
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Hermann Hesse burjuva yaşam biçimini eleştirirken kendini bu yaşamdan soyutlayıp eleştirilerden de azade ederken, C. de aynı şekilde, modern toplumu, sıkıcı tek düze yaşamları sorgulayıp eleştirirken de kendi yaşamının pek farklı olmadığının ayırdına varamaz. Her ikisi de mutsuzdur ve ama ikisi de mutsuzluğunun farkındadır.</span><br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgGAXdbV20QvASeJKUnH0zLANsBhNSqSwf-cUZ6OT95cV2b_i-O7L6TlDf_qEMM4V2BmvO2jgboQVlr5VaQR9mgIvvbfAz7FuTP1ZoxUyMfuLe9FpFwnXKK6lP_Lmrzt3wsimjlGvlmx0s/s1600/82745.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgGAXdbV20QvASeJKUnH0zLANsBhNSqSwf-cUZ6OT95cV2b_i-O7L6TlDf_qEMM4V2BmvO2jgboQVlr5VaQR9mgIvvbfAz7FuTP1ZoxUyMfuLe9FpFwnXKK6lP_Lmrzt3wsimjlGvlmx0s/s1600/82745.jpg" width="203" /></a><span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Modernleşmeye daha yeni başlamış Türkiye'nin en büyük şehrinde geçen bu romanı okurken 1957 yılında yazılmış olduğuna inanamıyorsunuz. Günümüzün mekanları, karakterleri, bugünün dertleri ve bugünün yaşam biçimi..Kendisi de bir köylü olan Yusuf Atılgan Aylak Adam'da, halen önemli bir bölümü köylü olan toplumun şehir hayatına da yansıyan geleneklerine, değer yargılarına, yaşam biçimlerine bilerek çok fazla yer vermemiş. Kitabın karakterleri ressam, akademi öğrencisi, hayat kadını, avukat, makine mühendisi gibi kente özgü meslekler ve kimliklerden seçilmiş.</span><br />
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Modern kapitalist bir toplum olma yolunda hızla ilerleyen ve bunun doğallığında kentleşmeye de başlayan Türkiye'de, bu gelişimin sanat ve edebiyattaki yansıması olarak, modernist anlatımlara geçişin edebiyattaki en önemli örneklerinden birisidir Aylak Adam. Karakterlerinin sanat ve edebiyatla uğraşması çok önemlidir Yusuf Atılgan için. Sinemaya giden, resim çizen, günlük tutan, mektup yazan karakterler özellikle seçilmiş. Romanın baş karakteri C. nin yaptığı "sinemadan çıkmış insan" tasviri Yusuf Atılgan'ın, yaşadığı toplumun gelişiminde sanata biçtiği rolü çok iyi ifade etmektedir:</span><br />
<i style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></i>
<i style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">"Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar..</i></div>
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;">
</span>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i>..Bunları kurtarmanın yolunu biliyorum. Kocaman sinemalar yapmalı. Bir gün dünyada yaşayanların tümünü sokmalı bunlara. İyi bir film görsünler. Sokağa hep birden çıksınlar.." </i></span></div>
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;">
</span>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;">
</span>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Yusuf Atılgan bir yandan Batılılaşma endeksli modern toplumun önemine vurgu yaparken, diğer yandan da modernleşmenin, kentleşmenin getirdiği kusurları vurgulamaktan da çekinmiyor:</span><br />
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i>"İşte Yirminci Yüzyıl bu! asfalta kusmak!" </i></span><br />
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Bunun yanında, aşık olduğu bir adamın seviştikleri sırada<i> "ne o, yoksa kız mısın?"</i> sorusuna bir kadının verilebileceği en güzel cevap vermiştir Yusuf Atılgan:</span><br />
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i>"Oysa B.nin ona vermek istediği şeyin yanında kızlık neydi ki?!"</i></span></div>
<span style="font-family: "arial" , "helvetica" , sans-serif;">
<div style="text-align: justify;">
<i><br /></i>
<b>Yoldaş Pançuni (Kasım 2014)</b></div>
</span><br />
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-62940609421077320432014-10-24T09:29:00.000-07:002014-11-03T04:01:03.511-08:00Bozkırkurdu - Hermann Hesse<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-3bH2i7KJvrs/VEpvwGj4OGI/AAAAAAAAU2U/9BivxaS1LBU/s1600/steppenwolf.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-3bH2i7KJvrs/VEpvwGj4OGI/AAAAAAAAU2U/9BivxaS1LBU/s1600/steppenwolf.jpg" height="320" width="208" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Kendisinin katlanılmaz bulduğu ve tiksindiği burjuva yaşam biçimine çevresindeki herkesin, bütün toplumun razı olduğunu ama bu insanların aslında mutlu olmadığını düşünen ve mutlu olmayı kendisine de çok gören bir insan; mutsuzluğun, umutsuzluğun pekiştiği, yalnız olduğunu hissettiği bir çıkmazın içine girdiğinde ne yapar?</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Evet, intihar etmeyi düşünebilir. Harry, intiharı düşünecek aşamaya gelmesine rağmen her zamanki gibi "düşün" insanı olmaktan kurtulamayıp, düşündüklerini eyleme dönüştüremediği için intihar etmenin ürkeklik ve korkaklığı ile debelenip durur. Ne intihar edebilmektedir, ne de hayattan zevk alabilmektedir. Ta ki karşısına Hermine adında bir kız çıkıncaya kadar.</span></div>
<br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">
</span>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Harry'nin hayatını tümden değiştirecek en önemli anlardan birisi Hermine ile karşılaşması olsa da bir önceki durak, şehrin sokaklarını amaçsızca dolaştığı akşamlardan birinde tanımadığı bir insan tarafından eline tutuşturulan bir broşürdür. "Bozkırkkurdu Üzerine İncelemeler" adlı bu broşür, Harry Haller'in kendi kişiliğini bulması, kendini tanımasında ufuk açıcı bir rol oynar. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"></span></div>
<a name='more'></a><div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Harry, bu broşürü okurken kendi içinde birer "insan" ve "kurt" ruhları olduğunu keşfeder. Harry'nin içindeki "İnsan" düşüncelerden, duygulardan, uygarlıktan, dizginleşmiş ve yüceltilmiş doğadan kurulmuştur. İyilik ve sevecenlikle dolup taşar, Mozart ve Beethoven dinleyip şiirler okur. Harry'nin insan gibi hissettiği böylesi zamanlarda, gönlünde ince ve soylu bir duygu uyandığında içindeki "kurt" hemen dişlerini gösterir, sergilediği soylu tiyatronun bir kurtta ne kadar gülünç durduğunu alay ederek yüzüne vurur. Harry hemen kurtluğunu gösterip, insanlara ve onların yalancı, yozlaşmış davranışlarıyla törelerine kin besleyip bunların can düşmanı kesilir. Ruhuna Kurt'un egemen olduğu </span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">böylesi zamanlarda</span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">, içgüdülerden, vahşilikten, acımasızlıktan ve yontulmamış doğadan bir dünya içinde bulur kendini</span>.</div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-uK_1MpsYYaI/VEpv-mvR0NI/AAAAAAAAU2c/YKLHl7-9xwo/s1600/9789750805561%2B-%2BKopya.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-uK_1MpsYYaI/VEpv-mvR0NI/AAAAAAAAU2c/YKLHl7-9xwo/s1600/9789750805561%2B-%2BKopya.jpg" height="320" width="200" /></a></div>
<div>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; text-align: justify;">Kurt, yaşadığı dünyanın yozluğunu sorgularken; İnsan, bütün yozlukları, çürümüşlüğü</span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; text-align: justify;"> kabullenerek hayatını devam ettirmek zorunda olan bir zavallıdır. </span><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Bozkırkurdu, sürdürdüğü sanatçı ve düşünür hayatının getirmiş olduğu saygınlığa karşın yalnız olmayı seçmiş bir "düşün" insanı Harry Haller'in hikayesidir. Harry'nin amacı, amansızca eleştirdiği ve tiksindiği burjuva yaşamından mümkün olduğunca uzak durmaktır. Haller'in dünyası kitaplar, felsefe, sanat ile kuşatılmıştır. Burjuva kültürün yaşam tarzı, savaş politikaları, şovenizm, yeni tarz müzikler, eğlence dünyası ve yaşama ait her şey onu tiksindirir. Bankada bulunan parası, burjuvazinin zincirlerinden kopuk yaşabileceğini zannedecek düzeydedir ve yatırımının faizi bile çalışmadan yaşamasına izin vermeye yetmektedir. Harry bir yandan kendince "uçarı" ve herşeyden kopuk yaşama arzusuna sahipken, bir yandan da sistemin zincirlerine olabildiğince bağlı insanların yaşam biçimlerini kafaya takmış bunlardan iğrenmeye devam etmektedir. Kendi yaşam biçiminin doğruluğuna o kadar fazla inanmıştır ki, başkalarının zevkleri, alışkanlıkları onun için bir küçümseme aracı haline gelmiştir. Popüler kültürle eğlenip mutlu olan insanların gerçekten mutlu olmadıklarını düşünür. Örneğin, klasik müziği tercih etmeyip yeni müzik tarzları dinleyenlerin müzik zevkinin olmadığına kanaat getirir ve bu gibi nedenlerden dolayı kendisini gerçekten eğlendirecek aktivitilerden olabildiğince uzak durur. Bu samimi olmayan, mutsuz ve tiksindirici yaşam biçiminden uzak dururken toplumu, toplumun değer yargılarını, zevk anlayışlarını sorgular. Ama böyle bir yaşam biçimi sürmeye devam ettikçe yaşamı kaçırdığının da farkına varamaz</span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; text-align: justify;">. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">"..</span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><i>'</i></span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><i>insanların büyük çoğunluğu yüzmesini öğrenmeden yüzmek istemez.' ne anlamlı bir söz, değil mi? yüzmek istememeleri doğal çünkü karada yaşamak için dünyaya gelmişler, suda değil. Ve düşünmek istememeleri de doğal, çünkü yaşamak için yaratılmışlar, düşünmek için değil! Evet, kim düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa, bunda ileri bir noktaya ulaşabilir; ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir böyle biri ve bir gün gelip suda boğulur</i>.."</span></div>
<br /></div>
<div>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"></span><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Bozkırkurdu, bilmedikleri hayatları küçümseyenlerin ve bu yüzden yaşamı kaçıranların ama bir yandan da bildiklerini dev aynasında görenlerin yüzüne inen bir tokattır. </span></div>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">
</span>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Kitabımızın kahramanı Harry gibi, yaşadığı çağın, toplumun ilerisinde olduğunu düşünen ve bu yüzden toplumla birlikte yaşarken zorluk çeken insanlar toplumdan uzak yaşamaya çalıştığı için kitabımızda bu insanlar Bozkırkurdu diye adlandırılmıştır. Yaşadığı toplumun sorunlarını çok iyi tespit etmesine rağmen, çözümün bir parçası olmaktan uzak olanlar entellektüel acıları içinde sızlanıp durmaya mahkumdurlar. "Çağın ilerisinde düşünüyorum ve ben de bir Bozkırkurduyum" diye hevesleneceğinize sistemi değiştirmek için sahip olduğunuz bilgi ve birikimi kullanın.</span></div>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">
</span>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Kitabın temel taşını oluşturan ve yazarın Harry Haller'in ruhunu paylaştırdığı "İnsan" ve "Kurt" kişilik parçalanmasının bir örneğidir. "İnsan" ve "Kurt" gibi birbirine karşıt iki kişilik, konuyu basite indirgemek açısından örnek olarak verilmiştir. </span><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Hermann Hesse, insan ruhunun bir bütünlük arz etmediğini iki, üç, on, yüz kişiliğe sahip olduğunu vurgulamaktadır.</span></div>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"></span><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">
</span>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Yazarın tiyatro odasında aynalar ve satranç taşlarıyla karakter seçimi benzetmesi kişilik parçlanmasına fevkalade bir şekilde değinirken soruna bir çözüm de içerir:</span></div>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">
</span>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">
<div style="text-align: justify;">
Harry, sihirli tiyatroda bir aynaya bakınca aynadaki görüntüsü paramparça olur. Sonra bu parçalar birer satranç taşına dönüşür. Harry, kendisinin farklı yönlerini, farklı görüntülerini, farklı kişiliklerini simgeleyen bu taşları alır ve cebine koyar. Hayat bundan sonra bu taşlarla oynanan bir el satranç gibidir. </div>
<div style="text-align: justify;">
Nasıl davranman gerektiği konusunda tereddüt yaşayacağın bir olayla karşılaştığında yapman gereken hangi taşla hamle yapacağını bilmektir. Hangisini ileri süreceksin?Çekingen olanı mı, korkak olanı mı, sessiz olanı mı, atılgan olanı mı, utangacı mı, yüzsüzü mü, entelektüel olanı mı, çocuk yönünü mü? İşte bunları belirlersen hayatı doğru oynarsın. Yeter ki elin her zaman cebinde olsun, ve parmaklarının arasında bu taşları hisset.</div>
</span></div>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">
</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Yoldaş Pançuni</b> (Ekim 2014) </span></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"> </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-19381654279891356572014-10-24T08:11:00.001-07:002014-11-03T03:58:08.000-08:00melodram ve siyaset<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: right;">
<span style="font-size: x-small;">Bir gün bisiklet binemediğini fark ettim ve </span></div>
<div style="text-align: right;">
<span style="font-size: x-small;">o gün ona bir şans daha vermeye karar verdim </span><span style="text-align: justify;">[</span><span style="font-size: x-small;"><span style="color: blue;">1</span></span>]. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-kyqnqhNyVVk/VBbgQIqbSrI/AAAAAAAAU1E/kzECEQ1bqt8/s1600/cuvj8.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="214" src="https://2.bp.blogspot.com/-kyqnqhNyVVk/VBbgQIqbSrI/AAAAAAAAU1E/kzECEQ1bqt8/s1600/cuvj8.jpg" width="320" /></a>2014 “yerel seçimleri” sonuçlarının değerlendirilmesi, önümüzdeki aylar içinde gerçekleşecek olan Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine yapılan tartışmaların gölgesinde kaldı. Yapılan değerlendirmelerde çoğunlukla oy oranları ve bunun Cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinde yaratacağı sonuçların tartışılması ile sınırlıydı. Bu yerel seçimler, Türkiye tarihinde pek görülmemiş türden kitlesel ayaklanmaların, tarihsel bir anlam taşıyan yolsuzlukların hemen ardından gerçekleşti ve sosyolojik, psikolojik, politik bir takım sonuçlar çıkarmak için oy oranlarından daha değerli veriler sundu. Oy oranlarına baktığımızda AKP’ nin oy oranında bir düşüş olduğu söylenebilir. Bu düşüşün kimseyi tatmin etmediği de ortada ve burada oyların düşmesi ya da artmasından ziyade Erdoğan’ın bu seçimden, seçmeniyle arasındaki bağı güçlendirerek çıktığını görüp bunun üzerinden birtakım saptamalar yapmak oldukça önemli. Bu yazıda, siyasal değerlendirmelerde, bu alanın içine pek sokulmayan aşk, melodram gibi kavramları, Erdoğan’ın önlenemez yükselişini değerlendirirken, bu alanın içine yerleştirmeye çalışacağız.</div>
<div style="text-align: justify;">
<a name='more'></a>Erdoğan ile kitlesi arasındaki ilişkinin, bir siyasal partinin genel başkanı ile onun kitlesi arasındaki ilişkiden çok farklı olduğunu saptamakla işe başlayalım. Bu ilişki her şeyden çok “aşka” benziyor (AKP’den öyle ya da böyle nemalananlar bu ilişkinin dışında tutulabir.)İnternette arama motoruna “Erdoğan aşkı” yazdığımızda bu aşka dair birçok video izlemek, AKP seçmeniyle yapılmış röportajlar okumak mümkün. Erdoğan’ın kitlesiyle buluştuğu her fırsatta, kitlesine “beraber yürüdük biz bu yollarda beraber ıslandık yağan yağmurda” gibi bir aşk şarkısıyla serenat yaptığını herkes bilir ve bu hoşluk olsun diye yapılan bir şey değildir. AKP mitinglerindeki havaya bakıldığında da bu aşkın izlerini görebiliriz. Bu ilişkiye dair başka dışavurum örnekleri göstermek de mümkündür.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Seçim yapma sırasında, bilgimize dayalı nedensel bağıntılar ile verilen karar arasında, bu nedensel bağıntının açıklayamadığı bir nokta kalır. İşte boşlukta kalan, nedensel zincirin açıklayamadığı bu nokta, aşk olarak özetlenebilir. 2014 “yerel seçim” sonuçlarının açıklandığı günden beri zihinleri meşgul eden“Bunca şeye rağmen neden hala Erdoğan?”sorusu, Seçim yapma sırasında, bilgimize dayalı nedensel bağıntılar ile verilen karar arasında, nedensel bağıntının açıklayamadığı bu noktaya işaret eder. Fakat bu boşlukta kalan noktayı, açıktan ya da örtük biçimde Erdoğan’a inananların sahip olduğu bir eksiklik ile açıklamaya çalışmak perde arkasındaki aşkı görmemeye neden olmaktadır. Tapeler, yolsuzluklar, hukuksuzluklar ile seçmenin verdiği karar arasındaki atlama mesafesini AKP seçmeninin sahip olduğu bir eksiklik değil, aşk açıklar. Pragmatist açıklamalar ise sadece AKP’den nemalananların karar sürecini açıklayabilirken hiçbir aşkı açıklayamadığı gibi(pragmatist bir ilke olarak maksimum haz minimum acı ilkesi, acılı aşklar yaşandığı sürece) bu aşkıda açıklayamaz. Aşk nedensizce bir sevme halidir. Bir nedene dayanan sevgi gerçek sevgi değildir.[<span style="color: blue;">2</span><span style="text-align: right;">]</span>Bir ilişkide kimin kimi neden sevdiğini sorgulamak ya da birine onu neden seviyorsun sorusunu sormak(insan kendine bile sormaktan utanır bazen) büyük bir nezaketsizlik olarak kabul görür. “gerçek sevgide, kendi başına olumsuz olan yani kendisini bir neden olarak sunan bir özellik söz konusu olunca; tam da bu nedenle bu kişiyi daha çok seviyorum deriz. Sevgiyi başlatan birleştirici özellik, her zaman bir <span style="color: blue;">3</span><span style="text-align: right;">]</span>Epigrafımız da burada anlam kazanmaktadır. Birini nedensizce sevmenin tek anlamı onunla yalın bir özdeşlik kuruluyor olduğudur. Pradoks ise gördüğümle değil inandığımla özdeşlik kuruyor olmamdır. İşte tam bu nokta aşkı yanılsamalı bir duygu haline getirir ve görünenin dışında bir şeylerin var olduğuna inandığım sürece de aşk devam eder. Erdoğan ve seçmeni arasındaki aşk ilişkisin ne zaman biteceğinin cevabı da burada gizlidir.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-Fn-Q5vHdb0A/VFdttiRsF6I/AAAAAAAAVAg/kDwxTt73f4s/s1600/rte-630x360.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-Fn-Q5vHdb0A/VFdttiRsF6I/AAAAAAAAVAg/kDwxTt73f4s/s1600/rte-630x360.jpg" height="182" width="320" /></a></div>
kusurun işaretidir.”[</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu aşk ilişkisi bizler tarafından anlaşılamaz olabilir. Çünkü Leyla’nın güzelliğini ancak Mecnun görür. Nedenler ancak ben onları neden olarak kabul ettiğim sürece etkilidirler. “elbette İsa’ya inanmak için birçok neden var; fakat bu nedenler, sadece ona zaten inanlar için bütünüyle kavranabilir”[<span style="color: blue;">4</span>]</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Erdoğan ve seçmeni arasındaki ilişkiyi bozmaya yönelik faaliyetlerin (tapelerin ortaya çıkarılması ve katil, hırsız, diktatör gibi söylemlerin üretilmesi) bu ilişkiyi zayıflatmaktan ziyade güçlendirdiği reddedilemez bir gerçektir. Ayrılığın savlarının, sadakatin savları haline geldiği durumları melodramlardan hatırlarız. Bugün ortada duran tablo da tam olarak bir melodramı andırmaktadır. Melodramların en belirgin yönü, bir dost ya da fesatın bu ilişkinin üçüncü kişisi haline gelmesidir. Melodram kültürü gelişkin-Yeşilçam sineması bu konuda oldukça yüklü bir külliyata sahiptir- bir toplum olduğumuzdan bu üçüncü kişinin görevini hepimiz biliriz. Bu üçüncü kişi, tarafların arasını bozmak için bir tarafın kusurlarını diğer tarafa göstererek bu ilişkiyi bozmaya çalışır, ama bunu başaramaz, aksine böyle yaparak çifti birbirine daha da bağlar. “bu dost ya da fesat, bu çabasıyla, farkında olmadan, sadakatin devamı için nedenleri de sağlamış olur, yani karşı savları, bağlılığın savları olarak işlev görür.<a href="file:///C:/Users/adem.kurtar/Downloads/Bir%20g%C3%BCn%20bisiklet%20binemedi%C4%9Fini%20fark%20ettim%20ve%20o%20g%C3%BCn%20ona%20bir%20%C5%9Fans%20daha%20vermeye%20karar%20verdim.docx#_ftn5">[5]</a> </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bugünün melodramının özneleri; Erdoğan- AKP kitlesi ve AKP karşıtlarıdır. Erdoğan karşıtlarının bütün karşı savlarına, (ayakkabı kutularına, ayetlerle dalga geçilmesine, sıfırlanamayan paralara) rağmen bu aşk ilişkisi, bir melodramda olması gerektiği gibi tüm bunlardan güçlenerek çıktı. Erdoğan’ın İçerden ya da dışarıdan tüm eleştirilere rağmen, ötekileştirici dilinden vazgeçmemesi de bu ötekileştirici dilin, melodramın üçüncü kişisini yaratmanın bir yöntemi olarak kullanıldığının en net göstergesidir. İşte Erdoğan’ın en güçlü tarafı kurgulamış olduğu melodram ile karşıtını kendini güçlendiren bir unsur haline getirmesidir ve o çok konuşulan mağdur edebiyatının bu kadar işlevsel olmasının temeli de bu melodrama dayanmaktadır. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Melodramın gücünü, 1984 ABD seçimleri sürecine baktığımda da görmek mümkün. Reagan, Hollywood’tan kalma kahraman imajı ve melodramın gücüyle 1980’de % 50.1 olan oy oranını 1984’de % 58.8 yükseltmişti, “Liberal gazeteciler onun dil sürçmelerini, gaflarını ne kadar sıraladılarsa popülaritesini(farkında olmadan)o kadar güçlendirdiler-karşıtının lehine işleyen karşıt nedenler’<a href="file:///C:/Users/adem.kurtar/Downloads/Bir%20g%C3%BCn%20bisiklet%20binemedi%C4%9Fini%20fark%20ettim%20ve%20o%20g%C3%BCn%20ona%20bir%20%C5%9Fans%20daha%20vermeye%20karar%20verdim.docx#_ftn6">[6]</a>. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Hüsamettin Cindoruk, Başbakan Erdoğan için "Ağlamasını çok beğendim. Birinci sınıf melodram artisti gibi ağlıyor demişti. <a href="file:///C:/Users/adem.kurtar/Downloads/Bir%20g%C3%BCn%20bisiklet%20binemedi%C4%9Fini%20fark%20ettim%20ve%20o%20g%C3%BCn%20ona%20bir%20%C5%9Fans%20daha%20vermeye%20karar%20verdim.docx#_ftn7">[7]</a> Kıdemli bir siyasetçi olan Cindoruk’un böyle bir benzetme yapmış olması bekli de bu melodrama işaret etmek içindi. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Melodramı güçlendirmek için başbakan elinde bulundurduğu medya desteğini kullanma konusunda da oldukça başarılı. Türkiye’de ilk defa bir başbakanın ismi başbakanlığı döneminde bir dizide kullanıldı:</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
“TRT’de yayınlanan Kızılelma dizisinin bugün yayınlanacak bölümünde MİT görevlisi Murat, MİT Müsteşarı’yla buluşmasında, “ Türkiye 'ye sızmış paralel örgütten bahsediyor” ve hedeflerinin Başbakan olduğunu söylüyor. Ve ilk kez bir dizide Başbakan'ın ismi kullanılıyor: Hedef, Recep Tayyip Erdoğan ! Bu diyaloğun ardından da AKP ’nin 30 Mart yerel seçimleri için yaptırdığı seçim şarkısının orijinali olan Dombra çalmaya başlıyor.”<a href="file:///C:/Users/adem.kurtar/Downloads/Bir%20g%C3%BCn%20bisiklet%20binemedi%C4%9Fini%20fark%20ettim%20ve%20o%20g%C3%BCn%20ona%20bir%20%C5%9Fans%20daha%20vermeye%20karar%20verdim.docx#_ftn8">[8]</a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Burada açıkca görüldüğü üzere Erdoğan o beraber yürüdüğü “sevgili” kitlesine şimdi tam da sana en fazla ihitiyacım olduğu dönemdeyim diyor, kullandığı ötekileştirici dille de kendi karşıtlarını yaratıp, kendine karşı bu cepheyi örgütleyerek, seçmeniyle kendisi arasındaki sadakat bağını daha da güçlendiriyor. İşte Erdoğan’ın önlenemez yükselişinin kilit noktasını da burası oluşturuyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b><i>KEMAL AKKUŞ </i></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<b><i>(Nisan 2014)</i></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="file:///C:/Users/adem.kurtar/Downloads/Bir%20g%C3%BCn%20bisiklet%20binemedi%C4%9Fini%20fark%20ettim%20ve%20o%20g%C3%BCn%20ona%20bir%20%C5%9Fans%20daha%20vermeye%20karar%20verdim.docx#_ftnref1">[1]</a> Reader’s digest’ ten aktaran s.zizek </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="file:///C:/Users/adem.kurtar/Downloads/Bir%20g%C3%BCn%20bisiklet%20binemedi%C4%9Fini%20fark%20ettim%20ve%20o%20g%C3%BCn%20ona%20bir%20%C5%9Fans%20daha%20vermeye%20karar%20verdim.docx#_ftnref2">[2]</a> Spinoza ETİKA’sında , eğer sevginin bir nedeni varsa asıl sevilenin bir kişi değil bir neden olduğunu savunur. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="file:///C:/Users/adem.kurtar/Downloads/Bir%20g%C3%BCn%20bisiklet%20binemedi%C4%9Fini%20fark%20ettim%20ve%20o%20g%C3%BCn%20ona%20bir%20%C5%9Fans%20daha%20vermeye%20karar%20verdim.docx#_ftnref3">[3]</a> S.Zizek kimlik ve kimlik değişiklikleri, syf 58 </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="file:///C:/Users/adem.kurtar/Downloads/Bir%20g%C3%BCn%20bisiklet%20binemedi%C4%9Fini%20fark%20ettim%20ve%20o%20g%C3%BCn%20ona%20bir%20%C5%9Fans%20daha%20vermeye%20karar%20verdim.docx#_ftnref4">[4]</a> S.zizek kimlik ve kimlik değişiklikleri, syf 94 </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="file:///C:/Users/adem.kurtar/Downloads/Bir%20g%C3%BCn%20bisiklet%20binemedi%C4%9Fini%20fark%20ettim%20ve%20o%20g%C3%BCn%20ona%20bir%20%C5%9Fans%20daha%20vermeye%20karar%20verdim.docx#_ftnref5">[5]</a> zizek kimlik ve kimlik değişiklikleri syf 57 </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="file:///C:/Users/adem.kurtar/Downloads/Bir%20g%C3%BCn%20bisiklet%20binemedi%C4%9Fini%20fark%20ettim%20ve%20o%20g%C3%BCn%20ona%20bir%20%C5%9Fans%20daha%20vermeye%20karar%20verdim.docx#_ftnref6">[6]</a> S.zizek kimlik ve kimlik değişiklikleri, syf 94 </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="file:///C:/Users/adem.kurtar/Downloads/Bir%20g%C3%BCn%20bisiklet%20binemedi%C4%9Fini%20fark%20ettim%20ve%20o%20g%C3%BCn%20ona%20bir%20%C5%9Fans%20daha%20vermeye%20karar%20verdim.docx#_ftnref7">[7]</a> http://gundem.bugun.com.tr/erdogana-agir-benzetme--haberi/110742 </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="file:///C:/Users/adem.kurtar/Downloads/Bir%20g%C3%BCn%20bisiklet%20binemedi%C4%9Fini%20fark%20ettim%20ve%20o%20g%C3%BCn%20ona%20bir%20%C5%9Fans%20daha%20vermeye%20karar%20verdim.docx#_ftnref8">[8]</a> http://www.radikal.com.tr/turkiye/trtde_melodram_hedef_recep_tayyip_erdogan_ve_dombra_girer-1178568</div>
<div>
<div id="ftn8">
</div>
</div>
</div>
<!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2F2.bp.blogspot.com%2F-kyqnqhNyVVk%2FVBbgQIqbSrI%2FAAAAAAAAU1E%2FkzECEQ1bqt8%2Fs1600%2Fcuvj8.jpg&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" with "https://2.bp.blogspot.com/-kyqnqhNyVVk/VBbgQIqbSrI/AAAAAAAAU1E/kzECEQ1bqt8/s1600/cuvj8.jpg" -->Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-37458262531387260542014-08-12T23:36:00.001-07:002014-08-14T04:12:55.823-07:00Cumhurbaşkanlığı Seçimi<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: justify;">
Recep Tayyip Erdoğan 10 Ağustos'ta ilk turda Cumhurbaşkanı seçilirken şöyle bir sonuç ortaya çıktı:<br />
<br />
Seçime Katılım : %73,81<br />
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-I9cz-X_jCLs/U-sHJ45GI2I/AAAAAAAATvs/CJEH4Dw3huQ/s1600/denizli-cumhurbaskanligi-secim-sonuclari-denizli-secim-sonuclari-2014-secim-sonuclari-aktifhabercom-ysk-ato-sabah-bugun-cankaya-ak-parti-tayyip-erdogan-cumhurbaskanligi-selahattin-demirtas-ysk-785574h.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-I9cz-X_jCLs/U-sHJ45GI2I/AAAAAAAATvs/CJEH4Dw3huQ/s1600/denizli-cumhurbaskanligi-secim-sonuclari-denizli-secim-sonuclari-2014-secim-sonuclari-aktifhabercom-ysk-ato-sabah-bugun-cankaya-ak-parti-tayyip-erdogan-cumhurbaskanligi-selahattin-demirtas-ysk-785574h.jpg" /></a>Recep Tayyip Erdoğan : %51,80<br />
Selahattin Demirtaş : %9,8<br />
Ekmeleddin İhsanoğlu : %38,44<br />
<br />
Bu sonuçların ortaya çıkmasında etkili olan uzun dönemli birçok etken varsa da, ben Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarına damga vuran kısa vadeli bazı değişikliklere değineceğim:<br />
<br />
<i>- Seçime Katılımın Düşmesi</i><br />
<i>- MHP'den AKP'ye geçen oylar</i><br />
<div style="text-align: justify;">
<div style="text-align: justify;">
<span style="text-align: left;"><i>- CHP'den HDP'ye geçen oylar</i></span></div>
</div>
<div style="text-align: justify;">
<div style="text-align: justify;">
<span style="text-align: left;"><i>- AKP'den HDP'ye geçen oylar</i></span></div>
</div>
<b></b><br />
<a name='more'></a><b>Seçime Katılımın Düşüklüğü ve Boykot</b></div>
<div style="text-align: justify;">
Seçimden önce herkesin hemfikir olduğu "Tayyip Erdoğan'ın ilk turda seçilip seçilmeyeceğine sandığa gitmeyenler belirleyecek" tespitinin ne kadar gerçekçi olduğu ortaya çıktı . </div>
<div style="text-align: justify;">
Seçime katılmayanlar, RTE'nin oy kaybına rağmen oy oranını arttırmasına vesile oldular. "Nasıl olsa Tayyip Erdoğan kazanacak" diye seçime gitmeyenlerin göz ardı ettiği bir gerçek vardı. İlk turda seçilmenin Tayyip Erdoğan ve AKP'ye sağlayacağı moral gücü ile 2. turda seçilme arasında çok ciddi fark olacaktı. Çünkü AKP'nin, Genel Başkanı'ndan seçim müşahidine kadar bütün teşkilatı 1. turda seçimin sonuçlanacağına inanmıştı. Olası bir ilk turda seçilememe durumu bile Tayyip Erdoğan cephesi açısından yenilgiye yakın bir hava yaratacaktı.<br />
Ama sırf bu yüzden boykotçuların hepsini suçlamak onlara haksızlık olur. Mevcut partilerin onların da kendilerini ifade edebilecekleri bir söylem geliştirmeleri lazım. Boykotçuların bir kısmı için bu gelişmeyi kaydedebilecek tek parti HDP gibi gözüküyor. Bir kısmı da zaten CHP'ye geri dönecek oylar. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Boykotun bu denkli etkili olmasında umarım bizim sosyalist örgütler kendilerine pay çıkarmazlar. Boykotu politik bir tercih olarak ortaya koyan seçmenlerin büyük bir bölümü Ekmeleddin'e sıcak<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-b1o_kWe4KQ8/U-sGgNims3I/AAAAAAAATvk/xmjy2rDMtbU/s1600/yatalak-hasta-oy-vermeye-ambulansla-getirildi-IHA-20140330AW049009-2-t.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-b1o_kWe4KQ8/U-sGgNims3I/AAAAAAAATvk/xmjy2rDMtbU/s1600/yatalak-hasta-oy-vermeye-ambulansla-getirildi-IHA-20140330AW049009-2-t.jpg" height="227" width="320" /></a></div>
bakmayan CHP seçmeni idi. Çoğunluğunu Kemalist/Laik seçmen kitlesinin oluşturduğu bu kesimin boykot tavrı Ekmeleddin İhnsanoğlu ismi ilk telaffuz edildiği dakikadan itibaren belirginleşmeye başlamıştı zaten. Sosyalist boykotçuların kampanyası bu tavırdan sonra ortaya çıkarak buna destek oldu sadece, hatta<br />
buna yedeklendi de diyebiliriz. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Diğer yandan en büyük fireyi CHP seçmeni verse de, hemen her partiden tatile, memleketine, çalışmaya gittiği için oy kullanamayan azımsanmayacak sayıda bir seçmen olduğunu da biliyoruz. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b><i>Mevsimlik işçiler</i> </b></div>
<div style="text-align: justify;">
Seçime genel katılımın düşüklüğü ile ilgili tespitlerde genellikle tatilci vurgusu yapılsa da çok fazla konuşulmayan, hesaba katılmayan ama en çarpıcı olan mesele ise, mevsimlik işçilerin büyük bir bölümünün seçime katılamamış olmasıdır. Seçime en düşük katılımın Kürdistan'da gerçekleşmiş olması bu gerçeği destekleyen bir veri. Özellikle yaz aylarında Karadeniz'e, Ege'ye, Akdeniz bölgelerine giden mevsimlik tarım işçileri, inşaat işçileri, yazlıklarda hizmet sektöründe çalışanların önemli bir sayıya ulaştığını biliyoruz. Çeşitli kaynaklarda, bu rakamın seçimin yapıldığı tarihlerde 800 bin civarında olduğu tespit edilmiş. Bu kitleden seçmen olup Demirtaş'a oy verecekleri düşündüğümüzde Demirtaş'ın aldığı %9,8'lik oyun rahat bir şekilde %10 barajını geçebileceğini görebiliyoruz. Diyarbakır, Urfa, Ağrı, Iğdır gibi illerde seçime katılım oranının zaten düşük olan Türkiye ortalamasının da altında olduğunu görebiliriz. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>AKP oylarının düşüşü</b></div>
<div style="text-align: justify;">
Her ne kadar Recep Tayyip Erdoğan ilk turda Cumhurbaşkanı olarak istediğini elde etse de, bir önceki 30 Mart seçimlerine göre oyları %8 arttırmış gözükse de oy verenlerin sayıları göz önüne alındığında Tayyip Erdoğan'a oy verenlerin sayısında çok ciddi bir artış olmadığını görebiliriz: </div>
<div style="text-align: justify;">
30 Mart 2014'de AKP'nin aldığı oy sayısı 20.519.829 </div>
<div style="text-align: justify;">
10 Ağustos 2014'de RTE'nin aldığı oy sayısı 20.883.410 </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Yani Tayyip Erdoğan'ın oylarında sadece 360 bin civarında artış olmuş. 10 Ağustos'ta aldığı oyların içinde yurtdışı oyları, yeni seçmen olanların oyları, Saadet Partisi ve BBP oyları da olduğunu düşünürsek neredeyse hiç artış olmadığını, hatta oylarda bir düşme olduğunu söyleyebiliriz. Aslında aşağıda açıklayacağımız gibi AKP'den HDP'ye geçen oyların yeri, MHP'den AKP'ye geçen oylarla doldurulmasaydı oylarda çok daha fazla düşüş olduğunu rahatlıkla ifade edebilecektik. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Toplam oy sayısında kayda değer bir artış olmamasına rağmen %8 civarındaki artışın nedeni çok basit: Seçime genel katılımın düşük olması ve yukarıda değindiğimiz gibi seçime katılmayanların önemli bir oranının CHP ve HDP ve belki de MHP seçmeni (bu konuda elimizde çok fazla veri yok) olmasından kaynaklandığını görebiliyoruz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<b style="text-align: justify;">MHP'den AKP'ye oy kayması</b></div>
<div style="text-align: justify;">
Genel toplamda AKP'nin oy sayısında artış veya azalışın şehirlere göre değiştiğini, kimi yerlerde artış, kimi yerlerde ise azalma olduğunu görebiliyoruz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
AKP'nin oylarını yüksek oranda arttırdığı şehirler incelendiğinde hepsinin ortak bir özelliği gözlemleniyor. Tayyip Erdoğan'ın oylarını çok fazla arttırdığı şehirlerin neredeyse hepsi MHP'nin bir önceki seçimde yüksek oy aldığı şehirler. Bu şehirlerdeki Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları incelendiğinde Tayyip Erdoğan'ın oylarındaki artış kadar CHP-MHP çatısında bir düşüş var.<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Örneğin;<br />
Balıkesir'de Tayyip Erdoğan'nın oyları %8,1 artarken, Ekmeleddin İhsanoğlu'nda %8,9 kayıp var.</div>
<div style="text-align: justify;">
Erzincan'da Tayyip Erdoğan'ın oyları % 11,8 artarken, Ekmeleddin İhsanoğlu %11,4 oy kaybetmiş. </div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Burdur, Yozgat, Sivas, Erzincan, Elazığ, Erzurum diye bu listeyi uzatabiliriz. Hatta bu listeye Türkiye'deki bütün şehirleri ekleyebiliriz. Zira Ekmeleddin İhsanoğlu'nun 81 ilin hepsinde oyları düşmüştür.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
MHP'den AKP'ye geçişin nedenini Ekmeleddin İhsanoğlu'nun iyi bir aday olmadığına bağlamak hatalı olur. Çünkü İhsanoğlu tam da MHP tabanına uygun bir adaydı. Zamanında Alpaslan Türkeş'in danışmanlığını yapmış ve Türk-İslam sentezini en iyi temsil eden adaylardan birisi idi. Yani, CHP'den çok MHP tabanına daha uygun bir isimdi. Dolayısıyla MHP seçmenindeki sıkıntı İhsanoğlu'nun kendisi değildi. MHP seçmeninin İhsanoğlu yerine Tayyip Erdoğan'ı tercih etmesinin en önemli sebeplerinden birisi, CHP ile ortak belirlenen bir adaya oy vermek istememesidir.</div>
<div style="text-align: justify;">
İzmir, İstanbul gibi şehirlerde Ulusalcılık/Milliyetçilik ülküsü etrafında CHP seçmeni ile etkileşime girip onlarla hemhal olan MHP seçmeni Ekmeleddin İhsanoğlu'na oy vermekte çok fazla tereddüt yaşamamıştır. Ancak Ulusalcılık ve Milliyetçilik'in yanında Ümmetçilik/İslamcılık değerleri de ağır basan MHP seçmeni "komünist" CHP ile ittifak yapmayı içine sindirememiştir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Diğer yandan MHP, 12 yıllık AKP iktidarı döneminde AKP'ye sık sık destek çıktı. Daha sıkı-fıkı olmamalarının belki de tek sebebi "Müzakere Süreci" idi. Türkiye'de önemli bir seçmen ağırlığı olan muhafazakar-milliyetçi kesim her iki partinin de potansiyel tabanı olduğu için iki parti arasında geçişler olması zaten beklenen bir şeydi. Bu iki partinin şimdiki muhafazakar/milliyetçi tabanı 90'lı yıllarda DYP'de konsolide olarak, uzun bir süre iktidar ortağı kalmayı başarmıştı. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>CHP'den HDP'ye oy kayması</b></div>
<div style="text-align: justify;">
Ekmeleddin İhsanoğlu'nun oylarındaki en büyük düşüş sebebi MHP tabanının Tayyip Erdoğan'a yönelmesi olsa da, azımsanmayacak kadar CHP seçmeni de tercihini Selahattin Demirtaş'tan yana kullanmıştır. 30 Mart'ta CHP'ye oy vermiş ama Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tercihini Demirtaş'tan yana kullanan seçmenlerin önemli bir bölümü Alevi Kürtlerden oluşurken, diğer yandan kendini solcu, sosyalist olarak tanımlayan, emek mücadelesine omuz veren önemli bir kesimin de Selahattin Demirtaş'a oy verdiğini görebiliyoruz. Bu geçişleri en çok İzmir, İstanbul, Mersin ve Tunceli gibi şehirlerde görüyoruz. </div>
<div style="text-align: justify;">
Selahattin Demirtaş, Bayburt hariç Türkiye'nin her şehrinden %1'in üzerinde oy almıştır. Karadeniz, İç Anadolu, Ege, Akdeniz ve Trakya'daki bu oyların bir bölümü hemen her şehirde var olan Kürtlerin oyu ise de, bir bölümü de CHP'den kayan oylardır.</div>
<div style="text-align: justify;">
Yıllardır CHP'ye oy veren ve CHP'nin oy deposu olarak kabul görülmesine rağmen, CHP tarafından hassasiyetleri ve tercihleri dikkate alınmayan Alevilerin ezici bir çoğunluğu Ekmeleddin İhsanoğlu'nun yanlış bir tercih olduğunu düşündü. Bunların bir kısmı bu düşüncelerini sandığa yansıtmazken, yani yine İhsanoğlu'na oy verirken, bir kısmı sandığa gitmedi, önemli bir kısmı da tercihini Demirtaş'tan yana kullandı. Alevilerin hemen hepsi İhsanoğlu'nun Tayyip Erdoğan gibi İslamcı bir tercih olması konusunda hemfikirdiler. Fakat Alevi oylarının bir bölümü -özellikle Türk Alevileri- bu ikisinin alternatifi olarak beliren Demirtaş'ın etnik ve siyasal kimliğini gözardı edemedi ve tercihini yine Ekmeleddin İhsanoğlu'ndan yana kullandı. Alevilerin bir kısmı ise (özellikle Kürt Alevileri), Demirtaş'ın Kürt olmasını veya HDP'li olmasını değil seçim kampanyası boyunca ortaya koyduğu ilkelerin daha önemli olduğunu düşünerek Demirtaş'a oy vermekten imtina etmedi. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
CHP'den HDP'ye kayan oyların Türkiye'deki siyasal iklim açısından çok büyük anlamları var. CHP'nin solcu oyların önemli bir kısmını almasına rağmen solun evrensel değerleri olan emek mücadelesi, kadın hakları, azınlık hakları, kimlik mücadelesi vb. konularda hiçbir olumlu duyarlılığın olmaması CHP'ye oy veren kesimler başta olmak üzere kalbi soldan atan herkesçe eleştiri konusu olmuştur her zaman. Fakat ne hikmetse CHP'ye alternatif güçlü bir "Sol Muhalefet" bir türlü yaratılamamıştır. Türkiye İşçi Partisi deneyimi sadece bir mazi olarak hafızalarda yer edinmiştir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
HDP, toplumun önemli bir kesiminin ihtiyacını hissettiği bu boşluğu doldurma gayesiyle kuruldu. İlk girdiği 30 Mart 2014 yerel seçimlerine çok hazırlıksız ve yanlış bir stratejiyle girdi. Daha güçlü bir alternatifi olmadığı için mecburen CHP'ye oy veren kesimlerin oyunu almak için CHP'yi olabildiğince eleştirme gayretine girdi. Bu stratejinin en önemli temsilcisi ve bu yüzden de en çok eleştirileni hiç kuşku yok ki, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı <b>Sırrı Süreyya Önder</b> idi. Sırrı Süreyya Önder'e sempati ile bakan CHP seçmeninin O'na karşı biraz abartılı ama haksız da sayılmayacak en büyük eleştirisi, AKP'den daha çok CHP'yi eleştirmesi, Kadir Topbaş'tan çok Mustafa Sarıgül ile uğraşması idi. Bu durum zamanla Sırrı'ya karşı bir antipatiye ve nefrete dönüştü. Bu antipatiden Sırrı Süreyya Önder ile birlikte HDP de parti olarak topyekün nasibini aldı. Dolayısıyla CHP'den HDP'ye kayması gereken oylar beklenildiği kadar olmadı, hatta yok denecek kadar az oldu. Bunun yanında, Gezi Direnişi ve 17 Aralık operasyonları sonrası Tayyip Erdoğan'ı devirmek için 30 Mart seçimlerini çok önemli bir fırsat olarak görenler, AKP'nin karşısındaki en güçlü parti etrafında toparlanmak gibi yönelime girdi. Bu yönelime yanıt vermek için CHP'li olmayan kişiler aday gösterildi. CHP seçmeni, "Tayyip Erdoğan'ı devirmek için her yol mubahtır" diyerek bu adaylardan bazılarını benimsemediği halde oy vermek zorunda hissetti kendini. Ama 30 Mart akşamı sonuçların yine hüsran olduğunu gördü.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Selahattin Demirtaş'ın seçim kampanyası için bir önceki seçimlerde düşülen hataya düşülmedi. CHP tabanından ya da sol muhalif kesimlerden oy almak isteniyorsa, bunun yolunun iktidarı yanından yöresinden geçen eleştirilerle değil, iktidarı doğrudan karşısına alan bir kampanya yürütülmesi gerektiği anlaşıldı. Toplumun yarısından fazlasının nefret ettiği bir iktidarı eleştirmeden, bu nefret oylarını toparlayabilmenin mümkün olamayacağı belli idi.<br />
Demirtaş'ın kampanyasında müzakere süreci nedeniyle hükümetin eleştirilmeyeceğini düşünen birçok kesimi şaşırtan düzeyde bir iktidar eleştirisi ortaya çıktı. Konuşmalarının büyük bir bölümünü Tayyip Erdoğan ve onun iktidarını eleştirmeye ayıran Demirtaş, diğer aday Ekmeleddin İhsanoğlu'na ise yeni bir şey söylemediği, var olan statükoyu savunduğu eleştirisi getirmekle yetindi. Hatta "Ekmel Hoca" ile aralarındaki kişisel ilişkileri saygı ve hoşgörü çerçevesinde götürmeye özen gösterdi.</div>
<div style="text-align: justify;">
Demirtaş'ın seçim kampanyasına damga vuran bu strateji, HDP'ye "Bakın AKP'yi hiç eleştirmiyor" minvalli saldırıya geçmeye hazırlanan bir kesimi de dumura uğrattı.</div>
<div style="text-align: justify;">
Örneğin Koray Çalışkan HDP'ye saldırmak için bu fırsatı kollarken, bu fırsatın elinden alındığını görünce garip, başka bir saldırıyı denedi:</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<i>"Demirtaş Erdoğan'ı eleştirince milliyetçiler Erdoğan'a oy veriyor, Erdoğan'ın oyları yükseliyor"</i></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Yani Demirtaş Erdoğan'ı eleştirmese, onu bir kaşık suda boğacak olanlar, Demirtaş Erdoğan'ı yerin dibine soktuğunda ise "tespit sıçması"nın en nadide örneklerinden biriyle yine Demirtaş ve HDP'ye yüklendi. Güzel olan şu ki, Koray Çalışkan gibilerinin fikirlerine kimse kıymet vermedi de Demirtaş ortaya konan o kıymetli ilkelerden ödün vermeden kampanyaya devam etti.</div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Demirtaş'ın seçim kampanyasında dile getirilen düşünceler, ilkeler toplumun hemen her kesimin ilgisini çekerken, herkesin takdirini kazanırken solcu CHP'li seçmeninin de oyunu kazanmayı başardı. Ekmeleddin İhsanoğlu, 12 yıllık AKP zulmünün sorumlularından biri olan Gülen Cemaati'ne laf dokundurmadan sadece Tayyip Erdoğan'ı eleştirirken bile Demirtaş'ın yaptığı muhalefeti yapamadı. İhsanoğlu'nun siyasal görüşünü biçimlendiren muhafazakar-milliyetçi çizgiden ödün vermeden yürüttüğü kampanya CHP'li demokrat, solcu, laik seçmenin dikkatinden kaçmadı. Bu söyleme tepki gösterenlerin önemli bir bölümü sandığa gitmezken bir kısmı da HDP'nin adayı Demirtaş'ı tercih etti. Demirtaş'a oy vermek istediği halde Tayyip Erdoğan karşısındaki en güçlü adaya mecburen oy verenlerin azımsanmayacak düzeyde olduğunu da biliyoruz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
HDP, Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası yeni ana muhalefet partisi olma yolunda çok önemli fırsatla karşı karşıyadır. Selahattin Demirtaş'ın kampanyasında ortaya konan ilkeler, değerler ara vermeden önümüzdeki dönemlerde sürdürülebilirse 2015 yılında yapılacak milletvekili seçimlerinde HDP'nin % 10'un üzerinde oy alması çok yüksek bir ihtimal olarak önümüzde durmaktadır. HDP'nin %10 üzeri oy alması demek şimdiki seçim sisteminde bir değişiklik olmazsa 60'a yakın HDP'li milletvekilinin Meclis'te burjuva partilerine kan kusturması anlamına gelecektir. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
<div style="text-align: justify;">
<b>AKP'den HDP'ye oy kayması</b></div>
</div>
<div style="text-align: left;">
<div style="text-align: justify;">
Selahattin Demirtaş'ın adaylığı ilk açıklandığı günden itibaren CHP ve MHP çevrelerinde ifade edilen "Demirtaş'ın adaylığı İhsanoğlu'nun oylarını bölmeye yönelik ve AKP'nin değirmenine su taşıyacak" iddialarının ne kadar geçersiz olduğunu seçim sonuçları ile görmüş olduk. Bu iddia bağımsız hareket eden bir partinin kendi adayını çıkarması kadar doğal bir durum olduğunu anlamayanların mesnetsiz bir iddiası idi. </div>
</div>
<div style="text-align: left;">
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div style="text-align: left;">
<div style="text-align: justify;">
HDP, bütün siyasi partiler gibi etki alanını genişletmek için seçimleri kullanarak diğer partilerin seçmeninden oy alma amacına sahip. Üstelik Meclis'te oy oranı en düşük parti olduğu için bu çabayı en çok göstermesi gereken partilerden birisi. Yukarıda değindiğimiz gibi, bir önceki seçimde CHP'ye yüklenerek etki alanını genişletmek isterken bu taktik o dönem tutmayınca bu seçimde daha doğru olanı yaptı ve mevcut iktidara yönelik eleştirilerinin dozajını arttırdı. </div>
</div>
<div style="text-align: left;">
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div style="text-align: left;">
<div style="text-align: justify;">
AKP'ye yönelik bu gerçekçi muhalefet, sadece CHP seçmenini değil AKP seçmenin de azımsanmayacak bir kısmını da ikna etmeyi başardı.</div>
</div>
<div style="text-align: left;">
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Seçim sonuçlarına göre Tayyip Erdoğan'ın oy kaybettiği 6 şehre baktığımızda bu 6 şehrin hepsinde Selahattin Demirtaş'ın oylarının arttığını görebiliyoruz</div>
</div>
<div style="text-align: justify;">
<div style="text-align: justify;">
<br style="text-align: left;" /></div>
</div>
<div style="text-align: justify;">
Tayyip Erdoğan'ın oy kaybettiği şehirler ve kayıp oranları:</div>
<div style="text-align: justify;">
Ağrı: -%9</div>
<div style="text-align: justify;">
Hakkari<span style="text-align: left;">: -%8,2</span></div>
<div style="text-align: justify;">
Şırnak<span style="text-align: left;">: -%5,4 </span></div>
<div style="text-align: justify;">
İzmir<span style="text-align: left;">: -%2,5 </span></div>
<div style="text-align: justify;">
Diyarbakır<span style="text-align: left;">: -%1,4</span></div>
<div style="text-align: justify;">
Mardin<span style="text-align: left;">: -%0,7</span></div>
<div style="text-align: justify;">
Tunceli<span style="text-align: left;">: -%0,6</span></div>
<div style="text-align: justify;">
<div style="text-align: justify;">
<span style="text-align: left;"><br /></span></div>
</div>
<div style="text-align: justify;">
<div style="text-align: justify;">
<span style="text-align: left;">Bu 6 şehir içinden İzmir'i çıkardığımızda Tayyip Erdoğan'ın oy kayıplarının Demirtaş lehine yer değiştirdiğini tereddütsüz ifade edebiliriz. </span></div>
</div>
<div style="text-align: justify;">
İzmir için ise, tespitimizi yüksek bir olasılık dahilinde ifade edebiliriz: İzmir'de yaşayan ve daha önce AKP'ye oy veren Sünni Kürt oyları bu kez tercihini Demirtaş'tan yana kullanmıştır.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
AKP ile HDP seçmeni değerlendirildiğinde Sünni Kürt oylarının bu iki partinin ortak seçmen tabanını oluşturmaktadır. Nasıl ki Hakkari'deki Sünni Kürtler tercihini AKP'den HDP'ye doğru yöneltmişse, aynı şekilde İzmir'deki Sünni Kürt seçmen de benzer bir tercih yapmıştır. Aslında birkaç şehir özelinden çıkardığımız bu tespiti genelleştirebiliriz. Türkiye'nin hemen hemen bütün şehirlerinde daha önce AKP'ye oy veren Kürtlerin bir bölümü bu kez Demirtaş'a oy vermiştir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
AKP sadece oylarının düştüğü şehirlerde taban kaybetmedi. Birçok şehirde AKP oylarının düşmemesi AKP tabanından oy kaymadığı anlamına gelmiyor. Örneğin İstanbul, Erzurum, Adıyaman, Adana gibi birçok şehirdeki Kürt seçmen AKP tercihinden vazgeçip Selahattin Demirtaş'a oy vermiştir. Bu şehirlerde AKP'den HDP'ye oy kaymasına rağmen AKP'nin oyunu yükseltmesinin sebebi MHP'den AKP'ye geçen oylardır. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Kürdistan'da, 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde Saadet Partisi ve HÜDAPAR'ın istatistiksel olarak ciddiye alınacak kadar oy aldıklarını ve bu oyların Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde büyük oranda Tayyip Erdoğan'a gittiğini hesaba katarsak AKP'nin yaşadığı oy kaybı veya AKP'den HDP'ye geçen oylar net bir şekilde anlaşılacaktır. Bu durumun en bariz örneği Siirt ve Batman'da yaşanmıştır. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Oy kaymaları kalıcı olacak mı?</b></div>
<div style="text-align: justify;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: justify;">
Yukarıda başlıklar halinde bahsettiğimiz partiler arasındaki oy geçişlerinin kalıcı olup olmayacağı önümüzdeki dönem Türkiye siyasetini belirleyecek etkenlerden birisi olacaktır.</div>
<div style="text-align: justify;">
Geçmiş yıllardaki seçim deneyimleri gösteriyor ki, oy tercihini değiştiren seçmen en az bir seçim daha aynı partiye oy vermeye devam ediyor. Yani MHP'den AKP'ye geçen seçmenlerin bir bölümü bir sonraki seçim olan genel seçimlerde yine AKP'ye oy verecektir. Aynı şekilde AKP'den ve CHP'den HDP'ye oy verenlerin bir bölümünün de bir sonraki tercihi yine HDP olacaktır. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
CHP'den HDP'ye geçen oyların kalıcı olup olmayacağı tartışılmadan önce bu oyların CHP oyları mı olduğunu tespit etmek gerekiyor. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu oyların çok büyük bir bölümü zaten CHP oyları değildi. Uzun bir süredir devam eden ve AKP iktidarı döneminde ayyuka çıkan sağ iktidarlara karşı en güçlü "sol" partiye oy verme geleneğinden CHP fazlasıyla nasibini aldı. En son 30 Mart seçimlerinde ise bu anlayış alabileceği maksimum oyu aldı. Bu seçimde, AKP iktidarını devirmek adına kendini solcu, sosyalist, devrimci olarak ifade eden insanlar Mansur Yavaş'a, Mustafa Sarıgül'e, eski AKP'li, Fetullahçı adaylara oy vermek durumunda kaldı. </div>
<div style="text-align: justify;">
CHP, bu geleneğin devam edeceğini düşünerek buradan daha da Ekmek yiyeceğini zannetti ve yine sağcı, muhafazakar bir adayı seçmenlerinin önüne sürdü. Ama CHP'nin bu hamlesi bardağı taşıran son damla oldu.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Önceki birçok seçimde CHP'ye oy vermek zorunda hisseden ama aslında fikirsel olarak CHP'li olmayan birçok insan bu kez kendi fikirlerini, hayat görüşlerini bulduğu HDP'nin adayı Demirtaş'a oy verdi. Yani Demirtaş, uzun yıllardır CHP'de emaneten duran oyları almış oldu.<br />
Bu oyların bundan sonra HDP'nin kemik oyları olacağını düşünmek de hatalı olur. Bu oyların HDP'de kalıp kalmayacağına HDP'nin, Demirtaş'ın seçim kampanyasında ortaya koyduğu ilkelere nasıl sahip çıkacağı gösterecek. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<span style="text-align: justify;">Bu ilkeler yıllardan beri HDP/BDP çizgisi tarafından dile getirilmesine rağmen bu kadar vurgu yapılıp arkasında durulmamıştı. Üstelik diğer iki adayın aynı madalyonun farklı yüzleri olması Demirtaş'ın söylediklerine daha fazla kulak kabartılmasına yol açtı. Bu yüzden de bu ilkeler daha fazla görünür, duyulur oldu.</span><br />
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Demirtaş her ne kadar bu ilkeleri kendisi dile getirse de, bu ilkeler onun aday olduktan sonra bir gece yarısı düşünüp sabah önümüze sürdüğü nevi şahsına münhasır düşünceler, tutumlar değil. Yüzlerce yıllık mücadelelerden süzülmüş birtakım fikirler, görüşler. Bu fikirler sadece Selahattin Demirtaş'ın değil, üyesi olduğu HDP'nin düşünceleri aynı zamanda. Üstelik HDP'nin de icadı değil, evrensel birtakım değerlerden oluşuyor. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Seçim kampanyasında ortaya konan bu ilkeler HDP'nin oylarını %6.1'den %9,8'e taşımıştır. Bu demek oluyor ki, bu değerlere sahip çıkma derdinde olan hala milyonlarca insan var bu memlekette. Tarih, bu oy oranını sadece Demirtaş'ın ve HDP'nin aldığı oy olarak değil bu önemli ilkelere gönül vermiş insanların oyu olarak yazacaktır. </div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
Bu ilkelerin toplumda önemli bir karşılığının olduğunu görmek HDP'yi bu ilkelerden vazgeçirmek bir yana, bunları daha ısrarlı savunmaya teşvik edecektir. Aynı zamanda bu ilkelere mesafeli yaklaşan diğer parti ve örgütlerin bu mesafeyi bir an önce kapatması gerektiğini gösterecektir. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>13.08.2014 </b><br />
<b>Yoldaş Pançuni</b></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<div style="text-align: justify;">
<span style="text-align: left;"><br /></span></div>
</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: bold;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-weight: bold;"><br /></span></div>
</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-64330314685088595472014-08-12T23:26:00.001-07:002014-11-01T00:36:44.293-07:002014 Yerel Seçimleri<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: justify;">
30 Mart 2014'te yapılan yerel seçimleri, Türkiye'nin katılımı en yüksek ve en politik seçimlerinden biri olarak tarihe geçti. Seçim atmosferi o kadar politikleşti ki, adayların önemli bir kısmı diğer yerel seçimlerin aksine, yol, su, köprü mevzularına hiç girmedi bile. Seçim kampanyalarının ilk dönemlerinde adayların projeleri halkın beğenisine sunuldu ama bazı bilgisayar programlarını bilen lise öğrencilerinin bile yapabileceği bu proje sunuları çok fazla itibar görmedi. Herkes daha çok genel ve daha politik konulara girmeyi tercih etti.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-3623zRwjxk0/U-sE90hMYTI/AAAAAAAATvY/sX5BOyuYe68/s1600/fuat-avni.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-3623zRwjxk0/U-sE90hMYTI/AAAAAAAATvY/sX5BOyuYe68/s1600/fuat-avni.jpg" height="160" width="320" /></a>AKP'nin Cemaat ile olan dalaşıyla ortaya çıkan "tapeler" seçimin en önemli gündem maddesi oldu. İlk zamanlar yolsuzluk, hırsızlık ve medyaya baskı gündemli tapelerle başlayan furya bir<br />
süre sonra seks tapeleri beklentisi yaratmaya başladı. Ne idüğü belirsiz ama Cemaat tarafından koordine edildiği apaçık ortada olan @fuatavni, @BASCALAN gibi twitter hesaplarından verilen bilgilerle 25 Mart'ta AKP'yi yerlebir edecek(!) tapelerin ortaya çıkacağı beklentisi oluştu herkeste. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<a name='more'></a></div>
<div style="text-align: justify;">
Cemaatin AKP'ye karşı, açıktan olmasa da CHP ve MHP'yi desteklemeye başlaması ve bu iki partinin de buradan gelecek 3-5 oya tamah ederek Cemaat ile adı konulmamış bir ittifaka girişmesi, Cemaat tarafından gelen her türlü bilgiye, her türlü manipülasyona açık bir ortam hazırladı. </div>
<div style="text-align: justify;">
Cemaat sokak siyasetini elinden geldiğince engellemeye çalıştı. Birkaç gün önce Berkin Elvan için sokağa çıkan milyonlar, birkaç ay önce, Haziran'da AKP iktidarına meydan okuyan, Başbakan'ı yurtdışı gezisine kaçıran halk, bu kez bilgisayarın, televizyonun karşısına oturmuş "porno kaseti" bekleyerek iktidarın değişeceğini ümit etmeye başlamıştı. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi Direnişi'nde başlayan yeni sokak muhalefetinin sönümlenmesi sadece AKP için değil, AKP sonrası yeni iktidar odaklarının da işine geliyordu. Çünkü bu toprakların insanı, Gezi Direnişi'nde iktidarı titretmenin zor olmadığını gördü. Haziran'da ve sonrasında verilen mücadelenin üstüne biraz daha <span style="text-align: left;">koyarak AKP iktidarını yıkarsa, AKP'den sonra gelecek iktidarlar da diken üstünde olacaklar. AKP'yi kendi dinamikleriyle alaşağı eden halk, CHP-MHP koalisyonunun da yakasına yapışacaktı, Gülen Cemaati'nin ipliğini pazara çıkaracaktı. Düzenin bekçilerine göre; Gezi Direnişi, bir direniş geleneğine dönüşmeden bunu engellemek bu direnişi düzen için çözümlerle sönümlendirmek gerekiyordu. </span><span style="text-align: left;">Cemaatin "sokağın gücünü bertaraf etme" planına CHP ve MHP de kan taşımakta beis görmedi. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="text-align: left;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<b>Seçim Sonuçları </b></div>
</div>
<div style="text-align: justify;">
30 Mart akşamı çıkan sonuçlar açıklanmaya başlandığında, AKP iktidarından kurtulmak isteyen herkesi hayal kırıklığına uğratan bir sonuçla karşılaştık. AKP %45 oy alarak bir önceki yerel seçimlerde aldığı %38'lik oy oranının çok üzerine çıktı. Bir önceki genel seçimde (2011) aldığı %49,9'luk oydan ise bir kayba uğramıştı. Seçimlerin genel seçim havasında geçtiğini baz alırsak AKP'nin oy kaybettiğini öne sürebiliriz. Üstelik AKP, 2011'den sonra Has Parti ve Demokrat Parti'yi de bünyesine katarak %55'lik oy potansiyeline bile kavuşmuştu. AKP'nin ve Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı seçimi ve sonrasında Devlet Başkanlığı, Yeni Anayasa gibi süreçlerde elini güçlendirecek hedeflenen oy oranı %55'ler civarıydı. Ama Gezi Direnişi ve 17 Aralık Operasyonu'ndan sonra bu hedefe ulaşamayacaklarının kendileri de farkında idiler. Tayyip Erdoğan seçim mitinglerinde "1. Parti olmazsam istifa ederim" iddiasını defalarca tekrarlaması beklentiyi hep düşük tutmaya yönelikti. AKP'nin hedefi, %38 ve üzeri oy alıp Ankara, İstanbul ve bence Urfa gibi kritik şehirleri kaybetmemekti. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ama AKP, hem %45 gibi iyi bir oranı yakaladı, hem de kritik şehirleri kaybetmedi. "AKP oy kazandı, kaybetti" tartışmalarını bir kenara bırakıp, AKP'nin bu seçimlerden istediğini aldığını kabul etmezsek AKP'nin kazanmaya devam ettiği daha çok seçim görürüz. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
AKP, Türkiye tarihinin en önemli iktidar krizlerinden ikisi olan Gezi Direnişi ve 17 Aralık Operasyonu'ndan sonra yapılan bir seçimden en az hasarla ayrılmasını bildi.</div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi Direnişi'nde sokak muhalefetinin özgücüyle sarsılan iktidar, 17 Aralık Operasyonu ile yıkılmadı. Hatta tam aksine, bu operasyonun kendisine yapılmış bir komplo olduğunu seçmenine inandırarak, Gezi'de bir diktatöre dönüşen Tayyip Erdoğan 17 Aralık'tan sonra "mağdur" rolüne tekrar büründü. </div>
<div style="text-align: justify;">
AKP seçmeninin bir bölümü yolsuzluk, hırsızlık haberlerine kulağını tıkayıp inanmamayı tercih <br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-QjLjxCrAAsY/U-sEptiFbzI/AAAAAAAATvQ/rbkRzASYwIU/s1600/4-bakan-istifa-etti-egemen-bag%CC%86is%CC%A7%2C-muammer-gu%CC%88ler%2C-erdog%CC%86an-bayraktar%2C-zafer-c%CC%A7ag%CC%86layan.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-QjLjxCrAAsY/U-sEptiFbzI/AAAAAAAATvQ/rbkRzASYwIU/s1600/4-bakan-istifa-etti-egemen-bag%CC%86is%CC%A7%2C-muammer-gu%CC%88ler%2C-erdog%CC%86an-bayraktar%2C-zafer-c%CC%A7ag%CC%86layan.jpg" height="268" width="320" /></a></div>
ederken, bir kısmı ise AKP'nin çalsa bile diğerlerinden daha az çaldığını ve en azından iş yaptığını düşündü.<br />
<br />
Tayyip Erdoğan, 2014 Seçimleri'ni yine "Kutuplaştırma" politikaları ile kazandı. 2002'den beri tutan ve muhtemelen en az 2023'e kadar devam edecek AKP'nin kutuplaştırma politikalarında; AKP dışındaki partileri (CHP, MHP, BDP/HDP) elitist, vesayetçi, halktan kopuk, kimlik siyasetinden ve gerilimden beslenen, bölücü partiler olarak çeşitli kategorilerde konumlandırırken, kendi seçmenini ise ötekileştirenler, elitist toplumdan dışlananlar ve mazlumlardan oluşan bir topluluk gibi göstermeye çalıştı ve seçmenine buna inandırdı. AKP'ye muhalif seçmenlerin önemli bir kısmı da, Tayyip Erdoğan'ın top oynamayı çok sevdiği bu alana topu taşımaya devam edince Tayyip için topu kaleye yuvarlamak çok zor olmadı.<br />
<br />
AKP, CHP-MHP'nin Cemaat'e yanaşmasını da bir fırsata dönüştürerek 2002'den beri kullanmaktan zevk aldığı kutuplaşmanın ete kemiğe büründüğünü seçmenine göstermesini bildi.<br />
<br />
Bir çift lafım da AKP seçmenine..<br />
<br />
AKP seçmeninin önemli bir kısmı yolsuzluk, hırsızlık haberlerine inanmazken, önemli bir kısmı ise inanmak istemedi. Kutsallarından biri haline getirdikleri Tayyip Erdoğan'ın böyle bir işe kalkışabileceklerini düşünseler de buna inanmak istemiyorlar. Buna inanırsa eğer bütün inançlarının, düşünce dünyasının, fikriyatının yerle bir olacağını düşünüyor.<br />
Bir kısım seçmen de yolsuzluk haberlerine düpedüz inandığı halde, yolsuzluk ve hırsızlık gibi faktörler bir seçmen olarak tercihini değiştirmiyor. Bunun birkaç nedeni var:<br />
<br />
- Türkiye, hem yönetilenleri, hem de yönetenleriyle yolsuzluğu, hırsızlığı, haksızlığı kabullenmiş bir topluma sahip. Kendisi de benzer şeyler yaptığı için veya çevresinde çokça bu tür vakalara rastladığı için Başbakan'ın çalması da çokça yadırganacak bir durum değil toplum için.<br />
<br />
- Yolsuzluk ve hırsızlık gibi vakalar ancak ekonomik kriz durumlarında seçmenin tercihini etkiliyor. Yani halk, hırsızlığın kendi cebine yansımasını doğrudan hissettiği zaman arıza çıkarıyor.<br />
<br />
- Bütün partilerin çaldığını, yolsuzluğa karıştığını düşündüğü için tercihini bu tür haberlere göre değiştirmiyor.<br />
<br />
AKP seçmenini koyun gibi aşağılayıcı sözlerle eleştirmek hem Tayyip Erdoğan'ın toplumu kültürel ve siyasal olarak kutuplaştırma politikası için biçilmiş kaftan olur hem de AKP seçmenini çok masumane gösterir. "Koyun" masum bir hayvandır, hiçbir şeyden haberi yoktur, ne dersen onu yapar. Ama AKP seçmeninin önemli bir kısmının çok da masum veya gerizekalı olduğunu düşünmüyorum.<br />
<br />
Buradan geçelim muhalefete.<br />
<br />
<b>CHP</b><br />
<br />
Kılıçdaroğlu genel başkan olduktan sonra "Yeni CHP" söylemiyle yeni bir döneme girdiğini iddia etti. Yeni CHP'yi herkes daha sol, sosyal demokrasiye daha yakın bir çizgi olarak yorumlamadı. Ama işin aslının öyle olmadığını bu seçimde gördük. Ülkücü, muhafazakar, eski AKP'li, partiden kovulmuş adaylar CHP'nin yeni vitrini oldu. Bu şekilde yapılan eleştirilere "herkese kapımız açık" söylemiyle cevap verseler de açık olan kapıdan sadece Merkez Sağ'ın oylarını alma potansiyeline sahip profiller girebiliyordu. Bu kapı, nedense Sosyalistlere ve Kürtlere kapatılmıştı. Ülkücü Mansur Yavaş Ankara'da "herkes" kapsamına dahil olabilirdi ama ittifak için CHP kapısına kadar gelen Sırrı Süreyya Önder "herkes" olamazdı. Çünkü o sosyalistti, üstüne üstlük Kürtlerle çok içli-dışlı olmuştu.<br />
<br />
Ülkücülerle yanyana olmak, bozkurt selamı vermek oy kaybettirmezdi ama Kürtlerle, Sosyalistlerle yanyana olmak zarar verirdi. CHP, HDP'nin ittifak teklifini "sizinle ittifak yapmak bize zarar verir" diyerek reddederek Kürtlerin ve Kürt Hareketi'nin neden CHP'ye güvenmediğini göstermiş oldu.<br />
<br />
CHP'nin yenileşemediğini, sayıları 10'u geçmeyen birkaç sosyal demokrat milletvekilinin varlığının da CHP'yi solculaştırmadığını açıkça gördük. CHP söylem olarak herkese oynayarak bir merkez partisi olma hayaline yine kavuşamadı. Bu hayale kavuşması da pek mümkün görünmüyor.<br />
<br />
<b>BDP/HDP </b><br />
<br />
BDP'nin, zayıflayan AKP'ye karşı daha önce AKP'ye gitmiş Kürt oylarının da önemli bir kısmını alarak ve HDP'nin de yeni bir sinerji ile Batı'da birkaç belediye kazanarak mevcut oy oranını yukarı çekeceği beklentisi hakimdi.<br />
<br />
BDP, daha önce AKP'ye oy vermiş Kürtlerden bir kısmının oylarını aldı ama bu oran beklenenin çok altında kaldı. Bitlis ve Ağrı belediyelerinin ve Erzurum'da 4 ilçe belediyesinin kazanılması, Dersim'in CHP'ye kaybedilmemesi BDP için kayda değer bir başarıdır. Urfa'da Osman Baydemir'in %30 alması küçümsenmemesi gereken bir olaydır.<br />
Ancak bütün Kürt illeri göz önüne alındığında AKP'nin oy oranında çok önemli bir düşüş olmazken, BDP'nin oy oranında da bir patlama gerçekleşmedi. Üstelik BDP'nin özerklik tartışması yaptığı şu dönemde, BDP'nin aldığı oy oranının özerklik için yeterli olmadığını açıkça ortaya çıktı.<br />
<br />
Diğer yandan HDP bir tane bile belediye başkanlığı kazanmazken, seçime girdiği yerlerde BDP'nin geçen seçimde aldığı oy oranında bir artışa yol açamadı. HDP'nin başlagıçta heyecan verici bir proje olarak ortaya konulmasına rağmen BDP'den farkı ortaya koyulmadığı için bu başarısızlığın normal karşılanması gerekir. HDP'nin BDP dışındaki diğer bileşenleri emek mücadelesi, kadın hakları, Kürtler dışındaki diğer etnik kimlikler, çevre mücadelesi gibi konularda politika geliştiremedikleri veya bu politikaları hayata geçiremedikleri sürece HDP projesinin giderek zayıflayacağını ve tamamen BDP gibi parti olacağını söylemek kahinlik olmaz sanırım. <br />
<br />
<b>Sonuç</b><br />
Seçim sonuçlarından çıkarılabilecek en önemli derslerden birisi; sistem içinde kısa vadeli çözüm arayışlarında olsak bile, yani AKP'yi iktidardan düşürünce demokrasinin temiz bir hava alacağını düşünüyorsak bile, bu amaca ulaşmak için temelsiz ittifaklar AKP'yi mevcut haliyle deviremez. Bunu hem seçimlerdeki CHP-Cemaat ve kısmen de MHP ittifakında hem de HDP projesinde görebiliriz. Kuşkusuz bu iki ayrı ittifak modelini birbirine benzetmek abesle iştigaldir diyenlere küçük bir parantez açayım. HDP her ne kadar seçim endeksli bir proje olmasa da, ittifakın temelleri oturmadan birden kendini "seçim" gibi somut bir sınav karşısında bulunca sadece sınava odaklı çalışıldı. Bu sınavda, karşısında AKP ve CHP gibi iki güçlü rakip vardı ve "AKP'nin en güçlü muhalifi CHP" algısını değiştirecek güçlü bir direniş ortaya koyamadı. Bu algıyı değiştirmesinin, yani CHP yerine Sol Muhalefetin odağı olması için HDP'nin, iktidarın politikalarını daha fazla eleştirmesi gerekiyordu. İktidardaki parti olan AKP'nin eleştirisi hem AKP'ye giden Kürt oylarını, hem de CHP'ye giden muhalefet oylarının HDP'de toparlanmasını sağlayacaktır.<br />
<br />
<br />
<b>Yoldaş Pançuni (Nisan 2014)</b><br />
<br />
<br />
<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="text-align: left;"><b><br /></b></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="text-align: left;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="text-align: left;"><br /></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<span class="screen-name"><br /></span></div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-63358940975483336712014-05-08T05:53:00.000-07:002015-07-03T05:32:06.676-07:00Makedonya Gezisi<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: justify;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-_Bt6ro7Qs3Q/U2uIHoM4_hI/AAAAAAAARgo/Sf48cJhKBG4/s1600/ohrid-makedonya-19.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="240" src="http://1.bp.blogspot.com/-_Bt6ro7Qs3Q/U2uIHoM4_hI/AAAAAAAARgo/Sf48cJhKBG4/s1600/ohrid-makedonya-19.jpg" width="320" /></a></div>
2012 Temmuz'unda 4 gün geçirdiğimiz ve Üsküp, Ohrid ve Struga gibi şehirlere gitme firsatımızın olduğu Makedonya'daki seyahatimiz ile ilgili aklımızda kalan ve sizin de işinize yarayabilecek notları paylaşmak istiyorum.<br />
<br />
Öncelikle Türkiye'den Makedonya tercihinizde etkili olacağını düşündüğüm birkaç not belirteyim.</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Vize Yok!</b></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Makedonya Türkiye'den gelenlerden vize istemiyor. Uçak biletinizi alıp pasaportunuzla giriş yapıyorsunuz. Bu konu ile ilgili bir uyarıda bulunmak istiyorum. Yunanistan ile Makedonya arasında şu anda sıcak bir gündem olmasa da uzun bir süredir bir problem var ve Yunanistan Makedonya Devleti'ni tanımıyor. Bu yüzdendir ki, Yunanistan'ın üzerinde Makedonya Devleti'ne ait mühür bulunan pasaport sahiplerine ülkeye giriş izni vermediğini duydum. Henüz kendim bu duruma şahit olmasam da, Balkanlar'da çok sık dolaşan bir arkadaşımın benimle paylaştığı bu bilgiyi ben de paylaşmak istedim. Eğer ki Makedonya'dan sonra aynı pasaportla Yunanistan'a gitme ihtimaliniz varsa bu bilgiyi sağlam bir kaynaktan teyit ettirin. </div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<a name='more'></a></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Uçak Bileti</b></div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Doğrudan Üsküp'e THY ve Pegasus'un uçuşları var. İzmir'den de doğrudan (İstanbul aktarmasız) Üsküp'e uçuşlar var ve yolculuk 55-60 dakika sürüyor. Seyahat tarihlerinizi belirleyip önceden biletinizi alırsanız, uygun fiyatla bilet alma imkanınız olabilir. Örneğin biz, birkaç ay önceden (Temmuz 2012 için) iki kişi gidiş-dönüş toplam 590 TL'ye biletlerimiz aldık. </div>
</div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Biletinizi önceden almanın bir avantajı daha var. Bizim pasaport başvurusu yaptığımız tarihlerde Türkiye'de pasaport krizinin yaşandığı döneme denk geldi. Normalde, başvuru yaptıktan sonra 3-4 gün içinde elinize geçen pasaportlar, o dönemde pasaport basımı ile ilgili sıkıntı yaşanması nedeniyle 45 gün sonra size ulaştırılıyordu. Biz, yolculuğumuzdan 1 ay önceden pasaport başvurusu yaptık ve bize 45 gün sonra ancak pasaportunuzu alabilirsiniz dediler. Bu da bizim biletlerimizin yanması ve Makedonya'ya gidemememiz demekti. Bunun üzerine, çok önceden alınmış biletlerimizi Emniyet Müdürlüğü Pasaport Şube'deki yetkili kişilere bir dilekçe ile götürüp mağdur olacağımızı belirtince pasaportlarımız 4 gün içinde elimize ulaştı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Türkiye'den Ucuz </b></div>
<span style="text-align: justify;">Makedonya o kadar ucuz bir ülke ki fiyatlar neredeyse Türkiye'nin yarı fiyatına, hatta yiyecek ve içeceklerde üçte bir fiyatına. Örneğin Türkiye'de <b>Heineken</b> birayı marketten alabileceğiniz bir fiyattan daha ucuza </span><span style="text-align: justify;">orada çok güzel bir mekanda </span><span style="text-align: justify;">içebilirsiniz. Makedonya'da, mütevazi bir bütçeyle en lüks restorantta yemeğinizi yiyebilir, en merkezi yerde çayınızı, kahvenizi, içkinizi içebilir, eşe-dosta hediyelik eşyalar alabilirsiniz. </span><br />
<br /></div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Gelelim yolculuğun asıl önemli noktalarına </b></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Yolculuk günü geldi ve uçağa binerek uçağın havalanmasını beklerken uçakta yanımıza kır sakallı, orta yaşlı, hafif göbekli bir adam oturdu. Ben adamı bir yerden tanıyordum ama nereden tanıdığımı çıkaramıyordum. Ya TV'lere çıkan akademisyenlerden birisi, ya ünlü bir yazar, ya da bir sinemacı idi. Ben bu merakımı gidermek için çok fazla zaman harcamak istemiyordum. Hemen muhabbete giresim vardı: "Sizi bir yerden tanıyorum ama çıkaramadım, isminiz nedir?" diyerek daldım muhabbete. Adam, kısa bir cevapla "Serdar" diye yanıtladı. Eşim hemen yan koltuktan atladı: "<b>Serdar Akar</b>" </div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Behzat Ç.'nin yönetmeni ve iki sıkı Behzat Ç. takipçisi yan yana oturunca kısa bir Behzat Ç. sohbeti oldu. Ama Serdar Akar'ı bu konuda yeterince rahatsız eden insan olduğunu düşünerek fazla sıkmamaya özen gösterdik. O da Elveda Rumeli tarzı bir dizi projesi için Makedonya'ya gidiyormuş.</div>
<div style="text-align: justify;">
Uçakta Serdar Akar ile karşılaşmamız; hem sevdiğimiz bir yönetmen ile tanışma fırsatı elde ettiğimiz için iyi oldu, hem de Makedonya seyahatimizin seyrini olumlu yönde değiştirmesi açısından önemliydi. </div>
<div style="text-align: justify;">
Serdar Akar seyahatimizin seyrini nasıl değiştirdi? Biz Makedonya'da 2 gün Üsküp, 2 gün de Ohrid'de kalmayı planlıyorduk. Bu planımızı Serdar Akar ile paylaşınca 1 günün Üsküp için yeterli olduğunu, geri kalan 3 günün ise Ohrid için yetmeyebileceğini söyledi. İyi iki bizi uyarmış.<br />
<br />
Bu arada baştan söylemem gereken bir noktayı paylaşmayı unuttum. Bizim gezi için Makedonya'yı tercih etmemizi sağlayan Makedon göçmeni bir arkadaşımız idi. Aynı arkadaş, Makedonya'da kalacağımız oteller, yemek yiyeceğimiz mekanlar, gezeceğimiz yerler ile ilgili çok ayrıntılı bilgiler verdi ve bu bilgiler gerçekten çok işimize yaradı. Ben de birazdan bu bilgileri sizinle paylaşacağım.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: justify;">
<b>Üsküp</b></div>
</div>
<div style="text-align: justify;">
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhm8tQr5oh3GdX5LodFNi6zuE8IOyJ5hh-HCyF1rH7wPmPjEz5lGGw0P2LMV7Wmn1lg_DyLp4LVND0GlNFQ6dSrUSbHKb03I8L9Ys7CSyi55iXu4I-uBGIxDAoTl6yeANcgIfxaTNY22II/s1600/Stone+Bridge.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhm8tQr5oh3GdX5LodFNi6zuE8IOyJ5hh-HCyF1rH7wPmPjEz5lGGw0P2LMV7Wmn1lg_DyLp4LVND0GlNFQ6dSrUSbHKb03I8L9Ys7CSyi55iXu4I-uBGIxDAoTl6yeANcgIfxaTNY22II/s1600/Stone+Bridge.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="background-color: black; color: white;">Stone Bridge</span></td></tr>
</tbody></table>
Serdar Akar'ın dediği gibi 1 günlük bir gezinin yeteceği bir şehir. Tipik bir başkent. Büyük, hatta devasa binalar bir başkentte olduğunuzu hemen hissettiriyor size. Bu binaların önemli bir kısmı Kamu binaları olsa da yeni yapılan oteller ve alışveriş merkezleri de şehirdeki ağırlığını hissettirmeye başlamış.</div>
<div style="text-align: justify;">
Şehir, <b>Vardar Nehri</b> tarafından ikiye bölünmüş. Bu ikiye bölünmüşlük durumu, sadece fiziksel olarak değil, kültürel ve tarihsel olarak da kendini hissettiriyor. Bir şehrin iki ayrı yakası değil de sanki iki ayrı şehir, hatta iki ayrı ülkenin şehirleri gibi bir hisse kapılabiliyorsunuz. </div>
<div style="text-align: justify;">
Şehrin çeşitli yerlerinden Vardar nehri üzerine yapılmış çok sayıda köprü iki yakayı bir araya getirirken, bu köprülerden en önemlisi hiç kuşkusuz <b>Stone Bridge</b>'dir. Vardar Nehri'nin bir tarafında; yeni binaları, otelleri, alışveriş merkezleri, geniş caddeleri ve büyük meydanları ile donatılmış <b>Yeni Üsküp</b>, diğer tarafında ise Osmanlı ve Bizans mimarisinin hakim olduğu çarşısı, kalesi, dar sokakları, küçük meydanları, hanları ve eski mimari ile yapılmış evleri ile <b>Eski Üsküp</b> bizi karşılıyor. Eski Üsküp'te Müslüman ağırlığı rahatlıkla hissedilebilirken, Türklerin çokluğu da göze çarpıyor. Buradaki Türkler, tahmin edebileceğiniz gibi Osmanlı döneminden kalma Türkler. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-6i-7UPFP5G4/U2t7ckuISII/AAAAAAAARew/WMwTLBhZZtU/s1600/54923328.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="240" src="http://1.bp.blogspot.com/-6i-7UPFP5G4/U2t7ckuISII/AAAAAAAARew/WMwTLBhZZtU/s1600/54923328.jpg" width="320" /></a>Yeni Üsküp ile Eski Üsküp arasındaki farkı en rahat görebileceğiniz yer Stone Bridge'dir. Stone Bridge, sadece yayaların kullanabileceği ve şehrin tam merkezinde yer aldığı için çok sık kullanılan, adından da anlaşılabileceği gibi taştan yapılmış bir köprü.</div>
<div style="text-align: justify;">
Benim görebildiğim kadarıyla, Türkler ve Müslümanlar daha çok Eski Üsküp'te yerleşmişler ve oradan Yeni Üsküp'e pek geçmemişler. Yeni Üsküp'te ise Hristiyanların ağırlığını bariz hissedebiliyorsunuz.</div>
<div style="text-align: justify;">
Yeni Üsküp tarafında şehre hakim olan bir dağda, 2000 yılında yapılmış ve şehrin her yerinden görülebilen devasa bir Haç var. Bu haç aslında sadece Yeni Üsküp'ün değil, Makedonya'nın genelindeki Hristiyan egemenliğinin bir sembolü gibi. Bu haç örneğinde olduğu gibi Makedonlar büyük yapıları çok önemsiyorlar. Stone Bridge üzerinden Eski Üsküp'ten Yeni Üsküp'e geçerken tam karşınıza yine devasa bir heykel çıkacak. Devasa diyorum, çünkü gerçekten "çok büyük" terimi bu heykeli nitelemek için yeterli değil. Makedonya Meydanı'nın tam ortasında ünlü atı Bukefalos'un üstünde bütün ihtişamıyla "Alexander the Great" yani nam-ı diğer "<b>Büyük İskender</b>" önünde fotoğraf çektirmek isteyen turistleri bekliyor. Dünya tarihinin en önemli ve en ünlü krallarından biri olan Büyük İskender'in bu büyük heykeli, birkaç yıl önce yapılmış. Makedonlar, heykelleri çok önemsediklerini ulus devletin oluşumunda heykellerin önemli bir tutacağını düşünmüş olacaklar ki, sadece Büyük İskender heykeli değil, şehrin her yeri heykellerle dolu. Üstelik bu heykellerin en eskisi 20 yıllık maziye sahip.</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
Makedonya, 1991'de Yugoslavya'dan ayrılıp bağımsızlığını ilan edince ulusal birliğini sağlamak için diğer bütün devletlerin yaptığı gibi Resmi Tarih'e sarılmış. Bugünkü Makedonya topraklarında yaşamış kişiler ve yaşanmış olayları heykellerle sürekli canlı tutmaya çalışıyorlar. Biz oradayken (2012) Yeni Üsküp tarafında yer alan Makedonya Meydanı genişletilerek Eski Üsküp tarafını da kapsayan Stone Bridge çevresinde büyükçe bir meydan inşa ediliyor ve meydana hala çeşitli heykeller dikiliyordu. Bizim orada olduğumuz dönemde inşaat devam ediyordu. Gördüğüm kadarıyla 1-2 yıl ile bitecek bir çalışma da değildi.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-_jKZwV-RhZ4/VG8z6K0aN4I/AAAAAAAAVoU/vG5I8F8MLFo/s1600/IMG_0895.JPG" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="240" src="http://3.bp.blogspot.com/-_jKZwV-RhZ4/VG8z6K0aN4I/AAAAAAAAVoU/vG5I8F8MLFo/s1600/IMG_0895.JPG" width="320" /></a>Dediğim gibi ulusal birlik sağlamak Makedonya için çok önemli. Zira şu anda Makedonya'da yaşayanların sadece % 64'ü Makedon. Makedonları % 25'lik bir nüfus ile Arnavutlar % 4 ile Türkler izliyor. Buradaki Türkler, Osmanlı döneminde buraya yerleşip daha sonra geri gelmeyenler. Türkçe konuşanlar, daha doğrusu Türkçe bilenler bu orandan çok daha fazlası. Buradaki Arnavut ve Makedonların önemli bir kısmı da Türkçe biliyor. Herhangi bir dükkana girip bir şey satın almak için İngilizce konuşmaya başladığınızda Türkçe karşılık verildiğinde şaşırmayın. Sizi tipinizden, İngilizce aksanınızdan bile tanıyorlar. Dolayısıyla, hiç İngilizce bilmeyenlerin bile, biraz zorlansa da Türkçe konuşarak alışveriş yapabileceği, yemek yiyebileceği, gezebileceği bir ülke Makedonya. Bu özellik sadece Üsküp'e özgü değil, tüm ülke böyle.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Merkeze yakın bir otelde kalırsanız, eşyalarınızı bıraktıktan sonra fazla vakit kaybetmeden hemen dışarı atın kendinizi. Eski Üsküp'ü gündüz gezmek daha mantıklı. Çünkü daha çok vakit geçireceğiniz Üsküp Çarşısı ve çevresinde hava kararınca sokaklarda pek kimse kalmıyor, dükkanlar kapatılıyor. Hava karardıktan sonra sadece gençlerin ve orta yaş grubu insanların takıldığı mekanlar açık oluyor. Bu yüzden hava kararıncaya kadar Eski Üsküp'ü gezin, sonra Stone Bridge üzerinden Yeni Üsküp'e geçin 1-2 saat çevreyi gezdikten sonra akşam tekrar Eski Üsküp'e geçip Çarşı'nın üst kısımlarında ve Üsküp Kalesi'ne yakın olan cafe veya barlarda canlı müzik eşliğinde kahvenizi, biranızı içip yemeğinizi yiyebilirsiniz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<div style="text-align: right;">
</div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="http://4.bp.blogspot.com/-KnEppBvsBWI/VG8z1VDfI1I/AAAAAAAAVoA/AG4D5wqdTOk/s1600/IMG_0917.JPG" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="240" src="http://4.bp.blogspot.com/-KnEppBvsBWI/VG8z1VDfI1I/AAAAAAAAVoA/AG4D5wqdTOk/s1600/IMG_0917.JPG" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><b style="background-color: black; font-size: medium; text-align: justify;"><span style="color: white;">Destan Köftecisi</span></b></td></tr>
</tbody></table>
Yemek yiyebileceğiniz en iyi yer tartışmasız <b>Destan Köftecisi</b>'dir. Çarşının hemen içinde ve meşhur bir yer olduğu için kime sorsanız size gösterir. Köfte dışında başka bir yemek yok. Köfteler tane ile sipariş ediliyor. İlk başta 7-8 tane sipariş edin, doymazsanız ekleyebilirsiniz. Köfte ile birlikte size sormadan doğranmış kuru soğan, közde kızartılmış biber, ekmek, yoğurt getiriyorlar Bunların yanında size tavsiyem yoğurt ve salata söyleyin. Kaç çeşit salata var bilmiyorum ama sipariş ederken kesinlikle <b>Şopska</b>'yı tercih edin. Şopska, Balkanlara özgü bir salata. Bulgaristan'ın da geleneksel lezzetlerinden birisi. Domates, biber, salatalıktan oluşan bir karışımın üzerine koyun sütünden yapılmış bir peynirin dökülmesi ile elde ediliyor. Salataya asıl lezzetini veren bu peynir. Peynir günlük üretilip, aynı gün tüketiliyor. Satın alıp Türkiye'ye götürmek istediğimizi söylediğimizde günlük tüketilme zorunluluğu nedeniyle "Hayır" dediler.<br />
<br />
Yemeğinizi yedikten sonra Çarşı'yı mutlaka gezin. Çarşıda yöresel kıyafet satan dükkanlar ve küçük antikacılar ilginizi çekebilir. Antikacılarda, gerek Makedonya tarihine özgü gerekse tüm Dünya'ya mal olmuş olay ve kişilerle ilgili küçük heykeller, madalyonlar, büstler, rozetler, kasketler bulabilirsiniz. Özellikle Yugoslavya tarihinin izlerini taşıyan madalyonlar, rozetler, kıyafetleri rahatlıkla bulabileceğiniz bu dükkanlarda belki de dünyanın hiçbir yerinde bulamayacağınız objeler karşınıza çıkabilir. Tarih ve antika meraklısı iseniz bu dükkanların içine dalmadan önünden geçmeyin.</div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhhCZUR7ocbfE12rZBx4cHZswEGidumMUT-9DGYECbNltzIRb33RpYcsaLTg1akSIkUSGYOwxlrt1hfbkRZMBAqhU77TaA-DLHNjf-cVYQAWqcuVPovTisK9NkLTRxfE69IZFpF1gMIQI4/s1600/IMG_0939.JPG" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhhCZUR7ocbfE12rZBx4cHZswEGidumMUT-9DGYECbNltzIRb33RpYcsaLTg1akSIkUSGYOwxlrt1hfbkRZMBAqhU77TaA-DLHNjf-cVYQAWqcuVPovTisK9NkLTRxfE69IZFpF1gMIQI4/s1600/IMG_0939.JPG" width="240" /></a>Antikaların dışında çarşıda birçok yerde magnet ve anahtarlık satan yerler var. Hediye almak istediklerinize bunlardan da alabilirsiniz. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Çarşıyı gezdikten sonra hava kararmadan, eğer tadilat nedeniyle kapalı değilse Üsküp Kalesi'ne çıkın. Biz çıktık ama giremedik çünkü tadilat vardı. </div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
Çarşı ve Kale'de gündüz gözüyle gezdikten sonra Stone Bridge'e doğru yol alın. Arkanıza Büyük İskender'i alıp Stone Bridge'in üstünde fotoğraf çekmeyi sakın unutmayın. Stone Bridge'ten geçme saatinizi tam güneşin batışına denk getirirseniz çok güzel fotoğraflar<br />
yakalayabilirsiniz. Hava karardıktan sonra Yeni Üsküp sokaklarında turlayın. Yeni Üsküp tarafında geçireceğiniz 1 saatte bile gerçekten iki ayrı Üsküp olduğunu fark edebileceksiniz. Bir tarafta Osmanlı ve Bizans'ın mirasını hala taşımaya çalışan bir Üsküp, diğer tarafta ise belki de 8-10 yıl sonra Avrupa Birliği başkentlerinden biri olacak Yeni Üsküp. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Üsküp'te kalmak için en uygun otel bence <b>Hotel Super 8</b>. Neden en uygun? Şehrin tam merkezinde bulunması, daha çok vakit geçireceğiniz Eski Üsküp'te yer alması ama Yeni Üsküp'e de 10 dakikalık yürüme mesafesinde olması, fiyat ve kalite bir arada değerlendirildiğinde en uygun otel olması, anlayışlı ve misafirperver çalışanlara sahip olması Hotel Super 8'in avantajları. Mesela biz, booking.com'dan daha önce 2 günlük rezervasyon yaptırmamıza rağmen, o gün otele gittiğimizde sadece 1 gün kalacağımızı söylediğimizde hiçbir problem çıkarmadılar ve 1 günlük rezervasyonu iptal edip sadece 1 gün parası aldılar.</div>
<div style="text-align: justify;">
Eğer Üsküp'te sadece 1 gün kalmayı düşünüyorsanız şehir merkezinde daha ucuza bir otel bulamıyorsanız hiç düşünmeden Hotel Super 8'e gidin. Fiyatlar gittiğiniz mevsime göre değişiyor ama bu otelin fiyatı Temmuz ayında kahvaltı dahil 30 Euro idi.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<b>Ohrid </b><br />
Ohrid, Makedonya'nın Arnavutluk sınırında olan bir şehir. Gölün bir kısmı da Arnavutluk topraklarında kalıyor zaten.<br />
Ohrid'e Üsküp'ten otobüs ile ulaşabiliyorsunuz. Üsküp merkezindeki garajdan hemen hemen saat başı kalkan otobüsler sizi yaklaşık 3,5 saatte Ohrid'e ulaştırıyor. Özel arabanız ile bu süre 2 saate kadar düşebilir. <br />
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-0IDgZCyevuI/U2uArM9hHeI/AAAAAAAARfo/OOCURNQxBCE/s1600/528123_10151011245144694_1417144706_n.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="240" src="http://1.bp.blogspot.com/-0IDgZCyevuI/U2uArM9hHeI/AAAAAAAARfo/OOCURNQxBCE/s1600/528123_10151011245144694_1417144706_n.jpg" width="320" /></a>Ohrid, Makedonya gezinizde en fazla zaman harcamanız gereken şehir. Hem Üsküp'e göre çok daha ucuz, hem daha turistik, hem daha sakin hem daha eğlenceli.<br />
Bir kere, Üsküp'teki "başkent ve metropol soğukluğu" Ohrid'de kesinlikle yok. Ne büyük alışveriş merkezleri, ne büyük kamu binaları, ne de AVM'ler, oteller. Bunların yerine küçük butik oteller, göl kenarında restoranlar, rahatça sohbet edebileceğiniz esnaflar, el yapımı ürünler satan küçük dükkanlar var.<br />
Diğer yandan şehir <b>Ohrid</b> <b>Gölü</b> çevresine kurulu olduğu için bir sahil şehri havasında. Ohrid Gölü hem yüzmek için, hem de tekne turu için çok uygun. Eğer Haziran-Eylül arası giderseniz yanınıza mayonuzu, şortunuzu da alabilirsiniz.<br />
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-dp0nGdUboWM/U2uFXRMa6vI/AAAAAAAARf0/50EW9kVx_mc/s1600/425154_10151011240659694_1663065119_n.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="240" src="http://4.bp.blogspot.com/-dp0nGdUboWM/U2uFXRMa6vI/AAAAAAAARf0/50EW9kVx_mc/s1600/425154_10151011240659694_1663065119_n.jpg" width="320" /></a>Bunun yanında göl kenarında yemek yiyebileceğiniz restoranlar da var, gölün çevresinde yürüyüş yapma imkanınız da.<br />
Yemekten söz açılmışken Üsküp'te söylemeyi unuttuğum birkaç şeyi paylaşayım.<br />
Makedonya genelinde yemeklerin porsiyonları çok büyük. Bizim gördüğümüz kadarıyla et ağırlıklı bir mutfakları var. Ama sebzeli yemekler de bir hayli fazla. Restoranlarda tavuk eti, kırmızı et ve domuz eti bulabilirsiniz. Yöresel ve aynı zamanda bizim damak tadımıza yakın bir yemek istiyorsanız <b>Tafçe Grafçe</b>'yi mutlaka denemelisiniz. Tafçe Grafçe masanıza geldiğinde şaşırmayın diye şimdiden söyleyeyim. tafçe Grafçe, çömlekte pişirilmiş ve çömlekte servis edilen bildiğiniz bir çeşit kuru fasülye. Kuru fasülyeyi çok fazla sevmem ama Tafçe Grafçe çok lezzetli.<br />
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-OBkb-MruZcc/U2uFb3UzsoI/AAAAAAAARf8/hZ4dxfvz07k/s1600/376406_10151011035079694_32445652_n.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="240" src="http://3.bp.blogspot.com/-OBkb-MruZcc/U2uFb3UzsoI/AAAAAAAARf8/hZ4dxfvz07k/s1600/376406_10151011035079694_32445652_n.jpg" width="320" /></a>Sabah kahvaltısı için ise çok fazla beklentiye girmeyin. Zaten Türkiye'den dünyanın neresine giderseniz gidin kahvaltı keyfi yapmayı unutun. Makedonya'da da sabah kahvaltısını börek tarzı yiyeceklerle geçiştirmeye alıştırın kendinizi.<br />
Tekrar Ohrid'e dönecek olursak; göl çevresinde kurulu şehrin gezip görülecek yerleri de yürüme mesafesinde. Gölün dibinde bir çarşı, çarşının çevresinde dar sokaklar, hemen herkese hitap eden çeşitli cafe ve barlar, restoranlar, hediyelik eşya satan dükkanlar, butik oteller bu Arnavut kaldırımlı dar sokaklara serpiştirilmiş gibi. <br />
Dar sokakların hemen hepsi bir süre sonra yokuş yukarı <b>Ohrid Kalesi</b>'ne doğru çıkıyor. Ohrid Kalesi'ne çıkarken ahşap dükkan ve otellerin bittiği yerde yine ahşaptan yapılmış evler başlıyor. Şehrin önemli bir bölümü ahşap yapılarla donatılmış ve bu yapıların birçoğu çok düzgün ve aslına sadık kalınarak restore edilmiş. Sokaklar tertemiz ve evlerin küçük bahçelerinin hepsi rengarenk çiçeklerle donatılmış.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5NCCB7lD8ggz98duShcDibtz7Pa2RTX6OSk7Q2uUU2g6NHdqRQ39pOUl6rd7Q9FiSy0fSD9rYgxLGugID_COqRbp9Gi1C1bYpkfUfJxMplId9B4IQMtlccZamsEtwFonz7TzVJVR4lq8/s1600/IMG_1057.JPG" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5NCCB7lD8ggz98duShcDibtz7Pa2RTX6OSk7Q2uUU2g6NHdqRQ39pOUl6rd7Q9FiSy0fSD9rYgxLGugID_COqRbp9Gi1C1bYpkfUfJxMplId9B4IQMtlccZamsEtwFonz7TzVJVR4lq8/s1600/IMG_1057.JPG" width="320" /></a>Bu yüzden, şehrin hareketli merkezinden sakin Ohrid Kalesi'ne çıkarken hiç sıkılmıyorsunuz. Her ev bir tablo gibi. İsterseniz hayranlıkla dakikalarca seyredin, isterseniz de fotoğraf makinenizle kendi posterinizi yaratın. Sokaklardan kaleye çıktıkça Ohrid Gölü'nün ihtişamı müthiş bir manzaranın öğesi oluyor. Göl manzarası ve Ohrid evleri defalarca kez aynı karede bir araya gelince, fotoğraf makinenizi yanınıza almadığınız için hayıflanabilirsiniz. Yanınızda makine yoksa da manzaranın tadını çıkarın, merak etmeyin gözleriniz o manzaraları hafızanıza çoktan nakşetmiştir.<br />
<br />
Ohrid Kalesi'ne çıkmadan evlerin arasından belki de hiç tahmin etmeyeceğiniz bir yerden bir <b>antik tiyatro</b> çıkacak karşınıza. Yine yukarı tırmanışınızı biraz devam ettirip kale yolundan ufak bir sapma ile eski bir kiliseyle karşılaşacaksınız.<br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUodRY__Qejv0BuqORrLbMUx87sPrKpr8phcFv0WfDIseXEmSbemxPQROLxeIT4M4OnH12BSWtdE4vrbY-VqDdGRJRFdP7r56Vidz4lXAcJZVdULKUUdTV26VHQwmiktk_NAwUSf5Z6Cw/s1600/409606_10151011028449694_540028406_n.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUodRY__Qejv0BuqORrLbMUx87sPrKpr8phcFv0WfDIseXEmSbemxPQROLxeIT4M4OnH12BSWtdE4vrbY-VqDdGRJRFdP7r56Vidz4lXAcJZVdULKUUdTV26VHQwmiktk_NAwUSf5Z6Cw/s1600/409606_10151011028449694_540028406_n.jpg" width="320" /></a>Tekrar yolunuza devam edince yemyeşil ağaçların arasında Ohrid Kalesi'ni ve içine kondurulmuş bir kilise daha göreceksiniz. Belki de dünyanın en güzel manzaralı kiliselerinden birisi. Kilisenin içine girip gezebiliyorsunuz.<br />
<br />
Ohrid Kalesi'nden doya doya Ohrid'i seyretmeyi noktalamayı başarabilirseniz tekrar şehir merkezine inmeye başlayabilirsiniz. Kaleye çıkarken terlik yerine ayakkabı giymeyi tercih ederseniz kaleden aşağı inerken patika yolu kullanmanızı öneririm. Daha keyfili olacaktır.<br />
Ohrid Kalesi'nin hemen altında <b>Sveti Kliment Kilisesi</b> göl manzaralı tepenin en güzel yerine kurulmuş.<br />
Çarşıya indiğimizde, hediyelik eşya dükkanlarında gözünüze çarpacak en önemli şey <b>Ohrid İncisi</b>'nden yapılmış süs eşyaları olacaktır. Ohrid'in dünyaca ünlü ürünü olan inci, tesbihten küpeye kadar birçok objeye ayrı bir güzellik katıyor. Ohrid'deki belki de en pahalı ürün inciden yapılmış eşyalar. 10 Euro'dan daha ucuza bir ürün bulamayabilirsiniz.<br />
<br />
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="http://2.bp.blogspot.com/-c96vtitng58/U2uARe_Z2SI/AAAAAAAARfg/0kmtEpciCFE/s1600/P6300045_Ohrid_Sveti_Kliment.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="203" src="http://2.bp.blogspot.com/-c96vtitng58/U2uARe_Z2SI/AAAAAAAARfg/0kmtEpciCFE/s1600/P6300045_Ohrid_Sveti_Kliment.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="color: white;"><span style="font-size: small; text-align: justify;">Sveti Kliment Kilisesi</span><span style="font-size: small; text-align: justify;"> </span></span></td></tr>
</tbody></table>
Ohrid'de Üsküp'ten daha fazla otel seçeneğiniz var. Bunların büyük bir bölümü eski ahşap evlerin restore edilmesiyle hizmete sunulan butik oteller. Butik oteller daha çok çarşı ile Ohrid Kalesi arasındaki bölgede kümelenmişler. Hemen her sokakta birkaç otel görebilirsiniz. Butik otellerin dışında büyük, betonarme, 3 yıldızlı, 4 yıldızlı oteller de var.<br />
<br />
Ohrid'te de çok fazla Türk'e denk gelebilirsiniz. Ohrid'in garaja yakın olan meydanında bir sokak Türk sokağı gibi. İstanbul çaycısı adlı bir cafe bile var. Buraya girip nefis bir Türk kahvesi içeyim demeyin, beceremiyorlar haberiniz olsun. Çayınızı için kalkın. <br />
<br />
<b>Struga </b><br />
Ohrid'e kadar gitmişken Struga'ya uğramamak olmaz. Ohrid'den taksiyle yarım saatte ulaşabilirsiniz. Kişi başı 3-4 euroya giden taksi dolmuşlarla rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Yol üstünde belki dikkatini çekebilir, Yahya Kemal Koleji var. O kolej tahmin ettiğiniz üzere Fethullah Gülen'in okularından birisi.<br />
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEganUN5YWGMuCUOd5R0VC2nL34KskCYRgBFpc8BWHhF90jZq8zcqOXxDpyUtoY7PTrrMICjgpe8LatvLtLwYOitIXyMib9RSERUdT28uBY96pp_HHSMYBNw0okI3CWW1wQzj3gf2fscqrg/s1600/549645_10151013162884694_432215046_n.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEganUN5YWGMuCUOd5R0VC2nL34KskCYRgBFpc8BWHhF90jZq8zcqOXxDpyUtoY7PTrrMICjgpe8LatvLtLwYOitIXyMib9RSERUdT28uBY96pp_HHSMYBNw0okI3CWW1wQzj3gf2fscqrg/s1600/549645_10151013162884694_432215046_n.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="background-color: black;"><span style="color: white;">Drim Nehri</span></span></td></tr>
</tbody></table>
Struga'da gezip göreceğiniz yerler en fazla 2-3 saatinizi alır. Struga'da <b>Drim Nehri</b>'nin Ohrid<br />
Gölü'ne döküldüğü yerde kurulu cafelerde oturup çok güzel bir manzara eşliğinde çayınızı, biranızı içip yemeğinizi yiyebilirsiniz. Aslında tam olarak Drim Nehri, Ohrid Gölü'ne dökülüyor diyemeyiz. Zira Drim Nehri dağlardan kopup gelip göle akmıyor. Gölden şehrin iç taraflarına<br />
doğru akıyor.<br />
<b><br /></b>
Struga Arnavutluk sınırında bir küçük bir şehir. Hatta Arnavutluk ve Makedonya'nın iç içe geçtiği şehirlerden birisi. Yollarda Arnavutluk bayraklı düğün konvoylarıyla karşılaşırsanız hiç şaşırmayın.<br />
Struga kaçak yollarla Türkiye'den Avrupa'ya geçiş için kullanılan güzergahta da yer alıyor.<br />
<br />
İzmir veya İstanbul =) Üsküp =) Ohrid =) Struga =) Arnavutluk =) İtalya<br />
<br />
Struga'ya kadar gitmişken zamanınız varsa Arnavutluk'a da gidebilirsiniz. Vize problemi olmadığı için pasaportunuzla geçiş yapabilirsiniz. <br />
<b> </b><br />
<b>Bitola</b></div>
<div style="text-align: justify;">
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4K7foG12rsSiaqHnOef97EpTxensR0a3eDdaIxbyr7zse5zRat0T9n8FL0StpHFfy0Wb1bbNQOxom76o7M0-LG9S4oiCl5UWpVTPlaPYIAfuimcu3stlrIx0nGmDhDWeTFyOWI1gr3b8/s1600/Bitola.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="212" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4K7foG12rsSiaqHnOef97EpTxensR0a3eDdaIxbyr7zse5zRat0T9n8FL0StpHFfy0Wb1bbNQOxom76o7M0-LG9S4oiCl5UWpVTPlaPYIAfuimcu3stlrIx0nGmDhDWeTFyOWI1gr3b8/s1600/Bitola.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="font-size: small; text-align: justify;"><span style="color: white;">Manastır Askeri İdadisi</span></span></td></tr>
</tbody></table>
Osmanlı döneminde ismi Manastır olarak değiştirilen ama şu anda gerçek ismi Bitola'yı kullanan Üsküp'e 2 saat mesafedeki bu şehre zamanımız kısıtlı olduğu için gidemedik. Ama siz gidin. Özellikle de Atatürk'e karşı özel bir hayranlık besliyorsanız mutlaka gidin. Atatürk'ün lise öğrenimini gördüğü <b>Manastır Askeri İdadisi</b> bu şehirde. Şu anda müze olarak korunan bu Manastır'da Atatürk'e ait az da olsa eşyaları görmek mümkün. Atatürk'ün fikirlerinin şekillendiği bu mekanı Kemalist duygularınızı kabartmak için de gezebilirsiniz.<br />
<br />
Makedonya abartılı olmayan bir bütçe ile Balkan kültürünü yerinde görmek, hem tarihi hem de eğlenceli bir tatil geçirmek için en uygun yerlerden birisi.<br />
<br />
İyi gezmeler. <br />
<br />
<b>Yoldaş Pançuni (2013)</b><br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-19224891715061074712014-03-25T05:39:00.003-07:002014-03-26T05:45:02.877-07:00Tatavaya Devam <div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-GCj9xfa5ZjE/UzFFmiZsKxI/AAAAAAAARdQ/ZEuCGbrSfRs/s1600/1795596_10152248519608077_71960490_n.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-GCj9xfa5ZjE/UzFFmiZsKxI/AAAAAAAARdQ/ZEuCGbrSfRs/s1600/1795596_10152248519608077_71960490_n.jpg" height="296" width="320" /></a>Seçimlere 1 haftadan daha az bir süre kaldı. Bütün partiler ve adayları bu kısa sürede son kozlarını oynuyorlar. Toplumsal mücadeleleri sadece seçimlere endeksleyen düzenin bekçileri, bu "son düzlük" deparında varını yoğunu ortaya koyarken, bir yandan da kirli, ucuz siyaset oyunlarına başvurmaktan geri durmuyorlar.<br />
<br />
Seçimleri çok önemli görse de, asıl mücadelenin seçimlerden sonra olacağını düşünenler ise, her zaman olduğu gibi sokakta olacaklar. Hangi partiden olursa olsun, belediye başkanlarından, Başbakan'dan hesap sormaya devam edecekler. Yeni muktedirler yaratmak için değil, mahallesini, şehrini, ülkesini birlikte yönetmek için, geleceğine kendisi karar vermek için her zaman oldukları yerde sokakta olmaya devam edecekler. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<a name='more'></a>İktidarı-muhalefetiyle sadece seçimlere endeksli "siyaset" yapanlar ise, bir önceki seçimlerden sonra unuttukları seçmenleri, mahalleleri, miting alanlarını seçim sath-ı mahaline girince tekrar hatırlayacaklar. Seçimlere yönelik türlü türlü vaatler, projeler sunacaklar. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
Seçimler arası dönem, burjuvazinin bekçileri için o kadar "boş" geçmiştir ki bazı dönemlerde vaatler de pek işe yaramaz. 30 Mart 2014 yerel seçimleriyle beraber, bu boş vaatlerin de işe yaramadığını görenlerin farklı bir kampanyasına tanıklık ediyoruz:</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>"Tatava Yapma Bas Geç"</b></div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
Her ne kadar onlar tatava yapma dese de biz bildiğimizi söylemeye devam edelim. Bu kampanyanın berzerleri esasında daha önce de defalarca yapıldı ama bu seçim dönemindekini diğerlerinden farklı kılan bunun bir kampanyaya dönüşmesi.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-JLLsVlpG8RM/UzBOV9IYYwI/AAAAAAAARcs/YsGvfqjqj2Q/s1600/2014-yerel-se%C3%A7imleri-chp-mhp-g%C3%BC%C3%A7birli%C4%9Fi_602716.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-JLLsVlpG8RM/UzBOV9IYYwI/AAAAAAAARcs/YsGvfqjqj2Q/s1600/2014-yerel-se%C3%A7imleri-chp-mhp-g%C3%BC%C3%A7birli%C4%9Fi_602716.jpg" height="320" width="232" /></a>AKP'nin iktidara çöreklenmeye başladığının sinyallerinin alındığı 2007 yılında yapılan Genel Seçimlerde CHP ile MHP arasında adı konulmamış bir ittifak oluştu. Seçim çalışmalarında evleri, işyerlerini dolaşan CHP'li ve MHP'li partililer halka açık açık "Solcuysan CHP'ye, sağcıysan MHP'ye oy ver" diyorlardı. </div>
Yine 2009 yerel seçimlerinde de yine ülke çapındaki kampanyalarla değil ama <a href="http://yoldaspancuni.blogspot.com.tr/2013/12/izmir-ne-kadar-sol.html" target="_blank">şurada</a> açıkladığımız Manisa ve İzmir-Bayraklı örneğinde olduğu gibi yerellerin durumuna özgü çeşitli ittifaklar geliştirilmişti.<br />
<div style="text-align: center;">
<br />
<div style="text-align: justify;">
2014 Seçimleri'nde ise, AKP'ye karşı CHP-MHP ittifakı, kişilerin veya yerel örgütlerin inisiyatifine bırakılmadan doğrudan ülke çapında bir kampanyayla desteklenmeye çalışılıyor. </div>
</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Tatava Yapma Bas Geç,</b> İlk bakışta naif ve eğlenceli bir kampanya havası verse de, içeriği itibariyle ucuz siyasetin tipik bir örneği, kullandığı dil itibariyle de küstahça. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu kampanyanın özeti şu; hangi ilde oy kullanıyorsanız, AKP'ye karşı en güçlü olan partiye verin.<br />
<br />
İlk etapta kulağa hoş geliyor ama ufak bir araştırma ile işin aslının öyle olmadığını anlıyorsunuz. Bu kampanya başlatılmadan önce sosyal medyada "<b>Ulusal Güç Birliği</b>" adı altında CHP-MHP ittifakının taşları döşenmeye başlanmıştı bile. Sağ taraftaki fotoğrafta da görüleceği üzere şehirler MHP ve CHP arasından paylaştırılmış.<br />
<br />
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-M4qp6wFpsbM/UzE_r24e53I/AAAAAAAARc8/wSOrO_dKVHE/s1600/liste_7098.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-M4qp6wFpsbM/UzE_r24e53I/AAAAAAAARc8/wSOrO_dKVHE/s1600/liste_7098.jpg" height="640" width="153" /></a>Tatava Yapma Bas Geç kampanyası da asıl olarak, "Ulusal Güç Birliği" kampanyasının üzerine inşa edildi. Ancak bu iki kampanyanın arasından ufak bir farkın olduğunu da söylemek gerek. Ulusal Güç Birliği'nde Gülen Cemaati henüz bu cephenin ortaklarından biri değilken, Tatava Yapma Bas Geç ile o da artık CHP-MHP koalisyonunun bir ortağı haline geldi. AKP ile kanlı-bıçaklı olan <b>Gülen Cemaati</b>, bırakın AKP'yi desteklemeyi AKP'nin iktidardan düşmesi için elinden geleni yapıyor. Ama Gülen Cemaati, doğrudan isminin bir veya birden fazla parti ile anılmasını istemediği için bu tür kampanyalarla CHP ve MHP'ye dolaylı yollardan destek vermeye çağırıyor.<br />
<br />
Yani bu kampanya CHP, MHP ve Gülen Cemaati'ni aynı cephede topluyor.<br />
<br />
Tatava Yapma Bas Geç'in ucuz bir siyasetin ürünü olduğunun bir diğer kanıtı da içinde barındırdığı samimiyetsizlik. Tek derdinin AKP'yi zayıflatmak olduğunu iddia eden bir kampanyada, AKP'yi birçok şehirde zayıflatma ihtimali çok yüksek olan BDP'nin listede yer almaması nasıl açıklanabilir? </div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
Urfa'da, Mardin'de, Ağrı'da, Muş'ta, Bingöl'de, Bitlis'te AKP'nin karşısında en güçlü hatta "tek" güçlü alternatif BDP olmasına rağmen ve BDP'nin bu belediyeleri kazanma ihtimali çok yüksek olmasına rağmen neden BDP desteklenmiyor?<br />
<br />
Bunun cevabı çok açık: CHP, MHP ve Gülen Cemaati'nin tek ortak noktası AKP karşıtlığı değil. Bu blok aynı zamanda Kürtlere, Kürtlerin örgütlerine, devrimcilere, komünistlere karşı da ezelden beri düşmanlığını esirgemeyenleri birleştiren yeni bir cephe.<br />
<br />
Ama ne hikmetse, bu kampanyanın hedef kitlesinin önemli bir bölümü de Kürtler, Kürt örgütlerine destek vermekten onur duyan kesimler, sosyalistler, sanatçılar, entelektüeller, aydınlar vs.<br />
Zaten "Ulusal Güç Birliği" türü kampanyalarla CHP ve MHP ittifakı sağlanmıştı sağlanmasına da; İstanbul ve Ankara gibi şehirlerde CHP'nin kazanması için azımsanmayacak sayıda fazla olan Solcuların oylarını da almak gerekiyordu.<br />
Kampanyanın dilinin küstahlığı da burada gizli zaten: "Tatava yapma"<br />
Yani bu kampanyayı savunanlara göre Sosyalistlerin kullanmaktan imtina etmediği "ideoloji", "egemen sınıflar arası çekişme", "sınıf siyaseti" vb. kavramların hepsi boş laflar, hepsi Tatava.<br />
<br />
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-Ku0kDgy9gRs/UzFFmc8M22I/AAAAAAAARdM/OprXRRlGEoY/s1600/10006968_692228370828815_1770507928_n.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-Ku0kDgy9gRs/UzFFmc8M22I/AAAAAAAARdM/OprXRRlGEoY/s1600/10006968_692228370828815_1770507928_n.jpg" height="236" width="320" /></a>Örneğin İstanbul'da HDP adayı <b>Sırrı Süreyya Önder</b> veya TKP adayı <b>Aydemir Güler</b>'e oy vereceğine, "ne idüğü belirsiz" ama AKP'den İstanbul'u alacak tek alternatif olan Mustafa Sarıgül'e oy ver. Bırak boş lafları.<br />
Kampanya sahiplerine göre Sosyalistlerin ilkelerinin hepsi Tatava. Kampanyanın savunucuları için yeni bir durum değil bu. Biz bunları çok önceden beri tanıyoruz. Onlara göre; yüzlerce yıldır sınıf savaşlarının, halk hareketlerinin süzgecinden geçirilip bugüne kadar gelmiş bu ilkelerin, ideolojilerin hepsi boş laftan ibaret. Seçimlerden çok önce de böyle düşünüyorlardı, seçimlerden sonra da böyle düşünecekler ve her fırsatta karşımıza "Tatava Yapma" diye çıkacaklar. 1965 Seçimleri'nde <b>Türkiye İşçi Partisi</b>'ne de oyları bölme, Tatava Yapma diyorlardı. TİP'liler Tatava yapmaktan vazgeçmedi ve 15 milletvekilini Meclis'e gönderdi. <br />
<br />
Tatava Yapma Bas Geç kampanyasının olası sonuçlarından biri de, <b>Gezi Direnişi</b>'de ortaya çıkan halk hareketinin sönümlenmesi ve böylesine görkemli bir hareketin bir daha ortaya çıkmamasıdır. Gezi Direnişi, iktidar partisi AKP'ye karşı bir tepkiyle başlamasına rağmen, bütün siyasi partilere ve topyekün olarak siyaset kurumuna bir tepkiyi de içinde barındırmıştı. Taksim Komünü'nde ve diğer birçok yerde hayata geçen "doğrudan demokrasi" örnekleriyle temsili demokrasiye de meydan okundu. Gezi Direnişi'nde sokağa çıkanların büyük bir kısmı artık yönetilmek değil, "birlikte yönetmek" istediğini de ortaya koymuştu.<br />
<br />
Ama Tatava Yapma Bas Geç kampanyası; Gezi Direnişi hiç yaşanmamış, Gezi'den hiç ders çıkarılmamış gibi yine "sizin yerinize en iyisini biz belirleriz" diye çıkıverdi karşımıza. Sizin AKP'yi devirmek için sokağa çıkmanıza gerek yok, bizim belirlediğimiz yerlerde, yine bizim belirlediğimiz adaylara oyunuzu verin, gerisine karışmayın. AKP'yi devirdikten sonra da ülkeyi sizin yerinize biz yöneteceğiz ve ülke için en iyisi olan neyse ona da biz karar veririz.<br />
<br />
Çünkü bu toprakların insanı, Gezi Direnişi'nde iktidarı titretmenin zor olmadığını gördü. Haziran'da ve sonrasında verilen mücadelenin üstüne biraz daha <br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-MtnBW7xwjGo/UzF2VSNdbHI/AAAAAAAARdk/R7VsYkq9nho/s1600/963849_10151470622133479_1044260984_o.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-MtnBW7xwjGo/UzF2VSNdbHI/AAAAAAAARdk/R7VsYkq9nho/s1600/963849_10151470622133479_1044260984_o.jpg" height="213" width="320" /></a></div>
koyarak AKP iktidarını yıkarsa, AKP'den sonra gelecek iktidarlar da diken üstünde olacaklar. AKP'yi kendi dinamikleriyle alaşağı eden halk, CHP-MHP koalisyonunun da yakasına yapışacaktı, Gülen Cemaati'nin ipliğini pazara çıkaracaktı. Düzenin bekçilerine göre; Gezi Direnişi, bir direniş geleneğine dönüşmeden bunu engellemek bu direnişi düzen için çözümlerle sönümlendirmek gerekiyordu.<br />
<br />
İktidarın kendisiyle derdi olmayanlar, iktidarın zorbalığını dert etmeyenler, iktidardaki parti değişince bütün sorunlarının çözüleceğini düşünürler. İktidarın kendi içindeki işleyişi, kurumları, partileri, yasaları değişmedikçe iktidarın yarattığı sorunların aynen devam edeceğinin farkında değildir. Kendi gücüne, sokak muhalefetinin gücüne değil, kendinden olmayanlara sırtını yaslar. Gün olur Kara Oğlan Ecevit'ten medet umarlar, kimi zaman Uzun Adam Tayyip'ten, kimi zaman da "Çare Sarıgül" deyiverirler. Günü gelir, seks videolarının yayınlanması umuduna sarılarak iktidarın düşmesini bekler. <br />
<br />
<div>
AKP'nin hegemonyasından kurtulmamız gerektiğinin hepimiz farkındayız ama bu hegemonyadan CHP gibi bir partide bile eğreti duran Mustafa Sarıgül gibi bir figür ile kurtulacaksak vay halimize. Nazan Üstündağ'ın <a href="http://t24.com.tr/haber/hdp-ve-chp-meselesi/254283" target="_blank">dediği gibi</a> "Yüzyıldır zaten tutuklanan, zaten ölen, zaten yasaklanan, zaten yerinden edilen, zaten görünmez olan, zaten onlarca saat çalışan, zaten cinsel ve kimliksel baskılarla yaşayanlar için AKP’nin zıvanadan çıkışı tarihsel bir kopuş değil, tekerrürden ibaret"<br />
Baskı ve zulüm; AKP'den önce de vardı, AKP halkın kendi mücadelesiyle devrilmeyecekse yine var olmaya devam edecek. </div>
</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
Çeşitli örneklerle bu tür ittifakların "seçim kazanmak" için işe yarayabileceğini gösterebiliriz ama bu şekilde kazanılan seçimlerin, Gezi Direnişi'nde bir kez daha öğrendiğimiz "şehrimizi, ülkemizi birlikte yönetme" gücümüze hiçbir katkısı olmayacaktır.<br />
<br />
<b>Yoldaş Pançuni</b> (25 Mart 2014)</div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-36225133570763813602014-03-11T08:02:00.002-07:002014-03-24T05:37:16.854-07:00Bir Şölen, Bir Direniş Öyküsü:Gezi Direnişi <div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-DeTY3gXaurk/Ux8luS0Ig7I/AAAAAAAAQbs/d0W3BMACWU4/s1600/9.Jpeg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: justify;"><img border="0" height="320" src="https://2.bp.blogspot.com/-DeTY3gXaurk/Ux8luS0Ig7I/AAAAAAAAQbs/d0W3BMACWU4/s1600/9.Jpeg" width="244" /></a><br />
<div style="text-align: justify;">
Onlar ki toprakta karınca,</div>
<div style="text-align: justify;">
suda balık,</div>
<div style="text-align: justify;">
havada kuş kadar </div>
<div style="text-align: justify;">
çokturlar;</div>
<div style="text-align: justify;">
korkak,</div>
<div style="text-align: justify;">
cesur,</div>
<div style="text-align: justify;">
câhil,</div>
<div style="text-align: justify;">
hakîm </div>
<div style="text-align: justify;">
ve çocukturlar</div>
<div style="text-align: justify;">
ve kahreden</div>
<div style="text-align: justify;">
yaratan ki onlardır,</div>
<div style="text-align: justify;">
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Onlar ki uyup hainin iğvâsına</div>
<div style="text-align: justify;">
sancaklarını elden yere düşürürler</div>
<div style="text-align: justify;">
ve düşmanı meydanda koyup </div>
<div style="text-align: justify;">
kaçarlar evlerine</div>
<div style="text-align: justify;">
ve onlar ki bir nice murtada hançer üşürürler</div>
<div style="text-align: justify;">
ve yeşil bir ağaç gibi gülen </div>
<div style="text-align: justify;">
ve merasimsiz ağlayan</div>
<div style="text-align: justify;">
ve ana avrat küfreden onlardır,</div>
<div style="text-align: justify;">
destanımızda yalnız onların maceraları vardır. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Nazım Hikmet Ran</b></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
27 Mayıs 2013'de Taksim Gezi Parkı'na yıkım için giren iş makinelerine engel olmak isteyen bir avuç çevreciye polisin pervasızca müdahale etmesiyle başlayan ve birkaç gün içinde sosyal medya aracılığıyla tüm yurda yayılan, 79 ilde (İç İşleri Bakanlığı verilerine göre sadece Bingöl ve Bayburt'ta eylem olmamış) milyonlarca insanın sokağa çıktığı bir direniş hareketinden bahsediyoruz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Öyle bir direniş ki; kapsadığı alan, süresi ve içeriği itibariyle Türkiye tarihinin en görkemli direnişlerinden, halk hareketlerinden biri olmaya aday. Kimilerine göre ise en muazzamı. Tüm dünyanın gözü kulağının Türkiye'ye çevrildiği, direnişe ortak olan hemen hemen herkesin "Oradaydım" demekten onur duyacağı bir büyük şölen. </div>
<div style="text-align: justify;">
Baharda görmeye alışkın olduğumuz çiçeklerin Haziran'da da açmaya devam ettiği ve baharın Temmuz’a kadar sarktığı bir yıl. </div>
<div style="text-align: justify;">
<a name='more'></a></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu uzun baharın etkisiyle memleketin her yerinin rengarenk çiçeklerle donatıldığına tanık olduk. İlk önce Taksim'de filizlenen çiçekler, büyülü bir rüzgarın etkisiyle bütün kentlere, meydanlara savurdu tohumlarını. Yeryüzünün bütün renkleri bir araya geldi Taksim'de. Sonra Kızılay'da, Gündoğdu'da, Armutlu’da çiçekleniverdi bütün sokaklar.<br />
Ve elbette, çiçeklerin kokusuna, baharın güzelliklerine tarihin hiçbir döneminde tahammül edemeyenler de sokaktaydı. Gezi Parkı’ndaki birkaç ağaca tahammülü olmayanlar, sokakların çiçeklerine kavuşmasını da hazmedemedi. Çiçekleri sokaklardan koparmaya çalıştılar. <b>Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Berkin Elvan, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan </b>ve<b> Hasan Ferit Gedik</b> Gezi Direnişi eylemleri sırasında uygulanan devlet şiddeti nedeniyle hayatını kaybettiler. Taksim’de ağaçların kesilip yerine AVM’nin yapılmasına tepkiyle büyüyen eylemler devam ederken, Diyarbakır’da, Şırnak’ta da ormanların yok edilip yerine büyük karakolların(Kalekol) yapılmasına tepki eylemleri başlamıştı. Bu eylemlere de tahammül edemeyen aynı devlet, halkın üzerine doğrudan ateş açarak <b>Medeni Yıldırım</b>’ı da aramızdan aldı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi Direnişi sırasında hayatını kaybedenlerin dışında onlarca, yüzlerce kişi yaralandı. Devlet kimi zaman polisini, jandarmasını halkın üzerine salarken, kimi zaman da faşist çeteleri devreye soktu. Doğrudan insanlar hedef alınarak fişeklerle gaz bombaları sıkılması, ara sokaklarda sıkıştırılan eylemcilerin sopalarla döve döve öldürülmesi, palalarını kadınların üzerine sallayan faşistlerin sokaklarda peydahlanması devlet şiddetinin tüm çıplaklığı ile görülmesini sağladı. Halk sokağa döküldükçe devlet şiddeti arttı. Devlet şiddetin dozunu arttırdıkça halkın tepkisi büyüdü, tepki sokakları, meydanları taşırdı. Gaz bombaları, TOMA’lar, bol kimyasallı tazyikli sular, gerçek mermilerle halka uygulanan şiddetin kitleleri geri çekmeyeceğini fark eden devlet, yüzlerce yıldır deneyimini kazandığı kirli savaş oyunlarını devreye sokmaya başladı. Her isyanı dış güçlere bağlamaya pek meraklı kamuoyuna, direnişin arkasında “faiz lobisi”, “Amerika”, “İsrail”, “Soros” gibi dış güçlerin olduğu yalanı servis edilmeye başlandı. Devlet geleneği pek değişmemişti anlaşılan. İktidarın elinde bu manipülasyonu yerine getirecek yeterli medya desteği vardı ama geçmişten farklı olarak, haber saklanarak, bilgiler çarpıtılarak yaratılan karanlığı yırtacak sosyal medya da vardı artık. İktidarın yalanlarına toplumun %50’sinin önemli bir bölümü inanmak isterken, geri kalan %50’nin kesinlikle inanmaya niyeti yoktu. İktidarın ve iktidarın kalemşörlerinin kullandığı söylemler, direnişinden süzgecinden geçiriliyor ve bu söylemler çok kısa sürede muktedirlere karşı bir silaha dönüşüyordu. Örneğin, sokağa çıkan herkesi “Çapulcu” diyerek aşağılamaya çalışanlara inat, kısa sürede herkes birer çapulcuya dönüşerek bu saldırıyı geri püskürttü. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Şehir şehir, mahalle mahalle polisin egemenliğini yitirdiği, egemenlerin devletin kolluk kuvvetlerine verdiği görevlerini yerine getiremediği, hakimiyetin direnen halka geçtiği, meydanların zapt edildiği bir halk ayaklanmasından bahsediyoruz. Sadece meydanların değil, o meydanlara nefes aldıran sokakların, caddelerin, ana yolların da ablukaya alındığı bir direniş.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
15-16 Haziran Direnişi'ni yaşamış, Tariş Direnişi'ni gören, Fatsa'yı okumuş, 12 Eylül Darbesi öncesi ülkenin politik atmosferini çok iyi bilen “ablalarımız, abilerimiz” böyle bir tabloya tanık olmadıklarını söylüyorlar. 95 Gazi Ayaklanması'nı, 1996 1 Mayısı'nda Kadıköy'ü, 2010'da Tekel Direnişi'ni gören bir nesil olarak bizler de böyle bir eylem, böyle bir halk hareketini daha önce yaşamadığımızı rahatlıkla söyleyebiliriz. 15-16 Haziran Direnişi daha çok İstanbul ve İzmit ile sınırlıydı ve sadece 2 gün sürmüştü. Tariş Direnişi, 15-16 Haziran'dan daha uzun (yaklaşık 1 ay) sürmesine rağmen, o da sadece İzmir'de etkili olmuştu. Fatsa yine öyle. 1995 Gazi Ayaklanması da sadece İstanbul'un birkaç mahallesi ile sınırlı kalmıştı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
1984'ten bu yana hala devam eden Kürt isyanını ise Gezi ile karşılaştırmak hata olur. Zira bu ayaklanma zaman zaman şiddeti azalıp artsa da 30 yıldır devam ediyor ve Kürdistan'da yaşayan Kürtler, Gezi Direnişi'nde 1 ay boyunca yaşananları 30 yıldır neredeyse her gün yaşıyorlar. Yani orada 1 gün, 1 hafta veya birkaç ay ile sınırlı olmayan ve sürekliliği olan bir hareket söz konusu.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi ile karşılaştırabileceğimiz bu ayaklanmaların amaçları, niteliği, örgütlülüğü, kapsadığı kitle gibi özelliklerinin zaten Gezi'den çok farklı olduğunu biliyoruz. </div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi Direnişi ile karşılaştırmasını yaptığımız ve yukarıda ancak birkaçını sayabildiğimiz Türkiye’deki onlarca halk hareketi, direniş ve kalkışmalara farklı şehirlerden destekler gelse de, bunların çok sınırlı ve cılız kaldığını söyleyebiliyoruz. Halbuki, Taksim Gezi Parkı ile İstanbul'da başlayan direniş, çok kısa sürede diğer şehirlere taşarken, bazı günlerde de diğer şehirlerin sokakları, İstanbul'dakinden daha etkili direnişlere, eylemlere sahne oldu. Bazı günler Gezi Parkı'nda direnişçiler eğlenirken, Ankara'da sabaha kadar şiddetli çatışmalar devam ediyordu.</div>
<div style="text-align: justify;">
Yani mesele; Gezi'yi de, Taksim'i de, İstanbul'u da aşmıştı.<br />
<br />
Direnişin coğrafyası, bir park değil, koskoca bir ülkeydi artık.<br />
<br />
Gezi, sadece Gezi’den ibaret değildi ama nereden çıkmıştı şimdi bu Gezi Parkı gündemi?</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>İktidarın Simgesel Fethi: Taksim Meydanı</b></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjl596FY3HrgcNLtZ3M6LgN59zdcDYxwIGisuu0oIJPA4bhf0gNrogaDMmGi9NxrXC1bK2BSSxnIclNbI-aq-8PKBJTX07BX-tIr0d6MQ2TZwh9pXYp67LJ2ZwfubuK3K3uXBmlkbt-jFQ/s1600/Top%C3%A7u+k%C4%B1%C5%9Flas%C4%B1.jpg" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjl596FY3HrgcNLtZ3M6LgN59zdcDYxwIGisuu0oIJPA4bhf0gNrogaDMmGi9NxrXC1bK2BSSxnIclNbI-aq-8PKBJTX07BX-tIr0d6MQ2TZwh9pXYp67LJ2ZwfubuK3K3uXBmlkbt-jFQ/s320/Top%C3%A7u+k%C4%B1%C5%9Flas%C4%B1.jpg" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="background-color: black; color: white; font-size: small; text-align: justify;">Tarihi Topçu Kışlası</span></td></tr>
</tbody></table>
<div style="text-align: justify;">
Taksim Gezi Parkı ile ilgili AKP hükümetinin son birkaç yıldır dillendirdiği bir tasarrufu bulunuyordu zaten. Gezi Parkı ve oradaki ağaçlar yerle bir edilip, yerine Topçu Kışlası ve Alışveriş Merkezi'nden oluşan bir yapı inşa edilecekti. Üstelik bununla kalınmayacak, Atatürk Kültür Merkezi'nin yerine bir Opera Binası ve yine Taksim'in orta yerine de bir Camii yapılacaktı. Yıllardır Taksim Meydanı ile ilgili temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilen gündemler bunlardı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Her iktidarın yaptığı gibi, AKP de kendi sembollerini en görkemli şekliyle, ülkenin en görkemli meydanına yerleştirmek istiyordu. Taksim Projesi ile kendi Osmanlıcı tarih anlayışını öne çıkarıp, bütün kurumlarıyla ele geçirdiği iktidarın simgesel fethini de hedefliyordu. Seçilen simge Taksim'di ve iktidarın ele geçirildiğinin kanıtı olarak imzayı da ülkenin en önemli meydanı Taksim'e atacaktı. Nasıl ki Cumhuriyet'in kurucu kadroları 31 Mart isyanında Hareket Ordusu'na en çok direnen Topçu Kışlası'nı Osmanlı dönemini sembolize ediyor diye yıktıysa, AKP iktidarı da 31 Mart isyanında direnenlere sahip çıkarak kışlayı yeniden yapmak istedi. Bir nevi tarihi hesaplaşma. Ama AKP'nin son hamlesiyle iyiden iyiye kan davasına dönüşen Taksim uğruna geçmişte ve bugün işlenen cinayetler, yok edilen tarih, kültürel miras, kesilen ağaçlar, toplumun hatıralar mekanı Taksim'e yapılan her türlü müdahale toplumsal vicdanı da yaralıyordu.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
31 Mart İsyanı, II.Abdülhamit döneminde, padişahın yönetimi Meclis-i Mebusan ile paylaştığı II. Meşrutiyet yönetimine karşı çıkmıştı. Yani II. Abdülhamit yanlıları tarafından mutlakiyetçiliği tekrar egemen kılmak için başlatılan bir isyandı. Topçu Kışlası'nda başlayan bu isyan, İstanbul'un birçok yerine yayılmış ve şehir nerdeyse isyancıların eline geçmişti. İçinde Mustafa Kemal'in de bulunduğu Harekat Ordusu, Selanik'ten İstanbul'a gelerek isyancıların önemli bir kısmını Topçu Kışlası'nda katlederek isyanı bitirmişti. II. Meşrutiyet'e karşı başlatılan isyan, Topçu Kışlası'nda başlayıp Topçu Kışlası'nda bitirilmişti. 31 Mart isyanındaki bu rolünden dolayı, 1930'larda başlatılan bir proje kapsamında Topçu Kışlası 1939 yılında yıkıldı. Yerine de şimdiki Gezi Parkı yapıldı. Ne tesadüftür ki; tam bir asır önce Abdülhamit Mutlakıyetçiliği’ni tekrar canlandırmak için başlatılan isyana ev sahipliği yapan yer, günümüzde ise benzer bir mutlakıyetçiliği bitirecek bir isyana ev sahipliği yaptı. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Direniş nasıl başladı? </b></div>
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="http://4.bp.blogspot.com/-6yqiTRymb2k/UgoauNb9O2I/AAAAAAAAHMo/AFk9MV4N1qw/s1600/136975076855926.jpg" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://4.bp.blogspot.com/-6yqiTRymb2k/UgoauNb9O2I/AAAAAAAAHMo/AFk9MV4N1qw/s320/136975076855926.jpg" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="background-color: black; color: white; font-size: small; text-align: justify;">Sırrı Süreyya Önder kepçelere direniyor </span></td></tr>
</tbody></table>
<div style="text-align: justify;">
Bütün bu olup bitenleri en başından beri takip edip, olacaklara karşı çıkanlar hep vardı ama onlar o kadar az kişiydiler ki memleketin gündemini çok fazla işgal edemediler. Ağaçların kesilmesinin gündemde yer alamamasının tek sorumlusu; iktidarın sözünden çıkmayan, iktidara göre haber yapan medya değildi elbette. Çevreye ve çevre hareketlerine duyarsız kalan ve memleket havasını soluyan herkesin suçuydu bu. "Kapitalizm Barbarlıktır" diye dilimize dolamıştık ama sosyalizm gelmeden de “yaşanabilecek bir çevre” için mücadele etmekten imtina ediyorduk. Taksim Projesi ve Gezi Parkı'nın yıkımına karşı "Taksim Dayanışması" adıyla 100 kadar örgüt bir araya gelmişti ama kepçeler TV'den görülünceye kadar dayanışma sembolikti.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İlk günlerde, Gezi Parkı'na giren ve ağaç katliamına başlayan devletin kepçelerine engel olmak isteyen bir avuç insanın çığlığı yeterince medyada yer bulamayınca çok fazla tepki de doğmadı haliyle. Ama, ne zamanki Sırrı Süreyya Önder "ben ağaçların da vekiliyim" diyerek kendini kepçelerin önüne attı, o zaman işin rengi değişmeye başladı. Üstüne de, vatandaşa saldırırken kendinden geçen bir polisin hışmına uğrayan Kırmızı Elbiseli Kadın, Reuters muhabiri tarafından fotoğraflanıp tüm dünyaya servis edilince işin rengi iyice değişti, hayatın rengi kızıla çaldı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-m7kDjeOAeJE/Uh9E2UktA-I/AAAAAAAAHNI/vTLn0WSuPqc/s1600/Ads%C4%B1z.png" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://4.bp.blogspot.com/-m7kDjeOAeJE/Uh9E2UktA-I/AAAAAAAAHNI/vTLn0WSuPqc/s320/Ads%C4%B1z.png" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
Sosyal medya ve uluslar arası medya aracılığıyla tüm dünya ile birlikte Türkiye’de de izlenen bu görüntüler halkın öfkesini kabartmaya yetti. Ve bu öfke birkaç saat içinde bir sele dönüştü, birkaç gün içinde de çığrından çıktı. İşte burada direniş boyunca herkesin diline pelesenk olmuş o sihirli cümleleri söyleyebiliriz:</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<i>"Mesele 3-5 ağaç değil"</i></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu cümle öyle sihirli ki, bu cümle o kadar çok söylendi ki; bi ara, her gün 1.500 kez söylendiğinde direniş devrimle taçlanacak zannettim. Ama, çok doğru ve direnişi çok iyi özetleyen bir cümleydi. Direnişin ağaçların kesilmesine razı gelinmemesi üzerine başlaması, çevre hareketlerinin çok zayıf olduğu memleketimiz için hayırlı bir şeye vesile oldu ve çevre duyarlılığı bir nebze de olsun artmış oldu. Ama gerçekten "mesele 3-5 ağaç değildi" </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Herkesin bir nedeni var </b></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-Mq4ZjYMN5jk/UgoawU_XsKI/AAAAAAAAHMw/W-5rKYIDYCk/s1600/7097_607631659256667_294747951_n.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://1.bp.blogspot.com/-Mq4ZjYMN5jk/UgoawU_XsKI/AAAAAAAAHMw/W-5rKYIDYCk/s200/7097_607631659256667_294747951_n.jpg" /></a>Alkol yasağı vb. düzenlemelerle gündelik hayatına müdahale edilmesine tepki gösterenler, "AKP yavaş yavaş şeriatı getirecek" endişesiyle gözüne uyku girmeyenler, "Kürt açılımı" ve peşi sıra gelen "Barış Süreci"nde ülkenin bölüneceği korkusu taşıyanlar, son dönemlerde Kürtlere çok fazla taviz verildiğini düşünen Kürt ve tüm azınlık düşmanları, AKP'nin vahşi kapitalizmi andıran neoliberal politikalarına karşı çıkanlar, AKP'ye ve tüm burjuva iktidarları yıkmadan insanlığın özgürleşemeyeceğini düşünen ve kapitalizme karşı başka bir dünya tahayyül edenler, sanatın ve kültürel mirasın ucube görülmesini sanatçının hakir görülmesini içine sindiremeyenler, amansızca girişilen çevre katliamlarına göz yummak istemeyenler, kimliğini rahatça ifade edip, kendi kültürü ve inancını yasaksız- baskısız yaşamak isteyenler, cinselliğini istediği gibi yaşayıp belirli cinsel kalıplara sokulmaya "Yeter Artık!" diyenler, kendini mü'min gibi gösterip iktidar olunca gerçek yüzünü gösteren hırsızların peşinden artık gitmek istemeyen gerçek mü'minler, her gün her an erkek şiddetine maruz kalan, katledilen, tecavüz edilen ve katilleri, tecavüzcüleri ellerini-kollarını sallayarak sokakta dolaşan kadınlar, her yıl değişen eğitim sistemi ve yarış atı gibi girdikleri eleme sınavlarıyla gelecekleri çalınanlar..Yani Ulusalcılar, Milliyetçiler, Sosyalistler, Kürtler, Aleviler, Çevreciler, Feministler, LGBTT bireyleri, işçiler, emekçiler, Anti-Kapitalist Müslümanlar, kadınlar, öğrenciler herkes sokaktaydı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Tayyip Erdoğan’ın Kişiliğinde Simgeleşmiş Otoriterleşme</b></div>
<div style="text-align: justify;">
Farklı dertleri olan kitlelerin ortak meselesi, Tayyip Erdoğan'ın şahsında cisimleşmiş olan iktidarın tahakkümü idi. Sokağa çıkan binbir çeşit fikirdeki insanı ortaklaştıran da burasıydı: "tahakküme, otoriteye karşı çıkmak"</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İnsanların gündelik hayatlarına müdahale edilmesi, müdahale edilirken muhatapların fikrinin alınmaması, müdahale edilmesine tepki gösterenlerin şiddete, gözaltılara ve çeşitli tehditlere maruz kalması, "ben yaparım, kimseye de sormam" anlayışı; evden sokağa çıkmak için kimseden icazet beklemeyen diğer %50'yi bir araya getiren, 1 aydan uzun bir süre bir arada tutan da bu tutkaldı. </div>
<div style="text-align: justify;">
Direnişi bu noktaya taşıyanın Başbakan'ın sert üslubu olduğunu düşünenlerin ve “Başbakan bu üslubundan vazgeçseydi olaylar bu kadar büyümezdi” diyenlerin de bir hayli fazla olduğunu görebiliyoruz. Bu tespit kısmen geçerli olabilir. Ama bu tespitin peşi sıra Tayyip Erdoğan'ın sert üslubuna karşı Abdullah Gül'ün veya Bülent Arınç'ın daha yapıcı olduğu dile getirilince baştan yapılan tespitin hiçbir anlamı kalmıyor. Zira bu tespit, her ne kadar aralarında zaman zaman görüş ayrılıkları olsa da bütün bu yapılanların bir hükümet politikası olduğu gerçeğinin üzerini örtüyor ve tek sorunun Tayyip Erdoğan’ın nevi şahsına münhasır “Kasımpaşalı” üslubuymuş gibi bir yanılgıya düşülüyor. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Tayyip Erdoğan'a AKP Genel Başkanı olarak iktidara oynadığı günden bu yana bir rol biçilmiş. Taviz vermeyen, burnundan kıl aldırmayan, dediğim dedik bir karakter çizilmiş kendisine. O da bu karakteri çok iyi oynuyor. Böylece, önceki kuşak parti liderlerinden farklı bir imaj çiziyor. Mesut Yılmaz'da, Tansu Çiller'de, Bülent Ecevit'te olmayan bir özellikle, "Güçlü Lider" imajıyla çıkıyor halkın karşısına. "Güçlü Lider, Güçlü İktidar, Güçlü Türkiye" mottosunun seçim dönemlerinde çokça kullanılması da tesadüf değil. AKP'yi iktidara getiren ve uzun zamandır iktidarda tutan en önemli dayanaklarından birisi de bu. Gezi Direnişi'ne başından itibaren sert bir tavır alan Tayyip Erdoğan'ın sert üslubunu devam ettirmesinin nedeni, salt kişisel ihtirasları, karakter yapısı ile açıklanamaz. Bu doğrudan doğruya bir hükümet politikasıydı ve bu sert üslubun yumuşaması, taviz vermeyen bir liderin bir avuç çapulcuya taviz vermesi AKP'yi iktidardan edebilirdi. Bu nedenle Tayyip Erdoğan hiç taviz vermedi. Direnişçilere karşı yumuşama gerektiği zaman bunu bir başkası yaptı. Bu kişi bazen Vali Mutlu, bazen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, bazen de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül oluyordu. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Kendiliğindenci Bir Hareket</b></div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi Direnişi, birçok politik çevreyi bir araya getirirken, pek sokakta görmeye alışkın olmadığımız bir kitleyi de sokağa çıkarmayı başardı. Gezi Direnişi'ni diğer direnişlerden asıl farklı kılan da buydu ve hareketin "kendiliğindenci" özelliğini sağlayan da bu kitleydi. Bu kitle; kimilerine göre şimdiye kadar ülke gündemlerine kayıtsız kalmış, duyarsız apolitik bir gençlik, kimilerine göre 12 Eylül 1980 öncesinin ve 90’lı yılların siyasal hareketliliğini bizzat yaşamamış “kayıp kuşak” 90 kuşağı veya "Y Kuşağı". Kimilerine göre ise örgütsüz çoğunluk. Bilgisayarın başından kalkıp reel hayatı yaşayamadıklarını, arkadaşlıklarının, dostluklarının, oyunlarının, eğlencelerinin, yani hayata dair birçok gerçekliklerinin sanal olması onları topyekün olarak asosyal bireyler kategorisine sokuyordu doğrudan.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu kitle öyle bir kitleydi ki; ülke gündemi ile ilgili konuşan hemen herkesin sözünün bir yerinde mutlaka dillendirdiği “bu memleketten bir şey olmaz” sözünü haklı çıkarmak için işaret ettikleri bir “güruh” ve bir süre sonra da siyaset yapmamak için kullanılan bir bahaneydi.</div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_biJzin_L1wdOIHs9wnL8ORdivn8Mnm-YpGxY4x7-YAw6hsQQfnb1FmnebDxmQ-YjZXvMOxw-c9E_RGXe4m71JS-g2llNLMrIi6PZCTlY0ES3zjx2eJJEnGvRum2UJCkzX0MoLxRCx8A/s1600/ba%C4%9Fz%C4%B1+%C5%9Feyler.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_biJzin_L1wdOIHs9wnL8ORdivn8Mnm-YpGxY4x7-YAw6hsQQfnb1FmnebDxmQ-YjZXvMOxw-c9E_RGXe4m71JS-g2llNLMrIi6PZCTlY0ES3zjx2eJJEnGvRum2UJCkzX0MoLxRCx8A/s1600/ba%C4%9Fz%C4%B1+%C5%9Feyler.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Üstelik bu kuşağın önemli bir bölümünün 68'li ve 78'li büyükleri tarafından "aman siyasete bulaşma, okulunu oku, olaylara karışma" vb. öğütlerini dinleyerek büyüdüklerini bildiğimiz halde, yine de onların bu kadar sessiz kalmasındaki tüm suçu onlarda buluyorduk. Hatta memlekette uzun zamandır direniş kültürünün yeşermemesinin en büyük müsebbibi de bu apolitik kayıp kuşaktı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu kuşak şimdiye kadar susmuştu ama gözleri kör, kulakları da sağır değildi. Bu kuşağı topyekün eleştirenlerin siyasete dair bilmedikleri birçok şey vardı. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Öyle ki, bu kuşak;</div>
<div style="text-align: justify;">
Madımak'ta diri diri yakılan aydınlar, sanatçılar için söylenen türkülerle büyüdüler.</div>
<div style="text-align: justify;">
Gazi Mahallesi'nde kahvehaneler tarandığında o gün devlete karşı öfkesini kusacak kadar büyük değillerdi ama Gazi'nin yıl dönümlerinde Hasan Ocak'ın fotoğrafını taşımaktan geri durmadılar.</div>
<div style="text-align: justify;">
Cizre'de halkın üzerine panzer sürülürken çok küçüktü ama asit kuyularından kemikler çıkarıldığında, Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol katledildiğinde, Şemdinli'de Umut Kitabevi bombalandığında her şeyi anlayacak yaştaydı.</div>
<div style="text-align: justify;">
1987 Bahar Eylemleri'ni yaşamamıştı ama Tekel Direnişi'nde Ankara'nın soğuğunu işçilerle paylaşıp, onların direnişine omuz vermişti. </div>
<div style="text-align: justify;">
Eğitim-Sen, sokakta verilen mücadeleyle kurulduğunda daha çok küçüklerdi ama 4+4+4 eylemlerinde öğretmenlerinin yanı başında, onlarla omuz omuzaydı.</div>
<div style="text-align: justify;">
1977 1 Mayısı'nı yaşamadılar ama 30. yılında tekrar Taksim'e çıkmak isteyen 78'lileri yalnız bırakmayıp saatlerce onlarla beraber gaz yediler.</div>
<div style="text-align: justify;">
Bu kuşak; siyaseti anlayacak yaşa geldikten sonra AKP'den başka bir iktidar, Tayyip Erdoğan'dan başka bir Başbakan görmediler. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu kitle herkesin ve kendilerinin de sandığının aksine; apolitik olmadıklarını, memleketlerine ve dünyaya boş gözlerle bakmadıklarını, yerkürede tükettikleri oksijenin boşa gitmediğini dosta-düşmana herkese gösterdiler.</div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi Direnişi’nin ana gövdesini oluşturan bu örgütsüz, belki de hayatında ilk kez iktidara karşı başkaldıran bu kitlenin arasında “örgütlü güçlerin” azınlıkta kalması, kitleleri yönlendirici özelliğinin pek işe yaramaması bu direnişin bu kadar kitleselleşmesinin en önemli sebebidir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İktidarın tahakkümüne karşı yıllardır öfkesini biriktiren halk, iktidara alternatif yaratamayan Sol'a da çok fazla güvenmiyor ve bir yandan da kızıyor. Sol'un parçalı ve kendi içindeki rekabetçi yapısı, değişen dünyaya karşı kendini yenileyememesi, gündelik yaşam kaygıları ile hareket eden halkı küçümsenmesi, iktidara karşı çıkarken kendi içinde iktidarlar yaratması gibi faktörler, Sosyalist- devrimci örgütlerden halkın uzak durmasına neden oluyor. Ama, örgütlerden ve örgütlerin bizzat organize ettiği eylemlerden uzak duran, evden çıkmayan halk; Gezi Direnişi’nde, kendiliğinden gelişen bir harekette ise eve hapsolmak istemedi. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi Parkı’ndan yükselen bu hareketi hiçbir örgüt yönetip, yönlendiremediği gibi, bunu yapacak gücü de yoktu zaten. Herkes gibi örgütlü güçler de bu direnişi şaşkınlıkla izlediler ve ana gövdenin peşine takıldılar. Her ne kadar kimi devrimci örgütler uzun zamandır yayın organlarında “Devrim Geliyor”, “Şimdi Ayaklanma Zamanı” temalı yayınlar yapsa da bunların hepsi lafazanlıktan ibaretti. Kimsenin böylesine görkemli bir ayaklanma falan beklediği yoktu. Zaten bu örgütlerin böylesi bir ayaklanmaya nasıl hazırlandığını hepimiz gördük. Türkiye Sol Hareketi bir bütün olarak Gezi Direnişi’ne hazırlıksız yakalandı ve hazırlıksız yakalandığı için insiyatif sahibi olamadı. Direnişin bazı bölümlerinde, örgütlü güçler deneyimli oldukları alanlarda kitleye ne yapması veya ne yapmaması gerektiğini göstererek zaman zaman harekete yol gösterici oldular. Bir araya gelen birbirine benzemez, hatta teorik ve pratik olarak birbirine düşman kesimlerin bir arada durabilmesini sağlayan ya da kolaylaştıran bağlantı unsurları oldular. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Gezi Direnişi Cumhuriyet mitinglerinden farklı mı?</b></div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi Direnişi'ni; birçok şehirde kitlesel bir şekilde cereyan etmesi, orta sınıfın da sokağa çıkması ve AKP karşıtı bir hüviyete sahip olması gibi nedenlerle Cumhuriyet mitingleriyle karşılaştıran çok oldu. Türkiye siyasi tarihinin hükümet karşıtı en büyük hareketlerden ikisinden bahsediyor olsak da, benzerliklerinden çok farklılıkları daha fazla olan, hatta bu farklılıkları ortaya koyduğumuzda benzerliklerinin anlamını yitirdiği iki ayrı eylemler dizisinden söz ediyoruz. </div>
<div style="text-align: justify;">
<ul>
<li><i><b>Cumhuriyet mitingleri</b></i>, ordu başta olmak üzere çeşitli siyasi parti, dernek ve hareketin (CHP, ADD, İP vb.) örgütlediği bir eylemler dizisi idi. Eylemlerin hangi şehirde, ne zaman yapılacağı önceden belli idi. Hatta hangi mitingte kimin konuşmacı olacağı bile önceden bu örgütler tarafından kararlaştırılmıştı. Mitingler Pazar günlerine denk getiriliyor ve diğer şehirlerden mitingin yapılacağı şehre otobüslerle insan taşınıyordu. Yani Cumhuriyet Mitingleri, her yönüyle baştan aşağı örgütlü olan bir eylemler dizisi idi. <i><b>Gezi Direnişi</b></i> ise, birden bire Taksim Gezi Parkı'nda patlak veren ve aynı gün sosyal medya aracılığıyla tüm ülkeye duyurularak kendiliğinden gelişen bir eylemdi. Hiçbir parti veya örgütün öncü rolü olmadığı gibi, siyasi partilere karşı genel bir tepki de vardı. Siyasi figürlerin ve sembollerin ön plana çıkmasına izin verilmedi. Hatta, Gezi Direnişi'nin kıvılcımını çakan Sırrı Süreyya Önder'e BDP'li olması nedeniyle mitingte konuşma izni verilmedi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu önceden planlanmış Kadıköy mitingi iptal edilip CHP kitlesi ile birlikte alana geldiğinde bütün CHP bayrakları indirildi ve Kılıçdaroğlu sıradan bir aktivist gibi alana gelip konuşma yapmadan çıktı gitti. </li>
</ul>
</div>
<div style="text-align: justify;">
<ul>
<li><i><b>Cumhuriyet mitingleri</b></i>, AKP'nin Cumhuriyet'in değerlerine saldırmasına karşı çıkan ve AKP'den önceki düzeni isteyen kesimlerin katıldığı eylemler iken, <i><b>Gezi Direnişi</b></i> ise Cumhuriyet mitinglerine katılan kitleyi de kapsamakla birlikte, genel olarak hem eski düzene hem de yeni düzene karşı çıkan kitleleri sokağa döktü. Cumhuriyet mitingleri eski vesayetçi rejimin savunuculuğunu yaparken; Gezi Direnişi, medyası,ordusu, polisi, hükümeti, partileri, yargısı, yerel yönetimleriyle eski-yeni tüm düzene karşı bir duruşa dönüştü. </li>
</ul>
</div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-ILGi6aig2KQ/Ux8dqLxpjvI/AAAAAAAAQaY/Zop8hfnnRPM/s1600/ordu+g%C3%B6reve.jpg" style="clear: right; display: inline !important; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="177" src="https://1.bp.blogspot.com/-ILGi6aig2KQ/Ux8dqLxpjvI/AAAAAAAAQaY/Zop8hfnnRPM/s1600/ordu+g%C3%B6reve.jpg" width="320" /></a><br />
<ul>
<li><i><b>Cumhuriyet mitinglerinde</b></i>, örgütlü ulusalcı güçler aracılığıyla sokağa dökülenler, AKP'yi devirecek en önemli güç olarak devletin ordusunu görüyordu. Meydanları dolduran milyonlar, kendi gücünden çok ordunun gücüne güveniyordu. "Ordu Göreve" sloganı bu mitinglerin olmazsa olmazı olmuştu. <i><b>Gezi Direnişi'nde</b></i> ise ordu umut kapısı olamamasının yanı sıra, devletin tüm kurumlarıyla birlikte hedef tahtasına oturtulmuştu. Gezi Direnişi halka, kendi öz gücünden başka hiç bir güçten medet ummamaları gerektiğini gösterdi. Halkın önemli bir bölümü kendi gücünün farkına vardı. Daha önce sadece "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz" diye slogan atan insanlar, artık bu sloganın yanı sıra diğer kesimlerle birlikte "Faşizme Karşı Omuz Omuza" sloganını atmaktan imtina etmediler. </li>
<li><i><b>Cumhuriyet mitingleri</b></i> AKP'yi zayıflatmak, hatta iktidardan düşürmek için tertiplenmesine rağmen, tam tersi etki yaratarak AKP'nin güçlenmesine vesile oldu. Bu eylemlerden sonra gelen süreçte, AKP'nin gittikçe güçlendiğini gösteren gelişmelerle (2009 Seçimleri, 2010 Anayasa Referandumu, 2011 Seçimleri) birlikte milyonlarca kişiyi sokağa dökenler ve sokağa dökülenler AKP'nin zayıflamasının çok zor olacağına kanaat getirdi. Yani Cumhuriyet mitingleri bir yenilgiydi. <i><b>Gezi Direnişi</b></i> ise, Taksim Gezi Parkı'na AVM yapılmasına karşı gelişen bir tepkiydi ve sonucunda AVM projesi rafa kaldırıldı. Ayrıca herhangi plan dahilinde olmamasına rağmen AKP'nin güç kaybetmesine vesile oldu ve AKP'nin zayıflatılabileceğine inanan insanların sayısını arttırdı. </li>
<li>AKP <i><b>Cumhuriyet mitinglerinin</b></i> kendi ekmeğine yağ süreceğini öngördüğü için, mitinglere hiçbir şekilde polisle müdahale etmedi. Mitinglerde darbe talep eden pankart açılmasından, hükümeti devirmeye yönelik söylemlere kadar AKP açısından polis müdahalesinin imkanları çok fazla olmasına rağmen, AKP hükümeti mitinglerin olaysız geçmesini sağladı. <i><b>Gezi Direnişi</b></i>'nde ise polis amansız bir şekilde kitleye saldırdı ve onlarca insanın yaralanmasına ve 7 kişinin ölümüne yol açtı. Cumhuriyet mitinglerinde polisin saldırmamasının nedenlerinden biri olarak Ordu faktörü gösterilebilir. Türk ordusu, Cumhuriyet mitinglerinin yapıldığı dönemde (2007 yılı) hala AKP karşıtı bir konumdaydı ve AKP için bir tehdit idi. Milyonlarca kişinin katıldığı mitinglere yapılacak bir polis saldırısı ülkenin karışmasına ve ordunun darbe yapmasına zemin hazırlayacaktı. Gezi Direnişi'nde ise polis de ordu da AKP'nin elindeydi ve AKP gerektiği yerlerde orduyu da kitleye saldırmak için kullandı. </li>
</ul>
</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Bir Orta Sınıf Hareketi mi?</b></div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi Direnişi'nin yaşadığımız topraklardaki diğer direnişlerden farklılıklarını ortaya koymaya devam edebiliriz. </div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi'de, ne Şemdinli ve Diyarbakır'daki gibi sadece Kürtler sokaktaydı, ne de 95 Gazi'de olduğu gibi varoşlarda yaşayan emekçiler, ne de 15-16 Haziran'daki gibi sadece işçiler. Bu kesimlerin hepsi alanlardaydı ama şu ana kadar alanlarda pek görmediğimiz "Beyaz Yakalılar" da direnişin bir öznesi oldular. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-f9ZqT3ikNwM/Ux8gLrTkLFI/AAAAAAAAQaw/yRYr0ELWLZg/s1600/beyazyakalilar-forumu2.png" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="240" src="https://3.bp.blogspot.com/-f9ZqT3ikNwM/Ux8gLrTkLFI/AAAAAAAAQaw/yRYr0ELWLZg/s1600/beyazyakalilar-forumu2.png" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu kez, her Cuma akşamı olduğu gibi bir-iki tek atmaya değil, direnişe omuz vermeye, direnişin bir parçası olmak için gelmişlerdi Taksim'e. Vodka-vişne için değil, "Bu biber gazı bir harika dostum" demek için düşmüşlerdi Taksim'in yollarına. Beyaz gömleklerinin üzerinde bu sefer kravat değil, gaz maskesi vardı.</div>
<div style="text-align: justify;">
İş stresinden kurtulmak için gittikleri Taksim'in barlarında yine iş konuşarak geçirdikleri akşamların yerini, geleceklerini konuştukları, gelecekleri için mücadele ettikleri akşamlar almıştı.</div>
<div style="text-align: justify;">
Bu kez "ertesi gün iş var" derdi olmadan sadece Cuma akşamları değil her gün, her gece Taksim'deydiler. Sadece Taksim'de değil, memleketin tüm meydanlarında, Kadıköy'de, Kızılay'da, Alsancak'ta..<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
AKP iktidarına ve onun temsil ettiği burjuvazi düzenine karşı doğrudan sınıf kini gütmeden, iktidara karşı sokağa çıkan sadece Beyaz Yakalılar değildi elbette. Lüks semtlerden direnişin yoğun yaşandığı yerlere akıp gelenler de vardı, direnişi kendi yalıtılmış sitelerine getirenler de. Vakıf üniversitelerine onbinlerce lira vermekten imtina etmeyen ailelerin çocukları ile devlet üniversitesine gidip hafta sonları Taksim'in barlarında çalışmak zorunda kalan gençler aynı barikatta yan yana dövüştüler. Dizi setlerinden günlerce gözüne uyku girmeden çalışan set işçileri de oradaydılar, sadece bir dizi için milyonlarca liraya sözleşme imzalayan "Muhteşem Süleyman" da oradaydı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Yüksek eğitim ve yüksek gelir düzeyi, iyi bir statü, kendi işini yapması, üniversite öğrencisi olması gibi özelliklere sahip direnişçilerin hatırı sayılır çokluğu, direniş için "Orta Sınıf Hareketi mi?" sorusunu sormaya yetti. Bu kesimlerin Gezi Direnişi'ndeki hissedilir varlığı, direnişi bildiğimiz klasik işçi sınıfı hareketlerinden de ayırt ediyor. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Memleketimizdeki bütün toplumsal hareketlerde her zaman ayakta olan ve işçi sınıfının önemli bir kısmını oluşturan ve hepsi birer emekçi semti olan varoşların birçoğunun sessiz kalması, fabrikaların, iş yerlerinin direnişe omuz verecek önemli bir hamle olan üretimi durdurma gücünü kullanmaması, yani alışagelmiş işçi ve emekçi kategorisine giren kesimlerin kitlesel katılım göstermemesi hareketin bir "Orta Sınıf Ayaklanması" kalıbına sokulması için zemin hazırladı.<br />
<br />
KESK, daha önce kararlaştırdığı 5 Haziran grevini DİSK ile yapmaya karar verip, grevi Gezi Direnişi'ne eklemleyerek 4-5 Haziran günlerinde emekçilerin bir kısmını sokağa döktü ama birkaç şehir dışında beklenen patlama ve kitlesellik gerçekleşmedi. Bu grev, Türkiye’nin hiçbir yerinde üretimi ve hayatı durduramadı. </div>
<div style="text-align: justify;">
Ama bu kesimlerden beklenti yüksek olunca ve beklenti karşılanmayınca eleştirilerden fazlasıyla nasibini aldılar. Beklenti o kadar yüksekti ki; direniş başladıktan hemen sonra direnişin nereye evrileceğinin merak edilmeye başlandığı dönemlerde, kendisine lider arama hastalığı depreşen halkın bir bölümü, KESK ve DİSK'in hareketin öncüsü olması için daha neyi beklediğini soruyorlardı. Kendisinin lider seçmek değil, lidersiz bir toplum istediği için sokakta olduğunu fark edemiyorlardı. Bu beklentiyi dile getirenlerin farkında olamadıkları ya da olmak istemedikleri bir gerçek daha vardı: Ne KESK ne de DİSK Türkiye'deki muhalif güçlerden azade yapılar değiller ve Türkiye sol hareketinin birer parçasılar. Türkiye'deki sol güçlerin bu kadar zayıf olduğu bir dönemde büyük ölçüde bu güçlerin kitlesinden oluşan sendikaların güçlü olmasını beklemek hayal olur.<br />
Hem sendikalı hem de sendikasız işçilerden toplumun her kesiminden olduğu kadar direnişe katılımlar olması ve varoşların birçoğunda eylemler düzenlenmesi, emekçi semtlerinde de forumlar yapılmaya devam ediyor olmasına rağmen; hem varoşlardaki emekçileriyle, hem de KESK, DİSK ve TÜRK-İŞ gibi örgütleriyle topyekün olarak işçi sınıfı beklenildiği kadar bu direnişin bir öznesi olamadı.</div>
<div style="text-align: justify;">
Daha önceki deneyimler ve kitaplardan öğrendiğimiz "İşçi sınıfının öncü rolü" tarihe mi karışıyor?</div>
<div style="text-align: justify;">
Bu sorunun cevabını bulabilmek için, işçi sınıfının Gezi Direnişi'nde üzerine yüklenen bu rolü oynayıp oynamadığına ilişkin birkaç ihtimali gözden geçirelim: </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b><i>Birinci ihtimal</i></b>; Türkiye işçi sınıfı, Tekel Direnişi ve THY grevi gibi irili-ufaklı birkaç istisnanın dışında uzun zamandır hareketsiz kaldığından rolünü bir süredir çalışamadı ve hantallaştı. Bu yüzden de Gezi Direnişi’ndeki rolünü iyi oynayamadı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<b><i>İkinci ihtimal;</i></b> İşçi sınıfına rolüne çalışmasını sağlayacak ve rolünü hakkıyla oynatacak bir yönetmen (devrimci parti) olmadığı için rolün hakkı verilememişti. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<b><i>Üçüncü ihtimal</i></b>; İşçi sınıfına tarihsel olarak yüklenen bu rol artık miadını doldurmuştu da bizim haberimiz yoktu. Yani işçi sınıfı, kapitalizme karşı öfkesini kusmak isteyen ve bu öfkeyi bir devrime dönüştürmek isteyen yığınlara öncülük edemeyecekti artık. Başka bir deyişle; uzun zamandır düşündüğümüzün aksine, işçi sınıfı bu tür toplumsal alt-üst oluşlarda toplumun diğer kesimlerinden farklı bir misyona sahip değil. Onlar da toplumun diğer öğeleri gibi hareketin öncüsü değil, bir parçası olabilecekler sadece.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<b><i>Dördüncü ihtimal;</i></b> İşçi sınıfı dediğimiz kitle büyüdükçe bizim ezberimizi bozarak fabrika, atölye ve emekçi semtlerinin dışına mı taştı? Yani Gezi’de, tulumlu, baretli, elinde çekici ile fabrika işçilerini çokça göremedik ama biçim olarak değişen işçi sınıfının yeni müdavimleri Gezi'de çoğunlukta olması Gezi Direnişi'ni "işçi sınıfı hareketi" kategorisine sokmaz mı? <br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu ihtimallerden hangisinin veya hangilerinin doğru olduğunu birkaç yazı ile 3-5 günde çözecek değiliz elbette ama biz de elimizden geldiğince taşın altına elimizi sokalım.<br />
<br />
Burada iki temel probleme el atarak hareketin sınıfsal karakterini anlamaya çalışalım: </div>
<div style="text-align: justify;">
Birincisi, geleneksel işçi sınıfı tanımlarının sınırlarını zorlayarak “güncellenmiş” işçi sınıfını ortaya çıkarmaya çalışmak. İkincisi de direnişteki orta sınıfın varlığının hareketin sınıfsal karakterini nasıl etkilediğini anlamaya çalışmak. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İşçi sınıfının kapsamına kimlerin girdiği sol içerisinde en çok tartışılan konulardan biridir. Fabrikalarda ve atölyelerde çalışan, mesai saatleri az-çok belli olan tipik işçi kategorisine girmeyenler işçi sınıfına dahil edilecek mi? Varoşlarda yaşayan ev kadınları, evlere temizliğe giden kadınlar, işsiz gençler, lise ve üniversite öğrencileri, bankacılar, plaza çalışanları, mankenler, futbolcular, hayat kadınları, part-time çalışanlar, home-ofis çalışanlar vb. işçi sınıfından sayılmalı mı, yoksa hepsine küçük burjuva deyip geçmeli mi?<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Özellikle 80’li yıllardan sonra tüm dünyada hızla artan hizmet sektörü çalışanlarının durumu, işçi sınıfının bileşimi tartışmalarında önemli bir yer tutar. Örneğin banka, sigorta, borsa gibi finansal piyasalarda çalışıp, kendilerini işçi kabul etmeyenler bir hayli fazladır. Bu kesimler; plazaların süslü çalışma ortamları, her gün şık elbiselerle işe gitmeleri, kalburüstü insanlarla muhatap olmaları gibi nedenlerle kendilerini işçiden saymazlar. Yine reklam, pazarlama, turizm ve otelcilik, bilişim, özel güvenlik gibi sektörlerde çalışanların durumu da benzerdir. Neyse ki, Çağrı merkezi çalışanları ve dizilerde set işçiliği yapanlar bu kesimler arasında ezber bozan adımlar atmaya başladılar. Sayıları bir hayli artan çağrı merkezi çalışanları ve set işçileri vahşi kapitalizm dönemine minnet ettirecek kötü çalışma koşullarına karşı dernek, sendika gibi örgütlenmelerle sınıf savaşının ne tarafında olduklarının farkına vardıklarını göstermeye başladılar. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi Direnişi’ne katılanların önemli bir bölümü de lise ve üniversite öğrencisidir. Öğrencilerin ailelerinin ekonomik veya sınıfsal durumları ile bir genelleme yapmak çok zor olsa da, bunların okullarından mezun olduktan sonra herhangi bir yerde bir işçi (beyaz veya mavi yakalı) olarak çalışacakları çok yüksek bir ihtimaldir. Çünkü okulları onları nitelikli işgücü arzının öğeleri olmak üzere eğitmektedirler. Mezun olur olmaz babasının şirketinin başına geçecek küçük bir azınlığı çıkarırsak, bu kesimlerin bir bölümü iyi-kötü bir yerlerde “işçi” olarak çalışacak, diğerleri de işsizler ordusuna katılacaktır.<br />
<br />
İşçi sınıfının bileşimindeki değişimi görmeden Gezi Direnişi'ne işçilerin yoğun bir şekilde katılmadığını iddia etmek büyük bir hatadır. Üstelik Gezi Direnişi'nde hayatını kaybedenlerin hepsinin ya kendisi bizzat işçi, ya işçi çocuğu ya da emekçi semtlerinde oturmaktadır.<br />
<br />
Mehmet Ayvalıtaş: Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi-İstanbul<br />
Berkin Elvan: Okmeydanı-İstanbul<br />
Ethem Sarısülük: Ankara (İşçi)<br />
Medeni Yıldırım:Lice-Diyarbakır<br />
Ahmet Atakan: Armutlu-Hatay<br />
Ali İsmail Korkmaz: Eskişehir<br />
Hasan Ferit Gedik: Gülsuyu-İstanbul<br />
Abdullah Cömert: Armutlu-Hatay<br />
<br />
Emekçi semtlerinin birçoğunda kitlesel eylemler olmaması bir yana, emekçi semtlerinde yapılan eylemlerin bazıları, ülke genelinde zaman zaman tansiyonu düşen direnişin sıcaklığını tekrar arttırdı. Özellikle Hatay'ın Armutlu mahallesi emekçileri destansı direnişleriyle günlerce ülke gündeminden düşmedi.<br />
Dolayısıyla, gerek işçi sınıfının şekil itibariyle bileşiminin değişmesi, gerekse de işçi sınıfının örgütlü bir şekilde direnişe katılmaması gibi etkenler, direnişe işçi sınıfının yoğun olarak dahil olmadığını iddia edenlere bir argüman sunmaktadır. Ancak işçi sınıfı direnişin odağında olmasa da beyaz yakalılarıyla, emekçi semtleriyle direnişe ciddi bir şekilde damga vurmuştur. <br />
<br />
Gelgelelim avukat, mimar, mühendis, doktor, mali müşavir, danışman gibi mesleki becerilerini bir işçi gibi işverene değil, müşterilerine satan meslek gruplarına. Bunlar yukarıda belirttiğimiz beyaz yakalı işçilerle hayat tarzı ve eğitim düzeyi olarak benzerlikler taşısa da sınıfsal olarak farklılıklar arz eder. Bunları küçük burjuva ve orta sınıf gibi kategorilere yerleştirsek bile bu kesimlerin varlığı hareketin sınıfsal niteliğini nasıl etkileyecektir? </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Orta sınıflar, sınıfların ortaya çıkmasıyla iki temel sınıfın arasında kalan kesimler için ortaya atılmış bir olgudur. Bu kesimleri ne rahatça burjuva sınıfının bir öğesi olarak görebiliriz, ne de işçi sınıfının. Bu kesimler iki sınıf arasında kalan ve hem alt sınıfa düşme, hem de üst sınıfa yükselme imkanı olan bir kesimdir. Konjonktüre göre işçi sınıfına da dahil olabilir, küçük burjuva olarak da kalabilir. Örneğin bir avukat bir hukuk bürosunda çalışırken işçi sınıfına dahil edilebilirken, kendi bürosunu açarsa küçük burjuva, işi büyütüp büroyu “hukuk bürosu” na dönüştürüp yanında başka avukatlar da çalıştırmaya başlarsa bir üst sınıf olan burjuvazi saflarına girmiş olur. Her ne kadar böyle kategorileştirmeye çalışsak da sınıflar arasındaki sınırlar çok net ve keskin değildir. Kapitalizmde sınıflar arasında sıklıkla geçişler olabilirken, orta sınıf bu geçişi sağlayarak önemli bir rol oynar.<br />
Orta sınıf diye nitelendirilebilecek kesimler, eğitim düzeyiyle, sahip olduğu statüyle kendini işçi sınıfından ayırmaya, onlardan farklı görünmeye çalışır. Ama bazı dönemlerde kendilerinin de bu düzende çok fazla güç ve statüye sahip olmadıklarını görürler. Böylesi dönemlerde de burjuvaziye yüzünü dönerler. Ama bu sefer öykünmek için değil, öfkesini kusmak için..</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Orta sınıflar, işçi sınıfı ve burjuvazi gibi temel sınıflardan bir olmadıkları için, bir sınıf olarak kendilerini tarif edip kendi örgütleriyle, kendi mücadele yöntemleriyle sınıf mücadelesine katılmadıkları için toplumsal bir hareketin içinde bağımsız hareket edemezler pek. Orta sınıf herhangi bir harekete yoğunlukla katıldığında ya alt sınıfla arasındaki farkı daha fazla göstermeye çalışır ya da proleter olduğunu hatırlayarak üst sınıflara karşı mücadele eder. Orta sınıfın yoğun olarak katıldığı bir hareket esasında ya alt sınıfa ya da üst sınıfa aittir. Örneğin Faşizm, orta sınıfların yoğun olarak katıldığı ve yönlendirildiği bir üst sınıf hareketidir. Orta sınıflar faşist hareketlere yoğun olarak katılarak burjuvaziye yedeklenirler. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi Direnişi ise görünüş itibariyle AKP’ye karşı olsa da, özü itibariyle üst sınıflara karşı başlatılmış bir harekettir. Kamuya, yani halka ait kaynakların AVM’ler, oteller vs. yoluyla özel mülkün eline geçmesinin engellemekti hedef. Hareketin merkezinde işçi sınıfının olmaması, orta sınıfların da yoğun bir şekilde sokakta olması, sokağa çıkan herkesin kapitalizme karşı olduğunu bilmemesi direnişin neoliberalizme karşı olduğu gerçeğini değiştirmez.<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Kültürel mirastan AVM yapmak: Neoliberalizmin ta kendisi !</b></div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi Parkı, Atatürk Kültür Merkezi ve Topçu Kışlası arasındaki tercihler muktedirler arasındaki bir tarihi hesaplaşmayı ele veriyor vermesine de, AKP iktidarının asıl derdinin bu olmadığı apaçık ortada.</div>
<div style="text-align: justify;">
AKP iktidara geldiğinden bu yana, 1980’den sonra ayyuka çıkan piyasalaşma sürecinin çok iyi bir taşıyıcısı olduğunu 12 yıl boyunca kanıtladı. 1980 öncesinde de var olan ama 24 Ocak Kararları ile resmileştirilen bu sürecin sembol ismi Özal olmakla birlikte, sonrasında iktidara gelen hiçbir parti bu sürecin karşısında durmadı. Karşı durmadığı gibi AKP’nin bugün yapmak istediklerini kolaylaştıran adımlar da attılar. Yani bugünün sorumlusu AKP kadar diğer iktidar partileridir de.</div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-qrw6O7LDMyc/Ux8g3dk3oEI/AAAAAAAAQa4/jtu9Zst-UvQ/s1600/indir+(2).jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://3.bp.blogspot.com/-qrw6O7LDMyc/Ux8g3dk3oEI/AAAAAAAAQa4/jtu9Zst-UvQ/s1600/indir+(2).jpg&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
AKP, diğerlerinin sahip olamadığı 3 dönem üst üste tek başına iktidar olmanın avantajını da kullanarak piyasalaşma sürecinde zirve yaptı. İktidarda kaldığı sürece piyasanın önünü açtı, iktidarda kalmak için piyasalaştırılmamış alan bırakmadı. Kapitalizmde iktidar olmanın, iktidarda tutunabilmenin en önemli şartı, hem kendinin, hem de çevresindekilerin sermayesini arttırmaktır. Sermaye birikiminin tıkandığı yerde iktidarın da tıkanacağını bilen AKP, iktidarını sürekli beslemek zorundaydı. Üstelik AKP’yi iktidara taşıyan para sevicilerinin önemli bir kısmı, önceki iktidarlarda çok fazla palazlanamamanın acısını çıkarmak niyetindeydi. Yani AKP’nin bunları beslemek için çok daha fazla “yem”e ihtiyacı vardı. Bu yüzden paraya çevrilebilecek akla gelen her şeyin piyasalaşması gerekiyordu. Eğitim, sağlık, doğa, çevre, kültürel ve tarihi miras, dini motifler, spor vs.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
AKP ve AKP iktidarından nemalanlar da kapitalizmin “her şeyin pazarlanabileceği” kuralına uyarak çevreyi, doğayı pazarlamaktan geri durmadı. Marx’ın Gezi’de çokça hatırlanan sözünde dediği gibi: <i>“Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser” </i></div>
<div style="text-align: justify;">
Nasıl ki eşsiz güzellikteki Karadeniz ormanlarını HES’lerle tarumar ediyorsa, gölgesini satamadığı Gezi Parkı'ndaki ağaçları kesmek de anormal değil onlar için. Neoliberalizmi düstur edinenler için tarih ve kültürel miras da birer sermaye birikimi aracıdır. Yukarıda değindiğimiz gibi, Topçu Kışlası’nı yeniden yapmak bir tarihsel hesaplaşma planı içeriyorsa da asıl dert tarihi, kültürel mirası pazarlamak ve Türkiye’nin en çok para dönen şehrinin en merkezi yerini “rantabl” hale getirmektir. Tarihi bir anlamı olan Topçu Kışlası’nın AVM şeklinde yeniden inşa edilerek içinde hamburger, t-shirt satılması, Hollywood filmleri oynatılması; muhafazakar-milliyetçi bir partinin tarihine sahip çıkması ile değil, kapitalizmin iliğine kadar işlenmesiyle açıklanabilir ancak. </div>
<div style="text-align: justify;">
Kapitalizmin 1980 sonraki yüzü “Neoliberalizm” gereği, egemen sınıflara yeni mülk alanlarının açılması için burjuvazi dışındaki diğer kesimlerin mülksüzleştirilmesi zorunluluktur. </div>
<div style="text-align: justify;">
Önce devletin ellindeki KİT’ler gibi kamu malları özelleştirildi. Bu kurumlarda çalışan işçilerin güvencesinin ve maaşlarının yüksek olması toplumun geri kalanı için bu kurumları kolay vazgeçilebilir kıldı. Sonra eğitim ve sağlık gibi temel insani ihtiyaçlar piyasalaştı. “Parası olan hizmeti satın alabilir” denilerek sağlığımız serbest piyasanın insafına emanet edildi. Gerek KİT’ler gibi kurumların özelleştirilmesi, gerekse de eğitim ve sağlığın piyasalaştırılmasında devlet kendi egemenlik alanındaki kurum ve hizmetleri gözden çıkarırken pek zorlanmadı. 80 sonrası bütün hükümetlerde olduğu gibi Tayyip Erdoğan’da da, Özal’ın “köprüyü de satarım” rahatlığı vardı. </div>
<div style="text-align: justify;">
Ama piyasaya aktarılan bu kaynaklar tükenince ve “piyasa” dediğimiz şeyin yeni rantlarla beslenmesi gerektiği düşünülünce yeni rant kaynakları ortaya çıkarılmalıydı. Özelleştirme ve piyasalaştırma süreci AKP döneminde “bir level” daha atladı: </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Artık hedefte insanların gündelik yaşamlarında ortaklaşa kullandığı “tam kamusal mal ve hizmetler” vardı. Mülksüzleştirme süreci, artık giderek daha fazla otoriterleşmeye ve zor kullanımına dayanmaktadır. Dereler talan edildi, ormanlar yok edildi, parklar AVM’ye dönüştürülmek istendi. Bununla da yetinilmeyip özel mülke, insanların yaşadığı evlere, mekanlara müdahaleye kadar vardı iş (Açık alanlarda içki içilmesinin ve saat 22:00’den sonra içki satışının yasaklanması gibi). Tam da burası insanların “Artık Yeter” dediği ve daha önce sessiz sedasız izlediği her şeye karşı çıktığı bir patlama noktası haline geldi. Öfke doğrudan Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetinedir ama bu öfkenin ardında kapitalizmin bütün bu talanına karşı bir başkaldırı gizlidir. </div>
<div style="text-align: justify;">
İnsanların sokağa çıkarak karşı durduğu otorite, kapitalizmin 1980 sonrasındaki hali neoliberalizmin kitleleri tam anlamıyla mülksüzleştirmek için kullandığı otoritenin ta kendisidir. Bu patlama noktası aynı zamanda kapitalizmin sürekli hazırda tuttuğu şiddet silahını artık kullanmaya başladığı noktadır. İşte o an geldiğinde burjuvazinin üzerinde gözü gibi titrediği “sivil toplum”, “muhalefet”, “özgür basın”, “insan hakları” gibi iyi zaman dostları kapı dışarı edilir ve içeriye bütün ihtişam ve kuvvetiyle sadece bütün toplumsal kesimleri kendi köklerinden ve bağlarından koparmakla kalmayan aynı zamanda teker teker tüm toplumsal sınıflara ait oldukları yerleri de gösteren sermayenin “demir yumruğu” davet edilir. Devletin demir yumruğunun çıktığı yerde bir gerçek daha tüm çıplaklığıyla açığa çıkar: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, 12 Eylül 1980’den Gezi Direnişi’ne devlet geleneğinin hiç değişmediği gerçeği. </div>
<div style="text-align: justify;">
Devlet yine “Ben Yaparım, Kimseye de Sormam” diyecek kadar zorba, 12 Eylül faşizmini aratmayacak kadar baskıcıdır. Hakkını arayana karşı şiddetin her türlüsünü kullanan, kendi vatandaşını öldürmekten hiç çekinmeyen, hak arama mücadelesini yalan, iftira, provokasyon gibi kirli savaş oyunlarıyla bozmaya çalışan ve bunları yaparken de çoğu zaman komik duruma düşen bir devlet geleneği. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Burjuva medya da “özgürlüğünü” bir kenara bırakarak ait olduğu yere hizmet eder. Burjuvazi her kesimiyle “istikrar” diye inler ama burjuvazi içinde son dönemlerde artan rant pastasından kendi dilimini küçük bulanlar çemkirecektir. Gezi Direnişi’nde KOÇ Grubu’nun doğrudan hükümete destek vermemesinin nedeni budur. Çünkü; bu memleketin son 50-60 yılının burjuvazisini temsil eden KOÇ Grubu, AKP döneminde palazlanan gelenekçi-muhafazakar-inşaatçı burjuvaziye karşı ihmal edilmiştir, bu memleketin en güçlü burjuvazisi olduğu yok sayılmaya başlanmıştır. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Neticede; 1980 sonrası yükselen neoliberal politikalar AKP döneminde giderek derinleşmek ve daha fazla sermaye birikimi kanalı, daha fazla rant alanı açmak zorunda kaldı. Bu iş için de en uygun alan olarak, Türk burjuvazisinin inşaat konusundaki tecrübeleri de göz önüne alınarak, “kentsel rant” seçildi. Gezi Direnişi, uzun zamandır devam eden kapitalizmin bu talanına karşı biriken öfkenin zirve noktasıdır. Yukarıda belirttiğimiz gibi direnişe katılan “herkesin bir nedeni var” ama patlama yeri “İnşaat” odaklı ranttır, yani kapitalizmin Türkiye versiyonudur. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi Direnişi’ni bir savunma hareketinden bir isyana çeviren sokağın önemli bir bölümü kapitalizmi hedef aldığının farkına varmadan isyanı körükledi. Sendikaların, devrimci örgütlerin, sol-sosyalist partilerin zayıflıklarından dolayı direnişe güçlü bir şekilde katılamaması da direnişte söylem olarak kapitalizm, sermaye, devrim vurgularının güçlü bir şekilde yapılamamasına neden oldu ve kapitalizm karşıtlığı tüm çıplaklığı ile vurgulanamadı. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi’deki mücadeleyi daha da yukarıya taşıyacak bir müdahaleyi yapabilecek sendikaların, sol muhalefetin zayıflığına ilişkin bir genelleme yaptık ama zayıflıktan değil biraz öngörüsüzlük, biraz da önceliklerin dönemsel olarak farklı olmasından kaynaklı güçlü ama Gezi’ye gerekli enerjiyi ver(e)meyen bir "hareket" vardı. Onlar Türkiye'nin her yerini saran ateşe sırtını dönerek tüm emek ve demokrasi güçlerini hayal kırıklığına uğrattılar. Hangi hareketten bahsettiğimi biliyorsunuz. Kürt hareketi, bu ateşi körüklemediği için Kürt emekçilerin yoğun bir şekilde örgütlü olduğu sendikalar da tüm güçleriyle direnişe omuz vermedi. Ve yine Kürt hareketi sokağa yüzünü dönmediği içindir ki önemli ölçüde Kürtlerin itici güç olduğu varoşlar da direnişe ev sahipliği yapmadı. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Kürtler Gezi'de Yok Muydu?</b></div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi Direnişi'nde işçi sınıfının gerektiği ya da beklenildiği ölçüde eylemlere katılmadığını söylemiştik. Bu rol, işçi sınıfının mücadele tarihinden süzülen evrensel bir rol ve bir dönem tüm dünyada geçerliliğini korusa da şimdilerde çokça tartışılan bir durum. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bizim memleketimizde ise işçi sınıfının bu rolünü Kürt Hareketi çalmış durumda. Beğenin, <br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-jHObk-P7v-A/UyAm7Q4dVDI/AAAAAAAAQcI/5IDYz67VLMk/s1600/BDP+Gezi.JPG" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-jHObk-P7v-A/UyAm7Q4dVDI/AAAAAAAAQcI/5IDYz67VLMk/s1600/BDP+Gezi.JPG" height="213" width="320" /></a></div>
beğenmeyin şu anda bu coğrafyanın "en örgütlü" muhalif gücünden bahsediyoruz. Bu gücünü, potansiyelini her zaman layıkıyla kullanamasa da, Türkiye sol hareketinin 12 Eylül 1980'de yediği darbeden sonra toparlanamaması nedeniyle solun en zayıf olduğu dönemlerde Kürt Hareketi hep ayakta oldu. Kürt Hareketi peşine taktığı kitlelerle birlikte iktidara hangi parti gelirse gelsin, burjuvazinin hangi kliği egemen olursa olsun devletle, sistemle hep çatıştı. Kürtlerin neredeyse 30 yıl boyunca sürekli eylem halinde olması ve iktidarlarla sürekli çatışması onları herkesin zihninde bu toprakların "kronik muhalifi" haline getirdi. Çoğu zaman sadece kendi hakları ve çıkarları için mücadele ettikleri düşünülse de, aslında memlekette yaşayan herkese, her kesime bir nefes aldırıyordu. Öyle ki;demokrasiyi inşa etme mücadelesini neredeyse tek başına omuzlarına almıştı.</div>
<div style="text-align: justify;">
Ta ki Gezi Direnişi'ne kadar. Gezi Direnişi, uzun yıllardır demokrasi, hak ve özgürlükler mücadelesi yürüten Kürt Hareketi dışındaki diğer muhalif kesimlerin de taşın altına elini sokmayı başardığı kritik bir dönemeç oldu. Hatta Kürt Hareketi'nin alışagelmişin dışında bir tavır sergileyerek direnişe beklenildiği kadar güç vermemesi Kürtlerin Gezi Direnişi'ne destek vermediği havası yarattı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Evet, Kürtlerin bu coğrafyadaki en önemli (siz bunu "tek" diye okuyun) temsilcisinin ve yukarıda belirttiğim gibi bu coğrafyanın en dinamik muhalif gücünün direnişe sembolik destek vermesi, genel olarak Kürt halkının direnişe destek vermediği algısını yaratan nedendi. Bu algıya sahip olanların bir bölümü, Kürtlerin sokağa çıkmaması ve alanlarda Kürtlerle yan yana gelmeyecek olmaları nedeniyle ellerini ovuşturup buna sevinirken, bir bölümü ise Kürtlerin sokağa döküldüğünde direnişin çok daha büyüyüp, hükümeti devirmeye kadar varabileceğini bildiklerinden bu durumun gerçekleşmemesi nedeniyle onlara kızgın olanlardı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kürtlerin direnişe destek vermediğini söylemek çok büyük haksızlık olur. Zira Kürtler, toplumun diğer kesimleri gibi sokaktaydılar. Ez azından doğrudan BDP'nin söylemlerine göre hareket etmeyen Kürtlerin hemen her yerde alanlarda olduğunu herkes gördü. Bu gerçeği görmek istemeyenler, "Kürtler direnişi sattı" diye ahkam kesenler Kürtlere ezeli ve ebedi düşmanlık besleyenlerdir. Sorunun kaynağı, BDP'nin direnişe doğrudan destek vermemesiydi.<br />
Direnişin kıvılcımını çakan BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder olsa da, BDP en başından beri Taksim Dayanışması'nın bileşenlerinden biri olsa da, birçok yerde BDP'liler ilk günden itibaren kendi renkleriyle alanlardaki yerini alsalar da; doğrudan, alışılmış kitlesel sokağa çıkma refleksini göstermedi BDP ve bu yüzden de direnişe destek vermedi algısı haklı olarak kuvvetlendi. BDP, direnişe kurumsal olarak destek vermediği gibi, destek vermemesine kılıf uydurmaya çalıştı. Bahane uydurmaya çalıştıkça direnişi karşısına alan söylemlere itti kendini. Öyle ki, söylem düzeyi Başbakan'ın seviyesine kadar indi. </div>
<div style="text-align: justify;">
Selahattin Demirtaş ve Ahmet Türk gibi BDP'nin en etkili ve yetkili ağızlarından Gezi Direnişi'nde sokağa çıkanların aralarında Ergenekoncu güçlerin, Kürt düşmanı kesimlerin olduğunu ve bu yüzden Gezi'ye mesafeli durduğunu ifade eden <a href="http://www.haberdiyarbakir.com/demirtas-ergenekon-tayfasina-dikkat-cekti-58916h/">açıklamalar</a> geldi. AKP'den direnişi dış güçlere bağlama yönünde demeçler gelmesi, değerlendirmeler yapılması gayet normaldi. Onların direnişi zayıflatmak için kullanabileceği taktiklerden birisiydi bu. Zira Türkiye'deki tüm toplumsal olayları dış güçlere havale etme geleneği yüzyıldır süregidiyor. Ama toplumsal olaylarda bile "sıradan insanların" özne olamayacağını düşünmek, halk hareketi ile güç kazanmış bir siyasetin kendi dinamikleriyle çelişmesidir. Halkın "Ergenekon", "dış mihraklar", "faiz lobisi" gibi somut olmayan odakların elinde ancak nesne olabileceği fikri; toplumu, kendi aklıyla düşünüp hareket edemeyen, birilerinin piyonu olabilecek pespaye bir varlık olarak gören anlayışların ürünüdür. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Halbuki BDP'nin Gezi Direnişi'ne katılmamasının gerekçesi çok netti: AKP ile yürütülen müzakere sürecinin sekteye uğramaması.</div>
<div style="text-align: justify;">
Kürt Hareketi, devletle giriştiği müzakere süreçlerinde uzun yıllar sonra ilk kez bu kadar ilerleme kaydettiğini düşünüyordu. Kürt Hareketi, artık somut adımlar atılmasını ve önemli kazanımlar elde edilmesini bekliyordu. Üstelik bu süreç diğerlerinden farklı olarak kamuoyuyla da paylaşılıyordu. Bu durum, müzakere sürecini bitiren tarafın toplum nezdinde zan altında bırakılacağı hissiyatını iyice güçlendiriyordu.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kürt hareketi, AKP dışındaki iktidar olma olasılığı olan CHP ve MHP'nin çözüm sürecine karşı çıktığını ve bu partilerin AKP'nin yerine iktidar olması durumunda çözüm sürecinin hiç başlamamış gibi geriye gideceğini bildiği için müzakare sürecinde AKP'nin zayıflamasını göze alamadı. Gerçekten de BDP, Gezi Direnişi'ne bütün gücüyle sokağa çıkararak katılsaydı işin rengi kesinlikle değişir ve süreç hükümetin düşmesine kadar devam edebilirdi. BDP kendi kitle gücünü bildiği içindir ki, bu olasılığı tamamen devre dışı bırakarak sembolik katılımlar veya sembolik desteklerle yetindi sadece.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
“Barış” dediğimiz süreç, sadece hükümetler ya da savaşan silahlı güçler arasında değil, halklar arasında olacaksa eğer; halkların, toplumun farklı kesimlerinin birbirlerinin derdini anlamak için birbirine temas etmesi gerekiyor. Kürt Hareketi, mücadeleye başladığı dönemden beri bu teması sağlamak için çeşitli adımlar atmaya çalıştı. Türkiye’deki demokrasi güçleri de bu temas için elinden geldiğince bu adımlara destek olmaya çalıştı. Ama bu adımların hepsi cılız adımlar oldu ve karşılık bulamadı. Gezi Direnişi yıllarca gerçekleşmeyen teması sağlamak için çok önemli bir fırsattı ama bu fırsat Kürt Hareketi’nin müzakere süreci nedeniyle elinin kolunun bağlı olduğu bir döneme denk geldi. Müzakere süreci de önemli bir fırsattı. Kürt Hareketi, iki önemli fırsat arasında tercih yapmak zorundaydı. Tercihini o dönem daha somutlaşmış ve muhatap olarak karşısında bir siyasi iradeye sahip olanı tercih etti, sokağın gücünü göremedi. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
BDP'nin Gezi Direnişi'ne müzakere süreci sekteye uğramasın diye destek vermemesinin en belirgin kanıtı, Ahmet Türk ve Sırrı Süreyya Önder arasında yaşanan tartışmadır.</div>
<div style="text-align: justify;">
Ahmet Türk'ün "Gezi olaylarında hükümeti yıpratmak isteyenler de olabilir" sözü BDP'nin direnişe güçlü destek vermemesinin asıl nedenini ortaya koyar niteliktedir. Sırrı Süreyya Önder de bu sözün altında kalır mı hiç, yapıştırıverdi <a href="http://www.sendika.org/2013/06/sirri-sureyya-onder-hukumeti-yipratmayacagiz-diye-biz-kime-soz-verdik/">cevabı</a>:</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
"Hükümeti yıpratmayalım diye kime söz verdik. Bizim varoluş nedenimiz siyasal mücadeledir. Hükümeti yıpratmayalım demek bu süreci hükümetin başlattığını ya da hükümetin tekelinde olduğunu zannetmek demektir."</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu tartışma sıradan bir tartışma değildi elbette. BDP, Gezi Direnişi sırasında hükümete bir söz verdi mi bilmiyoruz ama Diyarbakır ve çevre illerdeki polislerin ve TOMA'ların Adana, Mersin ve Ankara gibi şehirlere gönderildiğini biliyoruz. Yani hükümet, Kürdistan'da sokağa çıkılmayacağı rahatlığıyla bu sevkiyatı yapmıştı. BDP'nin Gezi Direnişi'ne "müzakere süreci bozulmasın" diye güçlü bir şekilde katılmaması anlaşılabilir bir tutumdur ama bu tutumu haklı çıkarmak için "Ergenekoncular, Kürt düşmanları" gibi sıfatlarla direnişi topyekün eleştirmesi kabul edilebilir bir tutum değildir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Evet, alanda ezeli Kürt düşmanları vardı ama bunların ebedi düşman olacağını düşünmek bir toplumsal dönüşüm biçimi olan siyasetin kendisini anlamamaktır. Siyasi tutumların zamanla değişebileceğini bu coğrafyanın siyasi mücadeleler tarihi bile defalarca göstermiştir. Yeter ki o tutuma yönelik süreklilik arz eden politik adımlar atılabilsin. Kitlelerin, kişilerin siyasal tutumlarının ezeli ve ebedi olarak aynı kalacağını düşünenler değişimin gücünü bilmeyenlerdir. Ya da adım atmaya cüreti olmayanlar. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-SzPQhmATqtg/Ux8hV_w_KOI/AAAAAAAAQbA/SoVuF2CYUe0/s1600/atat%C3%BCrk-ile-apo-posterini-yanyana-a%C3%A7an-g%C3%B6sterici_459093.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-SzPQhmATqtg/Ux8hV_w_KOI/AAAAAAAAQbA/SoVuF2CYUe0/s1600/atat%C3%BCrk-ile-apo-posterini-yanyana-a%C3%A7an-g%C3%B6sterici_459093.jpg" width="320" /></a>Direniş süresince, alanlarda açılan Öcalan posterlerine zaman zaman verilen tepkileri saymazsak hiçbir ırkçı slogan atılmamış, ırkçı bir saldırı gerçekleşmemiştir. Kürtlerle hiçbir alakası olmayan bir futbol maçından sonra bile BDP binasını taşlayan kitle, güvenlik zaafiyetinin olduğu ve saldırıya çok müsait Gezi Direnişi ortamında bile Kürtlere veya Kürt kurumlarına karşı hiçbir taşkınlık yapmamıştır. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
BDP binasının varlığına bile tahammül edemeyen ve her fırsatta saldırabilen kitle, BDP bayraklarının, Öcalan posterlerinin, hatta Öcalan ile Atatürk'ün posterlerinin yanyana olduğu bir meydanda bütün bunlara tahammül edebildi. Tahammül edenlerin daha az ırkçı olanları ortak düşman AKP'ye karşı bir araya gelinen bir alanda herkesle yanyana durulabileceğini öğrendi. Daha kafatasçı olanlar ise alanlarda azınlıkta kaldıklarından seslerini çok fazla çıkaramadılar.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
BDP ile yanyana durmaktan gocunmayan Ulusalcı damardan beslenen kitleler, bir süre sonra BDP'lilere ve flamalara alıştı. Özellikle Taksim Komünü’nde paylaşımları arttıkça birbirlerini anlamaya başladılar. Polisin azmanlaştığı dönemlerde Kürtlerin yıllardır polislerle sürekli çatışma halinde olması daha anlaşılır olmaya başladı. Medyanın polis şiddetini göstermediği, direniş karşısında üç maymunu oynadığı dönemde "Bunca yıldır Diyarbakır'ı bu medya ile izleyip ön yargıya sahip olmuşuz, Kürt kardeşim özür dileriz" minvalli yazılar yazıldı, <a href="http://img489.yukle.tc/image.php?id=7287Tuna_Kiremitci.jpg">tweetler</a> atıldı.</div>
<div style="text-align: justify;">
Lice'de kalekol yapımına karşı çıkan köylülere jandarma saldırıp Medeni Yıldırım'ı katlettiğinde, sosyal medyada Lice'ye destek çığ gibi büyüdü, Gezi eylemlerinin yapıldığı her yerde Lice'ye destek <a href="http://vimeo.com/69406400">eylemleri</a> yapıldı.</div>
<div style="text-align: justify;">
Evet yukarıda belirttiğimiz gibi, Kürt düşmanı kesimlerin de direnişin bir parçası olduğu bir gerçekti ama sadece bu kesim nedeniyle direnişe destek verilmemesi bahanesi çok ucuzdu ve ucuz etin yahnisi kötü olduğu için kimse de bu bahaneyi yemedi.</div>
<div style="text-align: justify;">
BDP, Gezi Direnişi'ne layıkıyla katılmayarak çok önemli bir fırsatı da kaçırmış oldu. Beyaz Türkler, Kürtlerin yıllardır ne için mücadele ettiğini anlamıyor, anlamak istemiyor. Bu durumun elbette ki kusurlu tarafı sürekli devletten yana tutum takınan Beyaz Türkler’dir. Ama bu kesimlerle buluşmak, derdini anlatmak için de bazı fırsatları da kaçırmamak gerekir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi Direnişi, Kürtlerle Beyaz Türkleri barıştırmak için, Beyaz Türklerin Kürtleri anlaması için çok önemli bir dönemeçti ama bu dönemeci kaçırmış olduk. BDP'nin kitlesinin direnişe katıldığı yerlerde çok güzel enstantaneler ortaya çıktı, kaynaşmalar yaşandı. Çatışmanın yaşandığı anlarda barikatlarda birlikte durup, sakin geçen zamanlarda birlikte türkü söylenip halaylar çekildi. Birlikte yiyip, birlikte içildi. Ama bu durum genele yayılamadı. Genele yayılamamasının sebebi de BDP'nin eylemlerin genelinde bulunmaması idi. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-l9_YUXM8espUu5BLD11HVHsxhth8QB514v6eMY6J0AAIxF3ZfEeu6tJNorLGpaWaLdKrpwDh1WsdE1HtHyKwjJ5q8gXL6t-kNpHrJcYk93NbfolXexsDIs1A_JuIlhCiaaGio8RmkS4/s1600/basliksiz_3jpg_h981.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="253" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-l9_YUXM8espUu5BLD11HVHsxhth8QB514v6eMY6J0AAIxF3ZfEeu6tJNorLGpaWaLdKrpwDh1WsdE1HtHyKwjJ5q8gXL6t-kNpHrJcYk93NbfolXexsDIs1A_JuIlhCiaaGio8RmkS4/s320/basliksiz_3jpg_h981.jpg" width="320" /></a>Aslında devlet Kürt Hareketi ile Beyaz Türklerin barışması, ya da en azından mücadelelerin ortaklaşması için istemeyerek de olsa çok önemli bir fırsat da sundu. Gezi Direnişi devam ederken, sınır ilçelerinde Kalekol yapımına hız vermeden devam edilmesini protesto eden Kürtlere jandarma tarafından doğrudan insanlar hedef alınarak ateş etildi. Medeni Yıldırım Diyarbakır’da hayatını kaybetti. Devletin Türkiye sınırları içerisindeki hemen her yerde şiddetini göstermekten imtina etmediği bir döneme tanıklık ettik. Batı’da da, Doğu’da da protestolara tahammülü olmadığını gösterdi. Memleketin Doğusu ile Batısı arasındaki mücadelenin ortaklaşması için gerekli zemin hazırdı ama bu zemini kullanacak özneler yoktu ortalıkta. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Beyaz Türklerle daha fazla kucaklaşmak için çok önemli bir araç da vardı aslında. Halkların Demokratik Kongresi (HDK) tam da bu amaçla kurulmuş bir yapıydı. HDK'nın misyonu; BDP'ye ön yargıyla yaklaşan kitleleri emekten, ezilenden yana bir siyaset ortaya koyarak Türkiye'deki sol siyasetlerle ve BDP ile buluşturmaktı. Batı'da yaşayan ve Gezi Direnişi'ne doğrudan ve dolaylı olarak katılan kitlelerin büyük bir bölümü iktidarın tahakkümünün yanı sıra Türkiye'de siyaset yapan bütün kurumlara, partilere tepkiliydiler. Bu tepkinin bir nedeni de AKP'ye karşı sağlam bir muhalif duruş ortaya koyamamaları idi. Kitleler yeni bir araca ihtiyaç duyuyorlardı. Yeni bir hareket, yeni bir parti. Bu talep, direniş sırasında ve özellikle de direnişin forumlara evrildiği dönemlerde çokça dillendirildi, tartışıldı, konuşulmaya devam ediyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
HDK, Gezi Direnişi'ne katılan herkese hitap edebilecek bir yapıya sahip olmasa da kitlenin önemli bir bölümünü kucaklayacak bir oluşumdu. HDK'nın bu avantajını bilen bazı örgütler özellikle HDK'yı ön plana çıkarmaya çalıştı ama HDK'nın ana gövdesini oluşturan ve HDK'yı HDK yapan BDP'nin eylemlere kitlesel katılmaması ve katıldığı yerlerde de BDP'yi ön plana çıkarması HDK'yı cılız bir örgüt görünümünden ötesine geçiremedi. HDK'nın çok fazla göz önünde olmamasında, güçlü ve kitlesel bir örgüt gibi durmamasında sadece BDP'yı suçlamamak gerekiyor. HDK'nın birkaç bileşeni dışında hiçbir örgüt eylemler sırasında HDK çatısı altında bir araya gelmek istemedi. Bütün örgütler kendi dar örgütsel çıkarlarıyla hareket ederek direnişin yarattığı havadan faydalanmak istedi ama Sol'un genel faydası es geçildi.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Eğer ki BDP başta olmak üzere hali hazırda HDK bileşeni olan bütün örgütler HDK çatısı altında eylemlere katılıp boy gösterselerdi HDK bugün en önemli muhalefet partilerinden biri haline gelir ve 2014 Mart yerel seçimlerinde Batı'da da önemli birkaç belediye kazanma ihtimalini güçlendirirdi. Yıllardır slogandan öteye gidemeyen "Yaşasın Halkların Kardeşliği" hayali gerçeğe dönüşür ve egemenlerin korkulu rüyası olan Kürtlerle Türk muhalefetinin omuz omuza yer alması gerçekleşebilirdi. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Barış Süreci Eylemlerin Önünü Açtı!</b></div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi Direnişi Türkiye'de siyasete dair umutlarımızı arttırdığı için artık birçok olaya bir de iyi tarafından bakmaya başladık. Kürtlerin Gezi'ye kurumsal olarak katılmamasını stratejik bir hata ve önemli bir fırsatın kaçması olarak değerlendirdik. Bir de bu duruma iyi tarafından bakalım.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
BDP'nin Gezi'ye katılmamasının sebebi Müzakere Süreci'ydi, dedik. Peki Gezi Direnişi patlak verdiğinde müzakere süreci olmasaydı Gezi Direnişi böyle olağanüstü bir hal alabilir miydi? Açıkça benim bu konuda tereddütlerim var. 90'lı yıllardan beri devlet, Kürt isyanını bahane edip insan haklarını ihlal etmeyi, demokrasiyi yok saymayı normalleştirmeye çalıştı. Türk halkını da buna razı etti. Türk halkından bu duruma karşı çok fazla çatlak ses çıkmadı. Çünkü devlet "teröristlerle" mücadele ederken polis-asker şiddeti, sokak ortasında infazlar, keyfi gözaltılar, uzun tutukluluk süreleri vs. bunlar hepsi terörle mücadelenin birer aracı idi. Vatansever Türk halkının da bu tür uygulamalara karşı gelerek terörle mücadelede devletin elini kolunu bağlamaması gerekiyordu. Zaten göz altına alınanlar durduk yere göz altı alınmazdı, kesin teröristtir onlar. Vardır devletimizin bir bildiği. Kürtse, devrimciyse, hakkını savunuyorsa ve üstelik hakkını savunurken polisle çatışıyorsa terörist değildir de nedir. Hatta öyle bir noktaya gelindi ki; sıradan bir hak arama mücadelesi bile terörist damgası yedi. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Devlet Kürtlerle savaşırken, devletle derdi olan, hakkını-hukukunu aramak isteyen birçok kesim sokağa inmekten çekindi ya da inmek istemedi. Hem, devlet “terörle mücadele” ederken devlete karşı bir cephe daha açıp devleti zayıflatmamak için, hem de hakkını arayan herkese vurulan terörist damgasını yemekten korktuğu için. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ama öyle bir gün geldi çattı ki, yıllardır "terörist" diye damgaladıkları insanların dışında birileri sokağa çıkmıştı. Bu süre zarfında, “Terörist Kürtler” sokakta da, dağda da devletle karşı karşıya gelmiyordu. Devletin polisini, jandarmasını durduk yere kışkırtan “teröristler” yoktu ortalıkta ama devletin polisi sokakta yine saldırı halindeydi. Polisin saldırdıkları "teröristler" olmadığına göre bu kez karşı durmak elzem olmuştu. Evet, devletin yıllardır uyguladığı polis şiddetine artık Beyaz Türkler de dur demeliydi ve dediler de. Devletin terörist, çapulcu demesine aldırış etmeden kendi dertlerini rahatça haykırabildiler. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Eğer ki BDP bayrağı altında Kürtler en başından beri sokağa çıkmış olsaydı devlet bunu çok iyi kullanabilir, kirli savaş taktiklerini devreye sokabilir ve mücadeleyi sekteye uğratabilirdi. Bunun yanında, Gezi Direnişi'nde devlet direnişin olduğu şehirlerde azgın bir şekilde şiddet uygulamasına rağmen, devletle direnişçiler arasındaki mücadele, Kürdistan'da yıllardır yaşanan savaş kadar can yakıcı olmadı. Oradaki mücadelede devlet de halk da daha sert ve daha acımasız. Gündüz polisle halk arasında sokakta çatışma olması demek, aynı günün gecesi dağlarda askerle gerilla arasında silahlı, toplu-tüfekli çatışma olması demektir. Yani Gezi Direnişi'nin tereddütsüz bir şekilde Kürdistan'a taşınması demek, hem Batı'da hem de Doğu'da her gün belki de onlarca cenazenin kaldırılması demekti. Dağlardan gelen cenazeler, devletin savaş taktikleriyle Türk halkının gözünü tekrar oraya çevirmesine ve gelen asker cenazelerine duyarsız kalamayacak halkın Gezi gündemini bir kenara bırakmasına neden olabilir, mücadele yine devletle Kürtler arasına sıkışıp kalabilirdi. Batı'da sadece, Kürt hareketine her zaman destek olmuş demokrasi güçlerinin cılız sesi çıkmaya devam ederdi. Böylece uzun yıllardır ilk kez Beyaz Türkler'in polisle, jandarmayla, medyayla karşı karşıya gelmesi, tüm kurumlarıyla ceberrüt devletiyle amansız bir mücadeleye girişmesi ve onun gerçek yüzünü görmesi sağlanmamış olabilirdi.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Tabii yukarıda açıklamaya çalıştığım durum, gerçekleşmesi “ihtimal” olabilecek bir durumdu. Tam aksine, Kürt hareketi ile diğer demokrasi güçleri Kürt hareketine oldukça mesafeli duran, hatta onlardan nefret eden ama Gezi Direnişi'nde sonuna kadar devletin karşısında durma iradesini gösteren kesimlerle sağlam bir etkileşim, iletişim sağlayıp devletin karşı propagandasını püskürtme ihtimali de yüksekti. Ama bu fırsat da kaçtı. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Sosyal Medyanın Gücü</b></div>
<div style="text-align: justify;">
Bazı olaylar vardır. O anda orada bulunmasan da hakkında çok şey söyleyebilir, rahatlıkla bir şeyler yazabilirsin. Örneğin İstanbul'daki bir 1 Mayıs veya Diyarbakır'daki bir Newroz ile ilgili orada olmasan da çeşitli haber kaynaklarından edindiklerinle çok net bilgi sahibi olabilirsin ve bunları başkalarıyla da paylaşabilirsin. Birçok gazetecinin olayın cereyan ettiği yere gitmeden bir miting, bir futbol karşılaşmasını oradaymış gibi haber yapabildiğini biliyoruz. Çünkü her şey çok rutindir. Mitinge kimlerin geleceğini, kimin çıkıp konuşma yapacağını, hatta konuşmasında ne söyleyeceğini bile tahmin edebiliriz. Hem her şey çok rutindir, hem de bütün basın yayın organlarından gerekli bilgileri edinme şansımız vardır.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ama bu rutin, Gezi Parkı ile başlayıp bütün memlekete yayılan eylemlerle bozuldu, bütün klişeler yerle bir oldu. Ana akım medya üç maymunu oynayınca haber kaynaklarımızın önemli bir kısmı çöktü. Ana akım medya mülga oldu, sosyal medya hasıl oldu. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Aslında memleket insanımız, sosyal medya ile çok daha önceden haşır neşir olmuştu. Ama bu internet sitelerini ana akım medyaya bir alternatif olarak ortaya koyması Gezi Direnişi ile başlamış oldu. Uzun süredir dilimize pelesenk ettiğimiz "sosyal medya" nın “sosyal” yönünden çok fazla faydalanıyorduk ama “medya” özelliğini gerçekten Gezi Direnişi ile öğrenmiş olduk. Gezi Direnişi'nin memleket sath-ı mahalline yayılmaya başlamasıyla ana akım medya Gezi Direnişi nezdinde haber verme işlevini yerine getirmek istemeyince, kitleler sosyal medyaya sarıldı. Ana akım medya ana akımlığını kaybetti. "Ana akım medya” diye süslenen burjuva medya, yıllardır sürdürdüğü “basın özgürlüğü” yalanını artık sürdüremez hale geldi. Daha önce, hizmet ettiği sınıfın çıkarlarını örtük bir şekilde yayınlarken kitleler bu yalana rahatça inanırken, Gezi Direnişi sırasında burjuvazinin çıkarlarını çıplak bir şekilde savununca bütün foyası ortaya çıkmış oldu. “Halk ne talep ediyorsa biz onu yayımlıyoruz” yalanı suya düşmüş oldu. Gezi Direnişi’ne destek veren de vermeyen de bütün halk, direnişle ilgili olan biteni öğrenmek isterken, ana akım medya “Penguen” belgeselleri ile durumu geçiştirmeye çalıştı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Demokrasinin 3 önemli gücü sayılan Yasama, Yürütme, Yargı arasındaki “Güçler Ayrılığı” yalanı çoktan beri çökmüştü. Liberal demokratlar sözümona, bu güçleri halk adına denetleyen ve bunlar arasındaki olası aksaklık, hata ve yolsuzlukların denetlenmesi amacıyla devreye girmesi gereken demokrasinin “4. güç” olarak medyayı gösteriyorlardı. Ama Güçler Ayrılığı yalanı nasıl çöktüyse, "medyanın tarafsızlığı" da halk nezdinde un ufak olup gitti. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Halk, burjuva medyaya tepkisini her türlü yöntemle gösterdi ve bu yöntemlerin hepsi meşru bir eylem olarak mücadele tarihine kazındı. Direnişi haber yapmayıp aynı saatlerde Penguen belgeseli yayınlayan CNN TURK ile dalga geçildi, "Penguen" direnişin sembollerinden biri haline geldi. Yine ilk günlerde direnişi haber yapmayıp, tepkilerden sonra haber için sokağa çıkan NTV’nin canlı yayın arabası tahrip edildi, kullanılamaz hale geldi. Tayyip Erdoğan’ın yurt dışı gezisi dönüşünde konuşması, “Demokratik Taleplere Canımız Feda” aynı manşetiyle tek bir kaynaktan çıkmış olduğunu açıkça göstererek haber yapan gazeteler sosyal medya aracılığıyla hemen deşifre edildi. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Haziran ayında her yeri eylem alanına çeviren halk, medya plazalarını da unutmadı. 3 Haziran günü NTV ve Sabah-ATV önünde yapılan protesto eylemleri defalarca yapılan eylemlerin arasında en kitlesel olanlarıydı. NTV önünde yapılan eylem, medya protestoları arasında belki de dünyada eşine az rastlanır bir olaydı. NTV önünde eylem yapan halk, ısrarla canlı yayın yapılmasını talep etti. Israra dayanamayan NTV canlı yayına girdi ve mikrofonu protestoculara uzatmak zorunda <a href="https://www.youtube.com/watch?v=o2-eYDwcdo0">kaldı</a></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu eylemlerden sonra sahaya inmeye başlayan medyaya halkın tepkisi dinmedi. Canlı yayınlarda kameraya para sallanması, medyanın sermaye yapısının herkesçe bilinirliğini gösterir nitelikte idi. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ana akım medyadan umudu baştan kesen halk kendi araçlarını ortay çıkardı. Her direnişçi, direnişe omuz veren herkes birer medya organı gibi çalıştı. Elinde 300 TL'lik telefonu olan sıradan bir kişi, milyonlarca dolarlık yatırım yapılan TV'lerden, gazetelerden daha çok iş çıkardı, daha fazla haber yaptı. Twitter, Facebook, YouTube gibi içerik paylaşma sitelerinin kullanımı had safhaya ulaştı.</div>
<div style="text-align: justify;">
İstatistiklere göre; Türkiye'de günde ortalama 8 milyon tweet atılırken, direnişin zirve yaptığı gün olan 1 Haziran günü 27 milyon tweet atılmış.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
31 Mayıs günü Gezi Parkı'na yapılan polis müdahalesinden sonra, diğer şehirlerdeki hemen hemen bütün eylemler sosyal medya üzerinden örgütlendi. Öyle ki eylemlerin örgütlenmeye çalışıldığı ilk saatlerde birden fazla yerde, farklı saatler verildi. Ama kitleler o kadar kalabalıktı ki herkes her yerde toplandı, farklı yerlerde toplanan kalabalıklar hemen bir araya gelebildiler. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Direnişe fiili olarak katılmayan insanlar da sosyal medya aracılığıyla direnişin bir parçası olabildiler. Dışarıda kıyamet koparken sokağa çıkmak istese de evinde-işyerinde kalmak zorunda kalanlar, memleketinden çok uzaklarda direnişin heyecanıyla kalbi pır pır eden Köln'de, Berlin'de, New York'ta, Brüksel'de yaşayan gurbetçilere kadar herkes bilgisayar başında direnişe omuz vermeye çalıştı. Sokaktaki direnişçilerin işini kolaylaştıracak ne varsa yapılmaya çalışıldı. Kimisi direnişin yoğun olduğu bölgelerdeki cafelerin Wi-fi şifrelerini paylaştı, kimisi elinde sopayla sokaklarda direnişçi avına çıkan faşistlerin bulunduğu sokakları deşifre etti, kimisi de sağlık kabini oluşturulan yerleri direnişçilerle paylaştı. Herkesten her türlü haber gelince haliyle haber kirliliği de fazlalaştı. Devletin istihbarat birimleri de sosyal medyayı kullanınca zaman zaman dezenformasyon had safhaya ulaştı ama direnişin kendi dili, zekası bütün bu bilgi kirliliğini de kısa zamanda yok etmesini bildi.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Eylemin Dili</b></div>
<div style="text-align: justify;">
<i>“Yeni bir dili öğrenmekte olan kişi, başlangıçta, onu hep kendi anadiline çevirir. Ancak, ne zaman yeni dili, eskiyi anımsamadan, ana dilini unutarak konuşmaya başlar, o zaman o dilin ruhunu özümser, içinde yolunu bulabilir ve kendini özgürce ifade edebilir”</i>(Karl Marx)</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Sosyal medya aracılığıyla herkesin birer medya organı gibi çalışması ve direnişin kendiliğinden bir hareket olması alışageldiğimiz eylem dilinin değişmesine de sebep oldu. Gezi’den önce eylemleri örgütleyen kurumlar, eylemlerde atılacak sloganları, hangi pankartların, flamaların taşınacağını eylemden önce belirlerdi. Önceden hazırlanan bir basın açıklaması metni de örgütlerin asgari müştereklerde ortaklaştığı konuları içerirdi. Her şey önceden planlandığı için bu tür eylemlere katılan kitle kendini ifade edecek bir alan bulamazdı. Kendini eylemin içinde bir aktif bir özne değil, pasif izleyici ve nesne olarak gören kitleler de bu eylemlerden yavaş yavaş elini- eteğini çekmeye başlamıştı. </div>
<div style="text-align: justify;">
Kendiliğinden gelişen ve örgütlerin bırakın üzerine plan yapmayı, hızına bile yetişemediği Gezi Direnişi, alışageldiğimiz eylemlerin dışında bambaşka bir eylem dili geliştirdi. Herhangi bir örgütlüğü olmadığı halde, eyleme her katılan herkes kendini rahatça ifade etme fırsatı buldu. Her eylemci kendi pankartını, kendi sloganını hazırladı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-i8ykoEt8axE/Ux8id5ofWdI/AAAAAAAAQbM/guFZiLaY7Qs/s1600/indir.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://1.bp.blogspot.com/-i8ykoEt8axE/Ux8id5ofWdI/AAAAAAAAQbM/guFZiLaY7Qs/s1600/indir.jpg" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
Her bir birey kendi başına bir örgütmüş gibi hareket etti. Eylemlere katılanlar o kadar rahattı ki kitle eylemlerinde pek alışık olmadığımız Sinkaf küfürler bile çok yaygınlaştı. Eylemlere katılanların slogan konusunda kendini baskı altında hissetmemesi yaratıcılığı da arttırdı. Daha ilk günden itibaren daha önce eylemlerde hiç duymadığımız sloganlar, marşlar dillere düştü, duvarlara yazıldı. Bunların büyük bir kısmı o kadar yaratıcı ve eğlenceliydi ki, devletle girişilen ve olabildiğince sert geçen kavganın bir yandan da keyifli geçmesini sağladı. Eskinin sıkıcı, uzun, ritmi olmayan sloganlarının yerini, mizah yüklü, ritmik ve eğlenceli sloganlar/marşlar aldı. Herkes kendi sloganını, marşını yaratırken ortaya çıkan bu eserler sadece o yerelle sınırlı kalmadı. Ankara’da bir kişinin duvara yazdığı bir slogan, 1-2 saat sonra Mersin’de yüzlerce insan tarafında haykırıldı. İzmir’de bestelenerek söylenen bir marş çok kısa bir sürede bütün ülkeye yayılabildi. Her eylemci aynı zamanda bir medya organı gibi çalışınca sloganlar, marşlar, duvar yazılamaları sosyal medya aracılığıyla her yere yayıldı. Bir süre sonra eylemin dili de ortaklaşmaya başladı. Yepyeni bir dil, yepyeni bir eylem tarzı ortaya çıktı. Sadece sloganlar ve marşlarda değil eylemin biçiminde de değişiklikler oldu. Eylemlerde “Herkes pankartın arkasına”, “sloganları 2 kez tekrarlayalım” gibi biçimlere itibar edilmedi. Devletin zorla inşa etmeye çalıştığı “Kamu düzeni” ile birlikte kortej düzeni de tarumar oldu. Eylemlerde bira içmenin “günah” sayıldığı memleketimizde, Gezi Direnişi’nde bira şişeleri de pankart ve flamalar gibi eylemlerin vazgeçilmez bir unsuru haline geldi. Bir süre sonra alkol almanın sınırı aşılmaya başlayınca ve eylemin kendisine zarar vermeye başlayınca yine direnişçiler tarafından alkol almaya müdahale edildi. Bu müdahalenin kendisi bile eski müdahale alışkanlıklarının terk edildiğini gösterdi. İçki içenlere doğrudan “İçki İçmek Yasak” gibi emrivakiler yerine, "Gezi Ayık Ol, Saldırıya Hazırlan !" tarzı sloganlar atılarak ortak bir müdahale şekli gelişti. Bu tarzın kendisi bile, yasaklara, tahakküme karşı gelişen Gezi Ruhu’na yakışır nitelikteydi. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Taraftar Grupları</b></div>
<div style="text-align: justify;">
Eylemin dilinin değişmesinde taraftar gruplarının rolünü atlamak gerekir. Taraftarlar, taraftar grupları direnişin başından itibaren aktif olarak yer alarak yıllardır stadlarda, spor salonlarında bir parçası oldukları tribün kültürünü eylem alanlarına taşıdılar. Bu kültürü taşırken eylemlerin biçimini de değiştirdiler. Eylemlerdeki kortej düzeninin yerini, kimsenin hangi koltukta olduğunun belli olmadığı, herkesin omuz-omuza olduğu tribün düzeni ya da "düzensizliği" aldı. Herkesin yerinin belli olduğu, koltukları mülkleştirmeye çalışan statlarda-salonlardaki “koltuk numarası” sistemine rest çeken tribüncüler, kortej düzenini de umursamadı. Taraftarların maçlarda 15-20 bin kişilik orkestralar eşliğinde söyledikleri marşlar ve sloganlar, direnişe uyarlanarak milyonlar eşliğinde söylendi. Rakip takım için yazılan marşlar (kimisi küfürlü de olsa) Tayyip Erdoğan’a uyarlandı, iktidarın tahakkümü için söylendi. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Direniş sırasında taraftarların katılımı o kadar yoğun oldu ki, bir süre sonra direnişin ana gövdesini taraftar gruplarının oluşturduğu algısı ortaya çıktı ve “bu taraftarlar şimdiye kadar neredeydiler?” soruları sorulmaya başlandı. Bu soruyu yanıtlarken iki önemli noktaya değinmekte fayda var:</div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-GJ6To7PxIpk/Ux8kXhV65fI/AAAAAAAAQbY/-v2MIPxj4AQ/s1600/izmir.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="212" src="https://1.bp.blogspot.com/-GJ6To7PxIpk/Ux8kXhV65fI/AAAAAAAAQbY/-v2MIPxj4AQ/s1600/izmir.jpg" width="320" /></a>Birincisi; Gezi Direnişi sırasında taraftar kimliğiyle veya belli bir taraftar grubu içinde eyleme katılan insanların bir bölümü daha önce de eylemlere katılan, partilerde, örgütlerde görev ve sorumluluk alan aktivistlerdi zaten. Parti ve örgütlerin hem zayıflığı hem de onlara karşı gelişen tepki nedeniyle, bu insanlar bu kez taraftar kimliğiyle <a href="https://www.youtube.com/watch?v=rTWzZMUkmWQ">eylemlere</a> katılmayı tercih etti.<br />
Gerek İstanbul, gerekse de İzmir’de birbirleriyle kanlı bıçaklı olan taraftar gruplarının birlikte hareket edip görkemli eylemler organize etmeleri taraftar gruplarına olan ilgiyi arttırdı. Bunun üstüne devletin Gezi Komünü’nü dağıtmasıyla Beşiktaş’a çekilen ve orada eylemlerini devam ettiren eylemcilere Çarşı Grubu’nun önderlik etmesi başta Çarşı olmak üzere taraftar gruplarına olan sempatiyi zirveye taşıdı. Taraftarlar o kadar ön plana çıktı ki neredeyse, Devrimci önderlik boşluğu taraftar grupları ile ikame edildi. Böyle olunca sokağa çıkanlarda taraftar aidiyeti daha da güçlenmeye başladı. Sporla ilgilenmeyen birçok insan bile “Ben de Beşiktaşlıyım, Çarşılıyım” demeye başladı. Dolayısıyla taraftar olarak eyleme katılanlar gökten zembille inmedi. Zaten burada hep aramızdaydılar, sadece kimlikleri değişmişti. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Diğer önemli bir mesele de; Solun spora ve özellikle de futbola karşı uzun yıllardır devam eden önyargısı. Sözüm ona diktatör Franco’nun “Ülkeyi 40 yıl boyunca 3F (Futbol, Fiesta ve Festival) ile yönettim” sözü solcuların dillerine pelesenk olmuş ve futboldan neden uzak durulması gerektiğini kanıtlamaya çalışırlardı. Türkiye’deki futbol seyircisinin uzun zamandır siyasetle hiç ilgilenmemesi ve etliye-sütlüye karışmaması da bu önyargıyı güçlendirdi. Ancak kitlelerin değişeceğine ve onların hayatına girerek onları değiştireceğimize inanıyorsak futbol taraftarları neden değişmesindi? Tıpkı 90 gençliği gibi taraftar grupları da apolitikti, onlar adam olmazdı. Solun içinde bu algı uzun yıllar devam etti. Taraftarlar solun örgütlü politik müdahalesi ile değil, kendi kendine değişmeye başladı. Birçok takımın taraftarı kitlesel eylemlerin önemli bir kısmına katılmaya başladılar ve Gezi Direnişi ile zirveye yerleştiler. Gezi ile, aslında ne kadar politik olduklarını, örgütlü durabildiklerini dosta düşmana gösterdiler. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Anti-Kapitalist Müslümanlar </b></div>
<div style="text-align: justify;">
Solun, taraftar grupları gibi önyargılı baktıkları bir kesim daha vardı. Tabii, bu önyargının karşılıklı olduğunu söylememek Sola, Sosyalistlere büyük haksızlık olur. Dünyevi işlerle ilgilenmeyen, “bu zalim dünyayı değiştirelim” diye mücadele edenlere “Benim işim Ahiret ile, öbür dünya ile” diyerek sırtına dönen, dünya işleriyle, politikayla ilgilenmiyor gözükse de muhafazakar ve milliyetçi partilerle içli-dışlı olan, iktidar değiştirebilen oy potansiyeli olan, sabah-akşam 5 vakit “Koministlere” beddua eden, asgari ücrete “kader, alın yazısı” diyen İslamcılardan veya Muhafazakar işçi sınıfından söz ediyoruz. </div>
<div style="text-align: justify;">
Sol ile dindar kitlelerin buluşamama sıkıntısı sadece memleketimize özgü bir durum değil elbette, dünyanın her yerinde aynı sıkıntı baş gösteriyor. Ama, dinin insanların hayat tarzını çok fazla etkilediği memleketimizde Osmanlı’dan Cumhuriyet’e büsbütün devlet geleneğinin -tabiri caizse- kitleleri uyutmak için dini bir afyon gibi kullanması, Sosyalistlerin de Marx’ın “din, kitlelerin afyonudur” sözünü berisine-ilerisine bakmadan kılavuz almaları Sol ile dindar kesimler arasındaki açık olan makası kronikleştirdi. Bu makasın kapanması için iki taraftan birinin bir adım atması gerekiyordu. Bu adımı ilk olarak “Devrimci Müslümanlar” veya “Anti-Kapitalist Müslümanlar” adıyla siyaset sahnesine çıkan bir grup insan attı. Kendilerini özellikle 2012 1 Mayısı’nda çok fazla söz ettirdiler. Bu grubun çıkışı ile ilgili bir <a href="http://yoldaspancuni.blogspot.com.tr/2012/09/numan-kurtulmus-akpye-transferi-ve-anti.html">yazımı</a> da bu blogumdan okuyabilirsiniz. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Solun önemli bir bölümü bu grubu anlamaya-yorumlamaya çalışırken atılan bu önemli adımı heyecanla karşılarken; bizim Sol cenah içerisinde önyargılarından kurtulmak istemeyenler bazı kesimler de, “temkinli olmak” adıyla yine kuşkuyla yaklaşıyorlardı Anti-Kapitalist Müslümanlar’a. Acaba AKP, Sol içerisinde bir bölünme yaratmak için bu grubu gizlice destekliyor olabilir miydi? Çünkü onların gözünde “Müslüman olmak demek tartışmasız AKP’li olmaktı”, birisi “ben Müslümanım” dediğinde onu mutlaka AKP ile ilişkilendirmek gerekiyordu. </div>
<div style="text-align: justify;">
Durumun öyle olmadığını, Devrimci Müslümanlar’ın AKP ile herhangi bir sıcak temaslarının olmadığını, AKP ile olan tek ilişki noktasının, baskıcı bir hükümete karşı ezilenlerin duyduğu nefretten ibaret olduğunu Gezi Direnişi’nde anlamış olduk. Devrimci Müslümanlar, Gezi Direnişi’nde önemli bir rol oynayan Taksim Dayanışması'nda kurulduğu 2012 yılından itibaren yer aldı. Gezi Direnişi’nin patlak verdiği ilk günden itibaren hep Taksim’de yer aldılar. Bulundukları birçok yerde direnişin ruhuna uygun pratikleriyle hep direnişin bir parçası oldular. Hatta bazı günlerde direnişin en ön plana çıkan kesimi oldular. Taksim Meydanı’nda </div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgCwz2ryvX-vTCAkzRN9xm-D5SRmjQjGUewol1cw-xmfggPXt1xqpZ9IiZ9K77VEJoTkSQpEtXxhxNueU5OixHIxNDgGBqhCO4brUGZTtBV2aSOh4jihtjR1ngZMM9rD-kRncP2qURkuHw/s1600/yery%C3%BCz%C3%BC+sofras%C4%B1.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgCwz2ryvX-vTCAkzRN9xm-D5SRmjQjGUewol1cw-xmfggPXt1xqpZ9IiZ9K77VEJoTkSQpEtXxhxNueU5OixHIxNDgGBqhCO4brUGZTtBV2aSOh4jihtjR1ngZMM9rD-kRncP2qURkuHw/s1600/yery%C3%BCz%C3%BC+sofras%C4%B1.jpg" /></a></div>
<div style="text-align: justify;">
kıldıkları Cuma namazı, Ramazan ayında organize ettikleri “<b>Lüks İftarlara karşı Yeryüzü Sofraları</b>”, Cemevi ziyaretleri gibi etkinlikler Devrimci Müslümanlar’ın bizden biri olduklarını apaçık ortaya koyan ve direnişçilerce de sahiplenilen çok önemli adımlardı. Gezi direnişçileri de, Kandil gecesi içki içmeyerek ve Müslümanlar namaz kılarken başta polis müdahalesi olmak üzere çeşitli provokasyonlara karşı onlara kalkan olarak bu adımları karşılıksız bırakmadılar. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ama önyargılarıyla baş edemeyenler yine kuşkuluydular: </div>
<div style="text-align: justify;">
“Müslümanlığın önüne Anti-Kapitalist sıfatı gelmesi neyi değiştirir, İslamcı bir akım devrimci olamaz!” </div>
<div style="text-align: justify;">
İşin enteresan yanı bu serzenişleri AKP’liler de dile getiriyorlardı: </div>
<div style="text-align: justify;">
“Müslüman kelimesinin önüne herhangi bir sıfat gelemez. Devrimci, Anti-Kapitalist ya da herhangi bir sıfat İslam’da yoktur.” </div>
<div style="text-align: justify;">
Siyasi, dini ve sosyal amaçlarla ortaya çıkmış bütün akımlarda, sonradan ortaya çıkanlar kendilerini diğerlerinden bazı özellikleriyle ayırt etmek için önlerine çeşitli sıfatlar eklemişlerdir. Örneğin demokrasiyi savunan akımlar, bir süre sonra demokrasiyi herkesin farklı yorumladığının farkına varınca liberal demokrat, sosyal demokrat, muhafazakar demokrat gibi ayrımlara gitmek zorunda kalmışlardır. Komünist akımlar da, farklı devrim modelleri gelişmeye başladıkça kendilerine Marksist-Leninist, Maoist veya Anarko gibi sıfatlar eklemişlerdir. </div>
<div style="text-align: justify;">
İslamcı akımlar arasında da Müslümanlığı farklı yorumlayan sayısız cemaat, tarikat, mezhep, hareket, örgüt vardır. Bunların arasında kapitalizme dair eleştirel yorumlar getiren akımlar da vardır. Ama bunların hiçbirinde doğrudan “kapitalizm eleştirisi” ayırt edici bir özellik değildir. 1920 yılında kurulan “Yeşil Ordu” vb. birkaç örnek dışında kapitalizmle mücadeleyi kendilerine amaç edinmiş İslamcı akımlara pek rastlanmaz. Hele son dönemlerde bunun izine hiç rastlamadığımız içindir ki Müslümanlığın önüne Devrimci veya anti-Kapitalist gibi sıfatlar çok yabancı gelmiştir. Anti-Kapitalist Müslümanlar da hemen hemen hepsi kapitalizmle içli-dışlı olmuş, kapitalizm bataklığından nemalanmayı “Liberalizm”, “Serbest Piyasa” gibi süslü laflarla kutsayan Müslümanlardan kendilerini ayırt etmek istemişlerdir. İslamiyet, kapitalizmden önce de var olan bir olgu olduğu için onu doğrudan kapitalizmle ilintilenmek, İslami akımların kapitalizmle mücadele edemeyeceğinde ısrar etmek tarihsel materyalizmle de örtüşmez. Kuşkusuz, sosyalistler kapitalizmle mücadele ederken herhangi bir dini referansla hareket etmenin mücadelenin sürekliliğine zeval getireceğini düşüneceklerdir. Ama bunun yanlışlığına veya doğruluğuna karar verecek olanlar bu mücadeleyi yürüten Müslümanlar olacaklardır. Müslümanlar hiç kuşkusuz, bu mücadeleyi yürütürken sosyalistlerle de etkileşim halinde olacaklardır. Ama etkileşim halinde olacakları sosyalistler; onlara dışardan gazel okuyan, her zamanki küçümseyici eleştirilerini yüzlerine vuranlar değil, mücadelelerine saygı duyanlar olacaklardır. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>12 Eylül’le Hesaplaşma </b></div>
<div style="text-align: justify;">
<i>“Umutsuzluğun bağrından bir gelecek umudunun tohumunu fışkırtan günler: Gezi Direnişi”</i></div>
<div style="text-align: justify;">
12 Eylül 1980 darbesi Türkiye işçi sınıfının ve sol hareketinin üzerinden bir silindir gibi geçtikten sonra yıllardır “12 Eylül’ün hesabını sorma” miti dolaşıp durdu içimizde bir yerlerde. Hesap sorulamadıkça, 12 Eylül’ün muhasebesi de yapılamaz oldu. Muhasebe yapmadıkça, 12 Eylül öncesi yapılan hatalarla yüzleşilemedi. Hatalar depreşti, içselleştirildi. <br />
<br />
Kürt halkı, 1984’de başlattığı son isyanıyla 12 Eylül rejiminin uygulamalarını, yerleştirmek istediği düzeni bertaraf etti, 12 Eylül’ün oyununu bozdu. Ama memleketin Batı’sı, 12 Eylül’le ve onun yıkıntılarıyla henüz hesaplaşamadı. Muhasebe yapılamadıkça hesap sorma işi hep başka bir bahara ertelenir. Hesap sorma işi, o kadar umutsuz bir vaka haline gelmiştir ki burjuva partilerinden bile medet umanlar olmuştur (Bkz: 12 Eylül 2010 Referandumu).<br />
Devrimci siyaset üzerine yazılan her yazı, konuşulan her kelam 12 Eylül 1980 Darbesi ile başlar ve darbenin acımasızlığı, yarattığı yıkıntı üzerine çok laf edilir ama “Biz yenildik ve şurada da hata yaptık” diyen pek olmaz. Yıkıntının etkisi henüz geçmemiştir çünkü. 12 Eylül’den önce var olup aradan birkaç yıl geçtikten sonra siyaset sahnesine tekrar çıkanlar yenilginin muhasebesini yapmadılar. Yaptılarsa da “çift kayıtlı muhasebe” yapılıyor büyük ihtimalle. Zira, bize gösterdikleri muhasebe tabloları gerçekleri tam olarak ortaya dökmüyor. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Yıkımın üzerinden 33 yıl geçti. Türkiye Sol Hareketi 12 Eylül’ün muhasebesini henüz yapmadı ama yıkımın etkileri kendiliğinden bir hareket ile bir nebze olsun yok edildi, 12 Eylül 1980 ile nasıl hesap sorulacağının nüvelerini sundu bize. Gezi Direnişi; 12 Eylül’ün faşizan uygulamalarına, siyasetten korkan bir toplum yaratma amacına, neo-liberal politikalarına geç kalınmış olsa da tokat gibi bir cevap verdi. Gezi Direnişi, 12 Eylül’ün yarattığı düzeni henüz tamamen bertaraf edemedi ama o düzenle nasıl başa çıkılacağını gösterdi, hatta ilk fişeği de atmış oldu. Toplum, yıllardır aklını kuşatan duvarı yıktı, cuntanın ablukasını dağıttı. Gezi Direnişi ile, bir toplumun topyekün olarak yıllar önce yitirdiği hafızasının tekrar canlanmasına tanık olduk. Toplumun aklını yıllardır işgal eden korkuları kovup atabilmek, kördüğüm gibi bağlanan basiretinin düğümlerini çözmek için bir kıvılcım oldu. En kötümser bakışla, 12 Eylül’ün üzerimizi örttüğü ölü toprağını atmış olduk. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Gezi Parkı Komünü ve Park Forumları</b></div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi Direnişi, gerek tüm yurda yayılan kitleselliği, birkaç günle sınırlı olmayıp bir aydan daha uzun bir süreye yayılması ile Türkiye’deki diğer toplumsal hareketlerden kendini ayırabildi ve birkaç adım öne çıktı. Türkiye Sol Hareketi, toplumsal mücadele tarihinde birçok defa ayaklanmalara, kalkışmalara girişti ama bunların birçoğunda düzeni alt etmeye çalışırken, yerine nasıl bir düzen inşa edeceğini ortaya koyamadı. Sol Hareket kendi içinde eskisinin yerine “nasıl bir yeni” ortaya koyacağı konusunda zaten birçok yanlış, hatalı, tartışmalı yönelimlere sahipken, bunu bile topluma anlatmakta zorluk çekiyor. </div>
<div style="text-align: justify;">
Komünistlerin, var olan düzeni yıkıp nasıl bir yeni düzen kurmak istediklerinin nüvelerini barındıran memleketimizdeki en iyi örnek Fatsa’dır(1980). Bunun dışında Alpagut(1969), Günterm Kazan(1970), Kavel Direnişi, Aşkale(1977), Yeni Çeltek(1980) gibi öz yönetim deneyimleri de bu birkaç örnek arasında yerini alır. Bu deneyimler hem çok az sayıda olduğu için hem de çok eskilerde kaldığı için bunları hatırlayan ve hatırlatanların sayısı pek azdır. </div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi Parkı’na polisin müdahalesi sonrası 31 Mayıs’ta Taksim ve çevresine biriken kalabalığın polisi püskürtüp Taksim Gezi Parkı’na girmesiyle başlayan ve 16 Haziran’da polisin tekrar müdahale edip Gezi Parkı’na girmesiyle son eren ve tarihe “Gezi Parkı Komünü” diye geçebilecek bir deneyim yaşandı. Bu komün, alternatif ile mücadelenin eş zamanlı yaşandığı bir deneyim olarak bir yerlere yazılmayı hak ediyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-AE4pss0Etyk/UyAlBMGsIOI/AAAAAAAAQb8/JCbNU5LaFMQ/s1600/taksim+kom%C3%BCn%C3%BC.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-AE4pss0Etyk/UyAlBMGsIOI/AAAAAAAAQb8/JCbNU5LaFMQ/s1600/taksim+kom%C3%BCn%C3%BC.jpg" height="237" width="320" /></a>Gezi Parkı’nda ilk günlerde parkı polis saldırısından korumak için kurulan çadırlar, yine kendiliğinden, kısa bir süre içinde farklı bir yaşam alanına dönüştürüldü. </div>
<div style="text-align: justify;">
Direnişçiler tarafından parkın içinde kütüphane, sinema-tiyatro atölyeleri, dershane, revir, TV, radyo, gazete, çocuk parkı kuruldu ve bunların hepsi ücretsiz olarak halkın hizmetine sunuldu. Her öğün pişirilen yemekler, kurulan sofralar herkesle paylaşıldı. Halk tarafından temin edilen kıyafetler, yiyecekler, içecekler, kitaplar herkesçe paylaşıldı. Sökülen ağaçların yerine yeni fidanlar dikildi. Park, polis müdahalesine karşı yine nöbetleşe korundu. Üstelik bunları, daha önce birbirlerine teorik ve pratik olarak düşman kesimler hep bir arada yaşayarak yaptılar.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Park forumları ise, polisin 16 Haziran’da Gezi Parkı Komünü’nü dağıtmasıyla ilk gün yaşanan moral bozukluğunu aşarak Gezi Parkı deneyimini tüm mahallelere, semtlere taşımayı amaçladı. Polis saldırısından sonra Gezi Parkı’nın tekrar devletçe ele geçirilmesinden sonra hiçbir şey yapılmadan tekrar hayatı devam ettirmek Gezi Direnişi’nin yenilgiyle sonuçlanmasına neden olabilirdi. Tam da bu anda Sosyalistlerin “Öz Yönetim” deneyimlerinden yola çıkarak ortaya koyduğu Forumlar direnişe ilaç gibi geldi. Birkaç gün içinde onlarca mahallede mahalle sakinleri bir araya gelerek hem yaşadığı semtin ve memleketin sorunlarını tartıştılar, sorunlara çözümler üretmeye çalıştılar, hem de Gezi’nin bitmediğini dosta-düşmana gösterdiler. Mahalle forumları, polis Gezi’yi dağıtsa da Gezi Direnişi’nde sokağa çıkan kitleyi diri tutmak için önemli bir araç haline geldi. Mahalle forumları bir süre hakkını vererek devam etse de, yavaş yavaş sönümlenmeye başladı. Halkın ilgisinin bir süre sonra normal olarak azalacağı tahmin edilse de Forumların işlevini yitirmesinde "halk adına siyaset yapanların" de etkisinin olduğunu söylemeliyiz. Mahalle Forumları’na halkın ilgisinin yoğun olmasını fırsat bilip, bu alanı tamamen örgüte-partiye üye kazandırma mecrasına çevirme girişimleri, zaten var olan Sol içi rekabeti tekrar gün yüzüne çıkardı. Kendi örgütünün söylemlerini, örgütün kimliğini ön plan çıkarmak istenmesi Forumları örgütlerin tartışma zeminine dönüştürdü. Mikrofon yine halktan küçük bir azınlığa geçti. Böyle olunca halk elini-eteğini çekti, halkın öz örgütleri olması gereken Forumlar yalnızca "Solculara" kaldı. Bu sürecin yaşanmadığı, halen hakkıyla devam eden birkaç Forumu saymazsak, çok daha etkili olabilecek “Forum deneyimi” şu anda etkisini yitirmiş durumda. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Her ne kadar Gezi Parkı’nda, Gündoğdu Meydanı’nda, Kuğulu Park’ta artık bir Komün olmasa da, Mahalle Forumları ilk günlerdeki etkisini yitirse de, eylemlerde yüzbinlerce insan sokağa dökülmese de “Gezi Direnişi”, direnişin o karşı konulmaz, dayanılmaz coşkusunu, gücünü halkın yüreğine serpti.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Gezi’den sonra; siyasetçiler üsluplarını, belediyeler projelerini, akademisyenler ders içeriklerini, sivil toplum işlevini, eylemciler eylem biçimlerini yeniden düşünüp güncelliyorlar. Artık halkın üzerinde 12 Eylül’ün ölü toprağı değil, “Gezi’nin Direniş Ruhu” var. Bu direniş ruhunun bir geleneğe dönüşmesi, sokağın gücünün vazgeçilemez olmasını sağlamak bizim elimizde. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Yoldaş Pançuni (2013)</b></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<span style="font-size: x-small;">
</span></div>
</div>
</div>
<!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2F1.bp.blogspot.com%2F-qIXY33I1Wfc%2FUx8ex6coz6I%2FAAAAAAAAQak%2FCYwZML-1fhM%2Fs1600%2Fba%25C4%259Fz%25C4%25B1%2B%25C5%259Feyler.jpg&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" with "https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_biJzin_L1wdOIHs9wnL8ORdivn8Mnm-YpGxY4x7-YAw6hsQQfnb1FmnebDxmQ-YjZXvMOxw-c9E_RGXe4m71JS-g2llNLMrIi6PZCTlY0ES3zjx2eJJEnGvRum2UJCkzX0MoLxRCx8A/s1600/ba%C4%9Fz%C4%B1+%C5%9Feyler.jpg" --><!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2F2.bp.blogspot.com%2F-DL9rAjAObos%2FUgobZb6JMDI%2FAAAAAAAAHM4%2FuY3VHwUzIYs%2Fs320%2FTop%25C3%25A7u%2Bk%25C4%25B1%25C5%259Flas%25C4%25B1.jpg&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" with "https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjl596FY3HrgcNLtZ3M6LgN59zdcDYxwIGisuu0oIJPA4bhf0gNrogaDMmGi9NxrXC1bK2BSSxnIclNbI-aq-8PKBJTX07BX-tIr0d6MQ2TZwh9pXYp67LJ2ZwfubuK3K3uXBmlkbt-jFQ/s320/Top%C3%A7u+k%C4%B1%C5%9Flas%C4%B1.jpg" --><!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2F1.bp.blogspot.com%2F-GJ6To7PxIpk%2FUx8kXhV65fI%2FAAAAAAAAQbY%2F-v2MIPxj4AQ%2Fs1600%2Fizmir.jpg&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" with "https://1.bp.blogspot.com/-GJ6To7PxIpk/Ux8kXhV65fI/AAAAAAAAQbY/-v2MIPxj4AQ/s1600/izmir.jpg" --><!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2F1.bp.blogspot.com%2F-ILGi6aig2KQ%2FUx8dqLxpjvI%2FAAAAAAAAQaY%2FZop8hfnnRPM%2Fs1600%2Fordu%2Bg%25C3%25B6reve.jpg&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" with "https://1.bp.blogspot.com/-ILGi6aig2KQ/Ux8dqLxpjvI/AAAAAAAAQaY/Zop8hfnnRPM/s1600/ordu+g%C3%B6reve.jpg" --><!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2F3.bp.blogspot.com%2F-qrw6O7LDMyc%2FUx8g3dk3oEI%2FAAAAAAAAQa4%2Fjtu9Zst-UvQ%2Fs1600%2Findir%2B" with "https://3.bp.blogspot.com/-qrw6O7LDMyc/Ux8g3dk3oEI/AAAAAAAAQa4/jtu9Zst-UvQ/s1600/indir+" --><!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2F1.bp.blogspot.com%2F-Mq4ZjYMN5jk%2FUgoawU_XsKI%2FAAAAAAAAHMw%2FW-5rKYIDYCk%2Fs200%2F7097_607631659256667_294747951_n.jpg&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" with "https://1.bp.blogspot.com/-Mq4ZjYMN5jk/UgoawU_XsKI/AAAAAAAAHMw/W-5rKYIDYCk/s200/7097_607631659256667_294747951_n.jpg" --><!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2F1.bp.blogspot.com%2F-SzPQhmATqtg%2FUx8hV_w_KOI%2FAAAAAAAAQbA%2FSoVuF2CYUe0%2Fs1600%2Fatat%25C3%25BCrk-ile-apo-posterini-yanyana-a%25C3%25A7an-g%25C3%25B6sterici_459093.jpg&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" with "https://1.bp.blogspot.com/-SzPQhmATqtg/Ux8hV_w_KOI/AAAAAAAAQbA/SoVuF2CYUe0/s1600/atat%C3%BCrk-ile-apo-posterini-yanyana-a%C3%A7an-g%C3%B6sterici_459093.jpg" --><!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2F2.bp.blogspot.com%2F-DeTY3gXaurk%2FUx8luS0Ig7I%2FAAAAAAAAQbs%2Fd0W3BMACWU4%2Fs1600%2F9.Jpeg&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" with "https://2.bp.blogspot.com/-DeTY3gXaurk/Ux8luS0Ig7I/AAAAAAAAQbs/d0W3BMACWU4/s1600/9.Jpeg" --><!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2F4.bp.blogspot.com%2F-6yqiTRymb2k%2FUgoauNb9O2I%2FAAAAAAAAHMo%2FAFk9MV4N1qw%2Fs320%2F136975076855926.jpg&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" with "https://4.bp.blogspot.com/-6yqiTRymb2k/UgoauNb9O2I/AAAAAAAAHMo/AFk9MV4N1qw/s320/136975076855926.jpg" --><!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2F4.bp.blogspot.com%2F-cJszrrL2dKs%2FUjMghhGma-I%2FAAAAAAAAIdY%2F7G31JOY2piI%2Fs320%2Fbasliksiz_3jpg_h981.jpg&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" with "https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-l9_YUXM8espUu5BLD11HVHsxhth8QB514v6eMY6J0AAIxF3ZfEeu6tJNorLGpaWaLdKrpwDh1WsdE1HtHyKwjJ5q8gXL6t-kNpHrJcYk93NbfolXexsDIs1A_JuIlhCiaaGio8RmkS4/s320/basliksiz_3jpg_h981.jpg" --><!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2F4.bp.blogspot.com%2F-m7kDjeOAeJE%2FUh9E2UktA-I%2FAAAAAAAAHNI%2FvTLn0WSuPqc%2Fs320%2FAds%25C4%25B1z.png&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" with "https://4.bp.blogspot.com/-m7kDjeOAeJE/Uh9E2UktA-I/AAAAAAAAHNI/vTLn0WSuPqc/s320/Ads%C4%B1z.png" --><!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2F4.bp.blogspot.com%2F-EqJwhWoXO7Q%2FUx8lLevyLTI%2FAAAAAAAAQbk%2FOHOSneBPlnc%2Fs1600%2Fyery%25C3%25BCz%25C3%25BC%2Bsofras%25C4%25B1.jpg&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" with "https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgCwz2ryvX-vTCAkzRN9xm-D5SRmjQjGUewol1cw-xmfggPXt1xqpZ9IiZ9K77VEJoTkSQpEtXxhxNueU5OixHIxNDgGBqhCO4brUGZTtBV2aSOh4jihtjR1ngZMM9rD-kRncP2qURkuHw/s1600/yery%C3%BCz%C3%BC+sofras%C4%B1.jpg" --><!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2F3.bp.blogspot.com%2F-f9ZqT3ikNwM%2FUx8gLrTkLFI%2FAAAAAAAAQaw%2FyRYr0ELWLZg%2Fs1600%2Fbeyazyakalilar-forumu2.png&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" with "https://3.bp.blogspot.com/-f9ZqT3ikNwM/Ux8gLrTkLFI/AAAAAAAAQaw/yRYr0ELWLZg/s1600/beyazyakalilar-forumu2.png" --><!-- Blogger automated replacement: "https://images-blogger-opensocial.googleusercontent.com/gadgets/proxy?url=http%3A%2F%2F1.bp.blogspot.com%2F-i8ykoEt8axE%2FUx8id5ofWdI%2FAAAAAAAAQbM%2FguFZiLaY7Qs%2Fs1600%2Findir.jpg&container=blogger&gadget=a&rewriteMime=image%2F*" with "https://1.bp.blogspot.com/-i8ykoEt8axE/Ux8id5ofWdI/AAAAAAAAQbM/guFZiLaY7Qs/s1600/indir.jpg" -->Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-84831770183623475662014-01-28T05:41:00.000-08:002014-03-03T22:56:41.703-08:0012 Yıllık Köle (12 Years a Slave)- Steve McQueen<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-a63HNUGXPvg/Uuew2ZpKnpI/AAAAAAAAQZk/Pp3PeXDaE4w/s1600/12-years-a-slave-chiwetel-ejiofor-2.jpeg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-a63HNUGXPvg/Uuew2ZpKnpI/AAAAAAAAQZk/Pp3PeXDaE4w/s1600/12-years-a-slave-chiwetel-ejiofor-2.jpeg" height="224" width="320" /></a>Türkçeye "12 Yıllık Köle" olarak çevrilen "12 Years a Slave" filminde Siyahların, Beyaz ırkın zulmünden kurtulma öykülerinden birini izliyoruz. Bu kez öykümüz Malcom X gibi topyekün bir mücadele öyküsü değil, "Zincirsiz" (Django-Unchained) gibi bireysel bir kurtuluş öyküsü. Amerikan İç Savaşı öncesi kölelik düzenini çok sert bir şekilde tasvir eden filmde, Solomon Northup'un gerçek yaşam öyküsü beyaz perdeye aktarılmış.<br />
<br />
Mağdur edenlerin, mağdurların çektiği acıları anlamaya çalışıp, içindeki ırkçılık yüklü nefreti yok etmesi çok kısa sürede hallolunacak bir mesele değil. Bu durumun değişmesi için nefret ve ayrımcılığı körükleyen kanunların, yönetmeliklerin değişmesi de "toplumlardaki algı değişikliği" için tek başına yeterli değil. Bu ve buna benzer "çözüm süreçleri" için birçok araca ihtiyaç var. Toplumların kendi tarihleriyle yüzleşmesinde bu araçlardan biri olan filmlerin, yaşanmış öykülerin çoğu zaman kanun ve yönetmeliklerden daha güçlü olduğunu görebiliyoruz. </div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<a name='more'></a>Hollywood'ta Siyahların, Yahudiler gibi güçlü bir lobisi var mıdır bilmem ama bu filmi gördükten sonra "Beyaz zulmü" konulu filmlerin bir süre daha moda olacağına dair bir his uyandı içimde. Ama American History X tarzı günümüzde de devam eden zenci nefretine dair filmlerden bahsetmiyorum. Daha çok 19 yy. yasal kölelik dönemini konu olan filmler. Amistad gibi mesela.<br />
Her ne kadar bu hissiyata kapılmama neden olan 12 Years a Slave filmi olsa da geçen sene izlediğimiz <b>Django-Unchained</b> de aynı dönem ve konuyu beyaz perdeye taşıdığı için nazarımda aynı kategoridedir. 12 Years a Slave, Django'ya göre daha sert, daha acıklı ve dokunaklıdır. "Arada bir gülmek lazım" denilecek bir sahne yoktur. Hatta acının dozajı o kadar çok artar ki filmin bazı sahnelerinde rahatsız olabilirsiniz. </div>
<div style="text-align: justify;">
İki filmin ortak noktalarından bir diğeri, Siyah tenli insanları Beyazların boyunduruğundan yine Beyaz birilerinin kurtarması. Ben mi çok paranoyak bakıyorum bilmiyorum ama benim iki filmden de aldığım bir mesaj var: Mutlaka merhametli bir Beyaz vardır ve Zenciler bu merhametli Beyazlar sayesinde kurtulabilir ancak. Zencilerin birbirlerine yapamadığı iyiliği, yine yapsa yapsa Beyazlar yapar. Django'nun elinden tutup onu kurtaran Dr.King Schultz(Christopher Waltz) olmasa, Solomon'un kurtarılmasını sağlayan Bass(Brad Pitt) olmasa Zenciler özgürleşemeyecek ve Siyahlar zincirlerini kendi elleriyle kıramayacak. Benzer tablo Amistad'ta da vardır. Anthony Hopkins'in canlandırdığı Amerika'nın 6. başkanı John Quincy Adams da köleliği kaldırmak için çok önemli bir uğraş vermiştir. Her ne kadar bu filmlerde gördüğümüz "Beyaz" figürler, Zencilerin verdiği mücadeleye Beyazları da dahil etme amacı taşıyor olsa da, filmlerde birer kahraman olarak öne çıkarılınca ister istemez Beyazlara atfedilen üstün insan rolü aklımıza geliyor. Belki de "ezilenlerin kurtuluşunun kendi ellerinde olduğuna" inananlar, görmek istedikleri tabloyu göremedikleri için böyle bir eleştiri getiriliyor olabilir. 12 Yıllık Köle'yi çeken yönetmenin bir Siyah olması da bu eleştiriden muaf tutulacağı anlamına gelmiyor. Ama filmin gerçek bir hayat hikayesini konu alması ve bir uyarlama olan senaryoyla çok fazla oynayamaması bu eleştiriyi kısmen hafifletebilir. </div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İsmi nedeniyle doğuştan film sektörünün içine itilmiş II. <b>Steve McQueen</b>(yönetmen olan) ilk uzun metrajlı Hunger'ın üstesinden fazlasıyla gelerek isminin hakkını vereceğinin sinyalini vermişti zaten. 2011'de gösterime giren Shame'den sonra bu yıl yoluna muhtemelen kendisinin de handikapını yaşadığı bir soruna el atıyor. Siyahların kölelikten, toplumdan dışlanmaya ve bir hakaret öğesi olarak kullanılmasına kadar uzanan öykülerini konu alan birçok film izledim ama hatırladığım kadarıyla hiçbirinin yönetmen koltuğunda bir "Siyah" oturmuyordu. </div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-9ZUvtu_woBU/Uuew2WkHi4I/AAAAAAAAQZY/zsqSBzlJews/s1600/Film+Review+12+Years+a+Slave_3581053_ver1.0_640_480.JPEG" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-9ZUvtu_woBU/Uuew2WkHi4I/AAAAAAAAQZY/zsqSBzlJews/s1600/Film+Review+12+Years+a+Slave_3581053_ver1.0_640_480.JPEG" height="213" width="320" /></a>Steve McQueen, Hunger'dan Shame'e, oradan 12 Years a Slave'e her defasında farklı bir kanayan yaraya el atmış ama oyuncusu <b>Michael Fassbender</b>'den de vazgeçememiş. Hunger'da Bobby Sands'ı canlandırarak müthiş bir performans sergileyen Michael Fassbender, Shame'den sonra bu filmde de yönetmenini yalnız bırakmamış. Tabii yine çok sağlam bir oyunculuk ile. Hatta başrolü oynayan <span style="text-align: left;">Nijeryalı oyuncu Chiwetel Ejiofor'dan daha iyi bir iş çıkardığını söyleyebilirim. </span><br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="text-align: left;"><br /></span></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="text-align: left;">Filmin afişinde <b>Brad Pitt</b>'i görüp bir Brad Pitt filmi izleyeceğini düşünenlere kötü bir haberim var. Brad Pitt'in filmde çok fazla sahnesi yok. Hatta afişteki oyuncu kadrosuna alınmayacak kadar az. Ama isim "ağır" olunca afişe koymamak olmaz. Bilirsiniz "Sinema Endüstrisi" işte. Brad Pitt'in son yıllarda rol aldığı ve Oscar adayı olamayacağı film çekilme aşamasında belli olan tek filmdir muhtemelen. </span></div>
<div style="text-align: justify;">
Brad Pitt Oscar adayı olamadı ama filmimiz 9 dalda Oscar Adayı. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
En İyi Film</div>
<div style="text-align: justify;">
En İyi Yönetmen (Steve McQueen)</div>
<div style="text-align: justify;">
En İyi Erkek Oyuncu (Chiwetel Ejiofor)</div>
<div style="text-align: justify;">
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Michael Fassbender)</div>
<div style="text-align: justify;">
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Lupita Nyong’o)<br />
En İyi Uyarlama Senaryo (John Ridley)<br />
En İyi Kurgu (Joe Walker)<br />
En İyi Yapım Tasarımı (Adam Stochausen ve Alice Baker)</div>
<div style="text-align: justify;">
En İyi Kostüm Tasarımı (Patricia Norris) </div>
</div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-v_isI4HNTxc/Uuew2Wl3QXI/AAAAAAAAQZc/hL35AglJZHY/s1600/12-years-a-slave2.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-v_isI4HNTxc/Uuew2Wl3QXI/AAAAAAAAQZc/hL35AglJZHY/s1600/12-years-a-slave2.jpg" height="224" width="320" /></a><span style="text-align: justify;">Filmin konusuna dönecek olursak; Solomon Northup ailesiyle birlikte saygıdeğer ve varlıklı sayılabilecek bir yaşam sürdüren "özgür" bir zencidir. Öyle ki, keman çalmadaki ustalığının da yardımıyla Beyazlar tarafından bile saygı görülen, değer verilen bir eşraftır. Kendisi rahat bir yaşam sürdüğü için çevresindeki kölelerin sorunlarıyla oralı bile değildir. Ta ki, bir gün iki köle taciri tarafından kaçırılıp diğer milyonlarca zenci gibi köle oluncaya kadar. Özgür bir insandan köle birisine dönüşme hikayesi bile, siyah ırkın doğuştan köle kabul edildiğinin, </span><span style="text-align: justify;">Siyah tenli doğmanın köle olmak için yeterli bir neden olduğunun </span><span style="text-align: justify;">bir kanıtı. </span><br />
<span style="text-align: justify;"><br /></span>
<span style="text-align: justify;">Filmin isminden de anlaşılacağı gibi 12 yıl boyunca köle yaşantısı devam ediyor. Köle olarak kaldığı 12 yıl boyunca hep tek başına kurtuluş için mücadele eder ve kurtulmak için sahiplerinin sadık bir kölesi olmaktan çekinmez. Onların her istediğini yerine getirir ve kurtuluşunu yine tek başına gerçekleştirir.</span><br />
<span style="text-align: justify;"><br /></span>
<span style="text-align: justify;">Köle sahipleri, Solomon başta olmak üzere kölelerinden o kadar çok ve çeşitli isteklerde bulunurlar ki bir süre sonra bu isteklerin arasında boğulmaya başlarlar. Bu isteklerinin harfiyen yerine getirilmesi bile onları tatmin etmez. Tahakküm etmek için sinirlenir, tahakküm ettikçe sinirlerinin dozajı artar ve bir süre sonra ne yaptığını bilemez hale gelir. Hükmettiği köleye hakimiyetini göstermek için türlü bahaneler uydurur. Kimi zaman güzelliğini, yeteneğini kıskanır ve bu kıskançlık histerisini zorbalık yaparak azaltmaya çalışır. Ama zorbalaştıkça, hükmettikçe benliğini kaybeder, hislerinin esiri olur. Yani Marx'ın da işaret ettiği gibi "Hükmeden kendi tahakkümü tarafından hükmedilir" durumu. </span><br />
<span style="text-align: justify;"><br /></span>
<span style="text-align: justify;">12 Years Slave, nazarımca Django'dan çok daha iyi olmasa da, iyi "Siyah" filmleri arasında yerini almıştır. Ama sizin için Akademi'nin kriterleri önemli ise, Django'nun 5 Oscar adaylığı ve kazanılmış En iyi Erkek Oyuncu (</span><span style="text-align: justify;">Christopher Waltz)</span><span style="text-align: justify;"> ve En İyi Senaryo (</span>Quentin Tarantino) ödülleri olduğunu hatırlatayım. Akademi'nin 12 Years Slave için ne düşündüğünü 2 Mart gecesi göreceğiz.<br />
<br />
<b>Yoldaş Pançuni (Ocak 2014)</b><br />
<span style="text-align: justify;"><br /></span><span style="text-align: justify;"><b>Düzeltme (Mart 2014): </b></span><br />
<div>
2 Mart gecesi yapılan ödül töreninden 12 Years filmi En İyi Film, En İyi Uyarlama Senaryo ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu olmak üzere 3 ödülle döndü</div>
</div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-52003805417761476512013-12-23T06:37:00.000-08:002013-12-23T07:00:16.809-08:00Bir anlatıcı: Hameran <div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
Ali Çakıroğlu'nun Rap müziği yapan dostumuz Şerwan Hameran için yazdığı yazıyı, yazıda, benim de uzun zamandır gördüğüm ama yazmaya cesaret edemediğim tespitler olduğu için paylaşmak istiyorum.<br />
<br />
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-NieAdTon1vs/Upsv22YetKI/AAAAAAAAAWU/y9jeeWO1DU0/s1600/hameran_2.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-NieAdTon1vs/Upsv22YetKI/AAAAAAAAAWU/y9jeeWO1DU0/s320/hameran_2.jpg" /></a><br />
<i>Müziğe ve söz yazmaya gerçekten çok küçük yaşlarda başladı. Bildiğimiz enstrümanlar onun ilgi alanına hiç girmedi. Aynı şey dil için de geçerli. Çocukluğundan beri icat etmek istediği şeylerin arasında yeni bir dil de vardı. Sonunda bu iki özlemden HAMERAN doğdu. 7 yaşında “işçi sınıfının ezildiği”ne, Afrika’daki aç çocuklara dair yılbaşı şiirleri yazan çocuk, en sonunda kendisini RAP’e adadı. İcat ettiği dil de “Türkçe RAP”te bir lehçeydi.</i><br />
<br />
<a name='more'></a><i>Biz onun "Şero" dönemini de biliyoruz. Yaklaşık 15 yıldaki ilerlemesi hayranlık verici. Odaya kapanan ve oradan kargacık burgacık el yazısıyla “cinnet/vahşet/dehşet” sözleriyle dışarı fırlayan delikanlıdan Gezi ağıtlarına gerçekten uzun ve zahmetli bir yol yüründüğü kuşku götürmez. Bireysel olan da politiktir. Sitüasyonistlerin “canımız sıkılıyor; bizim can sıkıntısından başka kaybedeceğimiz bir şey yok” şeklindeki görüşlerini benimsemiş gibi geçen yeni yetmelik dönemi geride kaldı. Aynı formda başka bir öz, diyalektiğin kanıtı olmalı. Rap formunu koruyup, özünü baş aşağı çevirmek isteyen delikanlı, bu durumda Marx’ın Hegel’e yaptığını yapmış sayılır. Daha sonra Blackleft’e evrilmeyip, bireysel çıkmazlarda debelenen apolitik Amerikan rapinden, devrimci bir rap yaratma çabası ve inadı artık selamlanmalı!</i><br />
<i><br /></i>
<i>Emek harcanan her yol zahmetlidir; emek ürünlerinin sahipleri emek ürünlerine yabancılaşırlar. Buna metaların fetişizmi de denebilir. Peki meta bir kültür ürünüyse ne olur? Bir şekilde piyasaya çıkan her ürün gibi bunlar da sahiplerinden uzaklaşırlar. Kapitalizm her şeyi metalaştırdığı gibi, “Che”yi; “Deniz”i; eski SSCB simgelerini de metalaştırdığı gibi devrimci sanat ürününü de metalaştırır. Şimdi buna şiir direnmeye çalışıyor; Hameran direnmeye çalışıyor. Bu Donkişotvari bir çaba değil üstelik. Piyasalaşmaya, metalaştırılmaya bilinçli bir tepki ile karşı koymaya çalışan Hameran’ın imdadına sosyal medya ve İnternet koşuyor.</i><br />
<i><br /></i>
<a href="http://2.bp.blogspot.com/--haCvQztSNw/UpsskaALdEI/AAAAAAAAAWI/CM-oOw5qcWI/s1600/hameran_1.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><i><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/--haCvQztSNw/UpsskaALdEI/AAAAAAAAAWI/CM-oOw5qcWI/s320/hameran_1.jpg" /></i></a><i>Bu rap “herkese var da bize yok mu?” türünden sözlerle; lüks bir araba ya da yata doluşmuş kızlı erkekli kenar mahalle delikanlılarının gösterileriyle değil; toplumsal direnişle besleniyor. Gezi’de yüreği kanayanlar burada Rap’i kızıllaştırıyor. 1960’lı ve 1970’li yıllarda miting meydanları ve anma gecelerinde halk aşıkları ellerinde sazlarıyla çıkar türkü ve türküden bozma marşlar söylerlerdi. Türkiye’nin hızlı şehirleştiği, kır ve köy kökenli gençliğin üniversitelere doluştuğu dönemde, bu köylü müzik kapitalizmin hayatı metalaştırıp eski feodal ilişkilere son vermesine “tepki”ydi. Aralarında gerçekten eski aşık geleneğini yaşatanlar olduğu gibi, gecekondularda şehirleşmeyi tanıyan ve yoğun çelişkilerden beslenen bir arabeske kayanlar da oldu. Şimdi sazın yerini gitar, bateri, saksofon, keman gibi enstrümanlar aldı. O günden bugüne kırlarda yaşayanların sayısı hızla azaldı; kültürel olarak köy kültürü arkaik bir kalıntı gibi kaldı. Bir yandan büyük şehirlere, bir yandan Avrupa’ya siyasal ve ekonomik amaçlı göç, sadece devrimci teoriyi değil, çoğunlukla devrimci türkü ve marşların sözlerini de değiştirmeye başladı.</i><br />
<br />
<i>Şimdi müzik hayatla atbaşı koşmuyor; ilerisinde gibi görünüyor. Hatta hayatı bir römorkor gibi kendi sularına çekmeye çalışıyor. Grafitilerin devrimci afişlerin yerini almasından sonra, aşıkların dörtlüklerinin yerini de daha hızlı söylenen, hece sayısı tutmayan dizeleriyle yeni şarkı sözleri aldı. Çünkü hayat daha çok makineleşti; ritmi hızlandı; bir bilgisayar başında fazladan 10 saniye bile geçirmek istemeyen; hızlı yaşayan, hızlı yolculuk eden kuşaklar bu yeni müziğin hedef kitlesi oldu. Hameran da bu müzikle Ege sularında yüzüyor. İstanbul ağırlıklı müziğin yanında kendini var etmek için giriştiği yolculuk daha uzun sürecek gibi. Ama şimdiden kendini var eden Hameran sahne performansıyla çıraklık ve kalfalık aşamalarını çoktan geride bıraktığını; olgunlaşma basamaklarını birer ikişer tırmandığını gösteriyor.</i><br />
<br />
<i>İyi ki Hameran var! (Elbette Hameran’ı var etmek için didinen Özden’i ve Mahir bebeği unutmuyoruz; başarının “bireysel”i “kolektifliği” içinde barındırır.)</i><br />
<br />
<i>Ali Çakıroğlu (2013)</i><br />
<i><br /></i>
<a href="http://hameran.blogspot.com/2013/12/hameran.html">http://hameran.blogspot.com/2013/12/hameran.html</a></div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-69630428375757780412013-12-09T01:46:00.001-08:002013-12-13T03:15:33.337-08:00Maraş Mahallesi<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjgI3kMpyZw_nfcMfJr05hGcrRKmmMCv1QXijnllKjRFBvPArhJepTONKKCoTfE7yUT1iSEIZ3IB5z_zmcPMdK0X7ftjh9og81YgX6MHOwoIxZpe0qi4wciYiNR98-RBZU9HEBQUK8vRcY/s1600/nazim+hikmet+parki+(1).JPG" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="189" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjgI3kMpyZw_nfcMfJr05hGcrRKmmMCv1QXijnllKjRFBvPArhJepTONKKCoTfE7yUT1iSEIZ3IB5z_zmcPMdK0X7ftjh9og81YgX6MHOwoIxZpe0qi4wciYiNR98-RBZU9HEBQUK8vRcY/s320/nazim+hikmet+parki+(1).JPG" width="320" /></a>Şimdilerde ismi Yamanlar olan İzmir'in bir mahallesinin 12 eylül 1980 öncesindeki ismidir Maraş Mahallesi.</div>
<div style="text-align: justify;">
Maraş mahallesi, 1970'li yıllarda Maraş Elbistanlıların göçü ile kurulmuş ve dönemin politik atmosferinde birkaç adım öne çıkmıştır. 70'li yıllardaki göçle kurulmuş olması, Elbistanlıların yoğunluğu ve de politik bir mahalle olması gibi özellikleri ile İstanbul'daki 1 Mayıs Mahallesi'ne benzetilebilir. 1 Mayıs Mahallesi'nin isminin Mustafa Kemal Mahallesi olarak değiştirilmesi gibi, Maraş mahallesi'nin adı da Yamanlar olarak değiştirilmiştir. 12 Eylül zihniyetinin halkın toplumsal mücadeleler hafızasını silmek için kullandığı araçlardan biri olan "yerleşim yerlerinin ismini değiştirme" geleneğinden Maraş Mahallesi de nasibini almıştır. Hoş, Yamanlar ismi mahalleliyi tanımlamak için daha anlamlı olsa da toplumsal hafızayı silme çabasına karşı eskiyi hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<br />
<a name='more'></a><br />
Maraş Mahallesi adını daha çok 12 Eylül öncesinin son büyük kalkışmalarından biri olan Tariş Direnişi ile duyurmuştur. Çiğli İplik Fabrikası'nda başlayan direniş; Gültepe, Çimentepe(Güzeltepe) gibi mahallerin yanı sıra Maraş Mahallesi'ne de taşınmış, mahalle barikatlarla devletin kolluk kuvvetlerine geçit vermemiştir.<br />
<b><br /></b>
<b>Yusuf Metin</b> de o dönemde öne çıkan ve Yamanlar'da katledilen önemli devrimcilerden biridir. İzmir'in birçok mahallesinde yürüttüğü devrimci faaliyetin yanı sıra Tariş fabrikalarında yürüttüğü çalışmalar ile 1980 Tariş Direnişi'nin temellerini atan onlarca devrimcilerdendi. "Halkın Kurtuluşu" mücadelesinde İzmir'de çok önemli işler başararak faşistlerin hedefi haline gelen Yusuf Metin, 1978 1 Mayısı'nda yaptığı konuşma ile artık infaz mangalarının listesindeki yerini almıştı. Tariş İplik Fabrikası'nda yapılan bir işçi toplantısı dönüşünde Yamanlar girişinde otobüsten indikten hemen sonra kontrgerillalar tarafından kurşunlanarak katledilmiştir. Onun ölümü sonrası Yamanlar tarihinin önemli yürüyüşlerinden biri gerçekleştirilmiş ve Yamanlar'dan başlayarak Yusuf Metin'in öğrencisi olduğu Ege Üniversitesi'ne kadar binlerce insan O'nu öldürenleri lanetlemişlerdir.<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
80 yıllık devlet geleneğinin kendi tarihini, resmi tarihini yaratmak adına ezilenlerin, emekçilerin tarihlerini yok etme çabası Maraş Mahallesi'nde de tezahür etmiştir. Yamanlar'da Tariş Direnişi'ni bilen, hatırlayan çok fazla kişi olmadığı gibi, bilenler de yeni nesil gençlere bu bilgilerini, deneyimlerini aktarmamakta, hatta gizlemektedir.<br />
<br />
Tariş Direnişi'nin üzerinden uzun yıllar geçmiş olması, bilgi aktarımını zorlaştırsa da, bu balık hafızalığı, <b>1995 Gazi Ayaklanması</b> için de geçerlidir. İstanbul'da Gazi Mahallesi'nde kahvelerin taranmasına tepki olarak başlayan ve kısa sürede İstanbul'un 1 Mayıs Mahallesi, Okmeydanı gibi birçok mahallesine taşınan ayaklanma, İstanbul dışında ilk olarak İzmir Yamanlar'da karşılığını bulmuştur. Yamanlar'da binlerce kişi sokağa çıkarak hem yapılan katliamı öfkeyle karşılamış, hem de Türkiye işçi sınıfının büyük kalkışmalardan birinin parçası olmanın gururunu yaşamıştır.<br />
<br />
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-vV58rCNdak8/Uf-n0Rl8qrI/AAAAAAAAHLs/qWzbgiAG5K8/s1600/1367998810.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://4.bp.blogspot.com/-vV58rCNdak8/Uf-n0Rl8qrI/AAAAAAAAHLs/qWzbgiAG5K8/s320/1367998810.jpg" width="213" /></a>Yamanlar'ın mahalle olarak devrimcilere kucak açması birçok kez görülmüştür ama bunlardan belki de en çarpıcı olanı <b>Gökhan Özocak</b>'ın ölümüdür. 2000 yılında başlayan Ölüm Orucu Direnişi'ne Buca Cezaevi'nde başlayan Gökhan Özocak, tahliye edildikten sonra direnişini dışarıdan sürdürmeye karar vermiştir. Yamanlar'da bir tutuklu yakını ailesinin evi direniş evine dönüştürülmüş ve burada Ölüm Orucu'nu sürdürmüştür. 4 Temmuz 2001'de Yamanlar'da hayatını kaybetmiştir. <br />
<br />
Yamanlar, 12 Eylül öncesindeki hareketli günlerini aratsa da 90'lı yıllardaki Newroz'lar bu günleri tekrar tekrar hatırlatmıştır. 70'li yıllarda Yamanlar'a göç eden Alevi Kürtlerin yarattığı dinamizm, yerini 80'lerin sonu ve 90'lı yıllarda Kürdistan'dan göç eden savaş mağdurlarının mücadelesine bırakmıştır. Binlerce kişinin katıldığı Newroz'lar birçok kez de çatışmalara sahne olmuştur. Çok küçük yaşta olduğum Newroz'ların birinde, çatışmalı bir Newroz'dan sonraki sabah Newroz alanında futbol oynamaya gittiğimizde sahada onlarca mermi kovanı topladığımızı hatırlarım. <br />
<br />
Yamanlar hala emekçilerin, ezilenlerin en dinamik kesimlerini barındırmaya devam ediyor. Ama bu dinamik kesimlerin parçalı yapısı ve örgütsüzlüğü bu dinamiklerin açığa çıkmasını engelliyor.<br />
2000'li yıllarla birlikte Yamanlar "merkez" olup kendi "çevre" mahallelerini de yaratmıştır. <br />
Yamanlar daha çok 70'li yıllardaki göçle şekillenirken, 90'lı yıllardaki göç Yamanlar'ın dibine Küçük Yamanlar'ı (Onur Mahallesi) ve Emek Mahallesi'ni yerleştirmiştir. <br />
Yamanlar, Maraş-Elbistan, Malatya, Çorum, Erzurum, Tokatlıların kurduğu bir mahalle iken; Onur Mahallesi, 90'lı yıllarda hemen hemen bütün Kürt illerinden göç almış, Emek Mahallesi ve Yamanlar'ın bir bölümü de Mardinlilere kucak açmıştır.<br />
Her yerde olduğu gibi Merkez ve Çevre arasındaki çatışma Yamanlar'da da baş göstermiştir. Kimi zaman hemşehrilik, kimi zaman Alevi-Sünni, bazen de Türk-Kürt gerilimleri ortak mücadelelerin önündeki en büyük engel olmuştur. Hatta, 2000'li yıllarda Yamanlar ve Onur Mahallesi arasında sınıfsal farklılıklar da ortaya çıkmaya başlamıştır. Memleketinden göç ettikten sonra konfeksiyon atölyelerinde çalışıp biraz sermaye biriktiren ve kendi atölyesini açan Yamanlar erbabı, atölyelerinde Onur Mahallesi'nin genç kızlarını, delikanlılarını çalıştırmaya başlamıştır. <br />
<br />
Yamanlar ile Onur Mahallesi ve Emek Mahallesi arasındaki bu farklılıklar büyük çatışmalara neden olmasa da ufak gerginlikler ve kafalardaki ön yargılar birçok ortaklaşmayı da engelliyor hala. Onur Mahallesi, Emek Mahallesi daha çok Kürt Hareketi'nin etkin olduğu bölgeler iken, Yamanlar daha çok Türkiye Sol Hareketi saflarında eskiden mücadele etmiş, hala mücadele eden veya onlara sempati duyanların ağırlığında.<br />
<br />
Yamanlar, tekrar eski günleri bekleyen birçok devrimciye ev sahipliği yapıyor ve herkes bir gün Yamanlar halkının binler olup sokakları dar edeceğine yürekten inanıyor. O günün geleceğine inançları tam olsa da Yamanlar halkı şimdilerde Nazım Hikmet'in ve Üç Fidanlar'ın heykelleriyle teselli olmakla yetiniyor.<br />
<br />
<b>Yoldaş Pançuni (2013)</b><br />
<br />
<br />
<br /></div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-2557256394288492062013-12-06T03:51:00.004-08:002013-12-23T04:28:16.685-08:00İzmir, CHP, Sol<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: justify;">
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: justify;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="http://4.bp.blogspot.com/-qdXHHS-lS1k/UqGzt28X6TI/AAAAAAAAMso/IMNoI3DsEDw/s1600/izmirmiting.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="213" src="http://4.bp.blogspot.com/-qdXHHS-lS1k/UqGzt28X6TI/AAAAAAAAMso/IMNoI3DsEDw/s320/izmirmiting.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="background-color: black;"><span style="color: white;">2007 İzmir Cumhuriyet Mitingi</span></span></td></tr>
</tbody></table>
Yerel seçimler sath-ı mahaline girdiğimiz şu günlerde "Yolsuzluk Operasyonu" nedeniyle güme giden, çok konuşulmayan bir konu var. MHP'den Mansur Yavaş ve Ali Erdoğan ile AKP'den Lütfü Savaş'ın CHP'ye transferleri gündem kalabalığı nedeniyle hak ettiği ilgiyi göremese de 30 mart Seçimleri'ni etkileyen önemli gündem maddelerinden bir olmayı hak ediyor. Bu transferler "CHP'nin sağcılaşmaya başladığı" tartışmalarını başlatırken bir yandan da akıllara "CHP ne zaman solcu oldu?" sorusunu da beraberinde getiriyor.<br />
<br />
Bu yazımızda "Solun kalesi" olarak görülen İzmir seçmeninin ne kadar Sol duyarlılıkla oy kullandığını ve İzmir seçmeninin politik tercihlerinden yola çıkarak CHP'nin solcu olup olmadığını tartışmak. </div>
<div style="text-align: justify;">
Yazının konusu, AKP'nin İzmir'i alıp alamayacağından çok, İzmir seçmeninin "Sol" duyarlılıkla oy kullanmadığını ve CHP'nin İzmir'de seçim kazanmasının sebebinin de bu olmadığını göstermeye çalışmak.<br />
<a name='more'></a>1995'den bu yana her seçimde, "Sol" diye sınıflandırılan DSP ve CHP gibi partilerin İzmir'de ipi göğüslemesi, bu eğilimin devam edeceği savını güçlendirmesine rağmen, İzmir'in sağ partileri de birinci parti yaptığı hiç görülmemiş bir şey değildir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Öncelikle bu yazının konusu "Sağ" ve "Sol" terimlerinin neyi, kimleri kapsadığı olmasa da CHP'nin bildiğimiz evrensel ölçülere uygun "Sol" bir parti olmadığını da hatırlatmak gerekiyor. Bütün dünyada "Sol" dendiğinde genel birkaç tanımlama yapılır. Bu tanımlamalar içinde değişim, emek mücadelesi ve sosyal politikalar gibi kavramlar herkesin üzerinde hemfikir olduğu solun evrensel kavramlardır. CHP politikalarının bu kavramlardan ve bu kavramların hayata geçirilmesinden bir hayli uzak olduğunu söylemek için derin analizler yapmaya gerek yok.<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
İdris Küçükömer'in Sağ ve Sol terimlerinin kullanımına yönelik aksi iddiaları her ne kadar çok doğru olmasa da CHP geleneğine ilişkin tespitleri önemlidir. İdris Küçükömer, daha çok muhafazakarlık üzerinden yaptığı karşılaştırmada Türkiye'deki CHP tarzı "Sol" partilerin daha muhafazakar olduğunu, sağ partilerin daha değişimden yana olduğunu ileri sürmüştür. Tabii, burada muhafazakarlıkla ilgili bir hatırlatma yapmakta fayda var. Muhafazakarlığı dindarlık üzerinden değil de değişime kapalı olma, statükoyu savunma üzerinden tanımlandığını hatırlatalım. Siz burada muhafazakarı "statükocu" olarak okuyun. Küçükömer'in sağ partilerin değişimden yana olduğu genellemesi büyük bir hata olsa da, CHP'nin statükocu olduğu çok doğru bir tespittir. CHP kurulduğu günden bu yana "devletin bekası" adına her zaman değişime kapalı kalmış, kuruluş itibariyle zaten sol bir parti olmamış ve kendini solda tanımlaması da bir hayli gecikmeli olmuştur.<br />
<br />
1965 seçim yenilgisinden sonra tartışılmaya başlanan "Ortanın Solu" kavramı CHP'nin kendini solda tanımlarken bile ne kadar ikircikli olduğunu gösteriyor. CHP'nin kendini solda tanımlamak için 1965 tarihini seçmesi tesadüf değildir. 1965 seçimlerinin farklı bir özelliği vardır. 65 Seçimleri, sosyalist bir parti olan Türkiye İşçi Partisi(TİP) 'nin 20 milletvekili ile Meclis'e girdiği ve böylece sosyalistlerin ilk defa Meclis'te yer aldığı seçimlerdir. Bu dönem solun yükselişine tekabül eden bir dönemdir ve CHP de solun yükselişinden nemalanmak için kendini solda tanımlamaya çalışmaktadır. Ama yine de "Sol" değil de "Ortanın Solu" kavramını kullanarak kendini "marjinallerden" ayırmaya özen göstermektedir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
CHP'nin kendini sosyalistlerden ayırma gayretine şimdilik eyvallah deyip "Sol" diye nitelendirmeye devam edelim. Ne de olsa, memlekette sosyalistlerin sesi çıkmaya başladığında sahte solcuların kaçacak delik aradıklarını geçmiş deneyimlerden biliyoruz.<br />
<br />
Yazının asıl konusuna dönecek olursak; CHP'yi Sol bir parti olarak kabul etsek bile, İzmir seçmeninin her seçimde Sol bir partiyi birinci yapmadığını seçim tarihimizi incelediğimizde rahatlıkla söyleyebiliriz. <br />
<br />
Türkiye'de "Sağ" ve "Sol" arasındaki en çok çekişmenin yaşandığı dönem olan 1946-1960 arası dönemde; sağı temsil eden Demokrat Parti ile solu temsil eden Cumhuriyet Halk Partisi arasındaki çekişmede İzmir, tercihini hep sağdan yana kullanmıştır. 1950, 1954, 1957 yıllarında Demokrat Parti 1961,1965 ve 1969 yıllarında ise Adalet Partisi CHP'yi geçerek birinci parti olmuştur. Üstelik 1965 ve 1969 yıllarında Adalet Partisi, diğer bir sol parti(aslında tek sol parti) olan TİP'i de eklersek; CHP+TİP toplamından daha çok oy almıştır İzmir'de.<br />
<b><br /></b>
<b>1954 </b><br />
<b>DP:</b> 61,18 <b>CHP: </b>38,72<br />
<br />
<b>1957</b><br />
<b>DP: </b>54,69 <b>CHP: </b>41,88<br />
<br />
<b>1961</b><br />
<b>AP: </b>55,04 <b>CHP: </b>39,61 <b>CKMP: </b>3,06<br />
<br />
<b>1965</b><br />
<b>AP: </b>62,18 <b>CHP: </b>29,79 <b>TİP: </b>3,92<br />
<br />
<b>1969</b><br />
<b>AP: </b>53,24 <b>CHP: </b>35,14<b> TİP: </b>2,86<br />
<br />
1973 seçimleri CHP için dönüm noktasıdır. Ya da Türkiye sağı için. 1946'da çok partili seçimler yapılmaya başlandıktan sonra 1946 seçimleri hariç birinci parti olamayan CHP, sağ partilerin bölünmeye başlamasıyla tekrar seçim kazanmaya başlamıştır. Ama İzmir seçmeni yine toplam oy bazında sağ partilere daha çok oy atmıştır. <br />
<br />
<b>1973</b><br />
<b>CHP: </b>44,05 <b>AP:</b>39,27<b> DP:</b>7,91<b> MSP:</b>4,19<b> CGP:</b>2,37<br />
<b>Toplam Sol: </b>46,42<b> Toplam Sağ:</b>51,37<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
1965 ve 1969 yıllarında Adalet Partisi'nin İzmir'de birinci parti olmasını solun genel olarak ülkede zayıf olduğu ile açıklayanlar olmaz umarım. 1960'lı yıllardan bahsettiğimizi ve sosyalistlerin Meclis'e milletvekili soktuğu dönemden bahsettiğimizi tekrar hatırlatmam yeterli olur sanırım. </div>
<div style="text-align: justify;">
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: justify;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="http://1.bp.blogspot.com/-CQWIyhYeqEE/UqGztvY3UTI/AAAAAAAAMsk/dbRNeJ9mjDA/s1600/SCF-%C4%B0zmir.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="207" src="http://1.bp.blogspot.com/-CQWIyhYeqEE/UqGztvY3UTI/AAAAAAAAMsk/dbRNeJ9mjDA/s320/SCF-%C4%B0zmir.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="background-color: black; color: white;">Serbest Fırka İzmir Mitingi (1930)</span></td></tr>
</tbody></table>
Biraz daha eskilere gidersek; 1930'lu yıllarda sandıksız-seçimsiz de olsa tek parti dönemine en fazla muhalefet etmiş şehirdir İzmir. Muvazaalı Serbest Parti bile o kadar ilgi toplamış ki yine Atatürk'ün talimatıyla kapatılmak zorunda kalmıştır. Fethi Okyar'ın Serbest Parti'sinin İzmir'de düzenlediği miting, o zamanın nüfusuyla devasa sayılabilecek bir kitleyle, onbinlerce kişinin katıldığı tek parti dönemine bir başkaldırı gösterisine dönüşmüştür. Mitinge katılanlar bugün hala Konak'ta bulunan Valilik'e saldırmaya yeltenmiş ve bu saldırı kolluk kuvvetlerince bertaraf edilmiştir. Sonrasında da Serbest Fırka'nın rejime yönelik bir tehdit olduğu bahane edilerek kapattırılmıştır. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Yakın tarihine dönecek olursak tekrar benzer tablolarla karşılaşmak zor değil. "İzmir, 1960'lı yıllardaki İzmir değil artık. Göç aldı, nüfus yapısı değişti, memleketin birçok yerinden insan geldi, sanayileşti. Bu yüzden de 1960'la kıyaslamaya yapılamaz" diyenlere ise 1983'den 2011'e kadar seçim sonuçlarına bakmalarını salık veririm.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<b>1983 Genel</b><br />
<b>HP:</b>37,25 <b>ANAP:</b>34,51<b> MDP:</b>27,23<br />
<b>Toplam Sol: </b>37,25 <b>Toplam Sağ:</b>61,74<br />
<br />
<b>1987 Genel</b><br />
<b>ANAP:</b>35,80<b> SHP:</b>35,57<b> DYP:</b>15,66<b> DSP:</b>9,21<b> Refah:</b>2,29<br />
<b>Toplam Sol: </b>44,78<b>Toplam Sağ:</b>53,75<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>1989 Yerel </b></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>SHP:</b>52,4 <b>DSP:</b> 5,6 <b>ANAP:</b>24,2 <b>DYP:</b>13,9 <b>Refah:</b>2,6</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Toplam Sol: </b>57,6 <b>Toplam Sağ:</b>40,7<br />
<br />
<b>1991 Genel</b><br />
<b>DYP: </b>27,58 <b>ANAP:</b>25,58 <b>SHP: </b>24,50 <b>DSP:</b> 15,45 <b>Refah:</b>5,97<br />
<b>Toplam Sol: </b>39,95 <b>Toplam Sağ:</b>59,13<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>1994 Yerel </b></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>DYP:</b>27,7 <b>SHP:</b>26,5 <b>ANAP:</b>19,6 <b>DSP:</b>15,0 <b>Refah:</b>6,9</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Toplam Sol:</b>41,50<b> Toplam Sağ:</b>54,20<br />
<br />
<b>1995 Genel</b><br />
<b> </b><b>DSP:</b>24,40 <b>DYP:</b>23,86 <b>ANAP:</b>18,85 <b>CHP:</b>13,87 <b>Refah:</b>8,42 <b>MHP: </b>5,63 <b>HADEP: </b>3,67<br />
<div>
<b>Toplam Sol:</b>41,94<b> Toplam Sağ:</b>56,76</div>
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>1999 Yerel </b></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>DSP:</b>30,47 <b>ANAP:</b>19,12 <b>CHP:</b>18,02 <b>DYP:</b>16,34 <b>MHP:</b>6,8</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Toplam Sol:</b>48,49<b> Toplam Sağ:</b>42,26<br />
<b><br /></b>
<br />
<div>
<b>1999 Genel</b></div>
<div>
<b>DSP:</b>40,27 <b>ANAP:</b>15,82 <b>MHP</b><b>:</b>11,08 <b>CHP:</b>9,77<b> DYP:</b>9,57 <b>FP:</b>4,89<b> HADEP:</b>4,36 <b>ÖDP:</b>1,47</div>
<div>
<b>Toplam Sol:</b>55,87<b> Toplam Sağ:</b>42,26</div>
<div>
<br />
<div>
<b>2002 Genel</b></div>
<div>
<b>CHP:</b>29,06 <b>Genç Parti:</b>17,51 <b>AKP:</b>17,17 <b>DYP:</b>9,33 <b>MHP:</b>7,80 <b>DEHAP:</b>5,18 <b>ANAP:</b>4,21<br />
<b>YTP: </b>3,18 <b>DSP:</b>1,64<b> </b></div>
<div>
<b>Toplam Sol:</b>39,06<b> Toplam Sağ:</b>56,02<br />
<br /></div>
</div>
</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>2004 Yerel </b></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>CHP:</b>47,17 <b>AKP:</b>32,56 <b>Genç Parti:</b>6,01 <b>SHP:</b>4,14 <b>MHP:</b>4,07</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Toplam Sol:</b>51,31<b> Toplam Sağ:</b>42,64</div>
<div style="text-align: justify;">
<b><br /></b>
<br />
<div>
<b>2007 Genel </b></div>
<div>
<div>
<b>CHP:</b>35,46 <b>AKP:</b>30,50 <b>MHP:</b>13,88 <b>Genç Parti:</b>7,50 <b>DP:</b>5,19 <b>Bağımsız(DTP):</b>3,97</div>
<div>
<b>Toplam Sol:</b>39,43<b> Toplam Sağ:</b>57,07</div>
</div>
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>2009 Yerel </b></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>CHP:</b>56,10 <b>AKP:</b>30,33 <b>MHP:</b>6,99</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Toplam Sol:</b>56,10<b> Toplam Sağ:</b>37,32</div>
<div style="text-align: justify;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>2011 Genel </b></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>CHP:</b>43,8 <b>AKP:</b>36,8, <b>MHP:</b>11,2 <b>Bağımsız(BDP): </b>4,66</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Toplam Sol:</b>48,46<b> Toplam Sağ:</b>47,92</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Yukarıdaki son 30 yıllık seçim sonuçlarını incelediğimizde de İzmir'de sağ partilere oy veren seçmenin bir hayli fazla olduğunu, hatta bazı seçimlerde sol seçmenden daha çok olduğunu görebiliyoruz.</div>
<div style="text-align: justify;">
Bu durumu en çok genel seçimlerde görebiliyoruz. CHP'nin İzmir'de en güçlü olduğu dönemlerde bile sağ parti oylarının toplamının soldan daha fazla olabiliyor. Genel seçimlerde sol partilere verilen oylar, sağ oylara büyük bir üstünlük sağlayamazken, bunun tek istisnası 1999 Genel seçimleri oldu. 1999 seçimlerinde fark yaratan durum da; Abdullah Öcalan'ın DSP hükümeti döneminde yakalanması ve DSP'nin oylarında büyük bir artış yaşanmasıdır. Yani seçmen DSP'ye sol duyarlılıkla değil, milliyetçi hissiyatlarla oy vermiştir. Aynı şekilde MHP'nin oylarında da bir artış yaşanmıştır. Bir önceki 1995 seçiminde baraj altında kalan MHP, İzmir'de de oylarını iki kat arttırarak Meclis'e girmeyi başarmıştır. MHP'nin yükselişi de İzmir seçmeni için milliyetçiliğin ne kadar önemli olduğunu iyice kanıtlamaktadır. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İzmir'de CHP veya DSP'nin seçimlerde birinci parti çıkması nedeniyle İzmir'in solcu olduğunu düşünenlerin aksine, İzmir'de sol seçmen sayısının fazla olmadığının başka kanıtları da var.</div>
<div style="text-align: justify;">
1994 yerel seçimlerinde İzmir seçmeni tercihini muhafazakar-milliyetçi görüşü ile tanınan DYP'li Burhan Özfatura'dan yana kullanmakta sakınca görmemiştir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Biraz daha yakın döneme gelirsek; 2002 genel seçimlerinde ne idüğü belirsiz ama Sol ile hiçbir alakası olmadığı kesin Cem Uzan'ın Genç Parti'si Türkiye genelinde %7,25 ile baraj altında kalırken, İzmir'de %17,51 ile ikinci parti olmuştur.</div>
<div style="text-align: justify;">
2002 seçimleri Türkiye siyaseti açısından çok önemli seçimlerden birisidir. 2001 ekonomik krizi, beraberinde siyasi krizi de getirmiş ve Türkiye'deki ana akım bütün partilere güven azalmıştır. Herkesin arayışa girdiği bir dönemde AKP, bu ortamdan faydalanarak iktidara gelmiştir. Aslında Genç Parti de bu ekonomik ve siyasi kriz ortamından faydalanmak için kurulan bir diğer partiydi ama AKP kadar güvenilir olmadığı için baraj altında kaldı. Ama İzmir halkı Cem Uzan'a çok güvenmiş olacak ki onu iktidara taşımak için istediği oyu vermiştir. Üstelik bu oyların önemli bir bölümünün daha önce DSP'ye oy vermiş kitleden geldiği, 2002'den bir önceki(1999) ve bir sonraki(2004) seçim sonuçları incelendiğinde görülebilir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
2002 Genç Parti örneği bile İzmir seçmeninin sandığa giderken çok da mantıklı, planlı ve siyasi görüş sahibi bir seçmen olmadığının tek başına kanıtıdır. Belli bir siyasi görüşü olsa da bu görüşün "Sol Siyaset" olmadığının çok net biliyoruz. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İzmir'deki genel seçimlerde sağ partilerin oylarının toplamının, sol partilere göre her zaman fazla olduğunu ama bu durumun yerel seçimlerde değiştiğini söylemiştik. </div>
<div style="text-align: justify;">
Türkiye'deki seçmenlerin büyük bir çoğunluğunun hem yerel hem de genel seçimlerde adaya değil, siyasi tercihlerine göre oy verdiğini biliyoruz. Yerel seçimlerde de -çok büyük bir olumsuzluk yaşanmamışsa (Yolsuzluk vb.)- var olan belediyenin icraatlarının çok önemli olmadığını, ön plana çıkan unsurun siyasi tercihler olduğunu bütün yerellerde görebiliyoruz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İzmir'de de durum pek farklı değil. İzmir'de yerel seçimlerde genel seçimlerden farklı olarak sol partilere oyların arttığını görüyoruz. Bu durumun birçok nedeni olabilir:</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
- Türkiye'nin bütün il, ilçe, beldelerinde olduğu gibi, belediye çalışanlarının ve belediyeyle çıkar ilişkisi olan kesimlerin bu iş ve çıkar ilişkisinin bozulmasını istememesi</div>
<div style="text-align: justify;">
- Laiklik hassasiyeti olan tüm kesimlerin AKP'nin İzmir'i sosyal ve kültürel olarak muhafazakar bir şehir yapması konusundaki çekinceleri </div>
<div style="text-align: justify;">
- AKP'nin politikalarından rahatsız olup, genel seçimlerde dize getiremedikleri AKP'yi, hiç olmazsa yerel yönetimlerde iktidar getirmemek için "Oyları Bölmeyelim" mantığıyla seçimi kazanma ihtimali olan en güçlü partiye oy vermek.<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<div style="text-align: center;">
<b>MHP-CHP İttifakı </b></div>
CHP'nin sol bir parti olmadığını, seçmen profili ile ilgili çeşitli örneklerle de açıklayabiliriz. Özellikle son zamanlarda yapılan anketlerde CHP seçmeninin önemli bir kısmının "CHP olmazsa kime oy verirdiniz?" sorusuna "MHP" şeklinde cevap verdiği görülmüştür. Bu yakınlık durumunu iki parti arasında yerel düzeyde çeşitli ittifaklarda da görebiliyoruz. </div>
<div style="text-align: justify;">
2009 yerel seçimlerinde Manisa Belediyesi'ni alma ihtimali çok az olan CHP, İzmir'de Bayraklı Belediyesi'ni alma ihtimali yine çok az olan MHP ile kapalı kapılar ardında bir ittifak yapıldı. Bayraklı'daki MHP'liler CHP'ye, Manisa'daki CHP'liler ise MHP'ye oy verdi. Manisa-Kulalı olan CHP'li Bayraklı Belediye Başkanı Hasan Karabağ bu ittifakta çok ciddi rol oynamış ve alışverişten karlı çıkan taraflardan biri oldu. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Zaten 2004 ve 2009 yerel seçim sonuçlarını karşılaştırdığınızda da bunu net olarak göreceksiniz. 2004 yerel seçimlerinde %33 oy oranı ile Manisa Belediyesi'ni alan AKP, 2009'da oyunu arttırmasına rağmen (%34), belediyeyi MHP'ye kaptırmıştır. Bunun nedeni de MHP'de yaşanan muazzam oy artışıdır. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
MHP'nin 2004'te aldığı oy %24 iken, 2009'da %38'e yükselmiştir. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
CHP'nin oyu ise 2004 oyu %19 iken, 2009'da her ne hikmetse %13'e düşmüştür.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Manisa ve Bayraklı Belediyesi seçimlerindeki bu ittifakta, Manisa'nın il, Bayraklı'nın ilçe belediyesi olmasından dolayı pazarlığın akıllıca olmadığını düşünenlere söyleyeyim: Bayraklı İzmir'in en büyük ilçelerinden birisidir. Ayrıca, hem Bayraklı'da MHP'nin, hem de Manisa'da CHP'nin kazanma ihtimali çok düşük olduğu için bu pazarlık akıllıca olmuş ve her iki belediyeyi alma potansiyeli çok yüksek olan AKP her iki belediye seçimini de kazanamamıştır. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Genel seçimlerde CHP-DSP-SHP geleneğine oy vermeyip, yerel seçimlerde oy verenlerin nedenleri arttırılabilir ama "Laiklik hassasiyeti" ve "Oyları Bölmeyelim" meselelerinin bu nedenler arasında en önemli yere sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Aslında bu iki neden birlikte de düşünülebilir. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İzmir'de Laiklik hassasiyeti taşıyanların sadece CHP tabanı olmadığını, bu duyarlılığı taşıyıp AKP'yi zayıflatmak isteyen ulusalcı, milliyetçi ve sol-sosyalist kesimlerinden birçok seçmen genel seçimlerde kendi partisine oy verirken yerel seçimlerde İzmir'de sosyal hayatına müdahale edilmemesi için CHP oy verebiliyorlar. MHP'li, İşçi Parti'li, ÖDP'li, TKP'li, EMEP'li seçmenlerin bu amaçla yerel seçimlerde CHP'ye oy verdiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Sağ partilere karşı gelişen "Oylarımızı Bölmeyelim" anlayışı bugün AKP'ye karşı dillendirilse de, ANAP'a da, DYP'ye de Refah Partisi'ne karşı da hep karşımıza çıktı. Sağ partiler kazanmasın diye sol seçmen istemediği partiye, adaya oy vermek durumunda hissetti kendini ya da hissettirildi. Durum böyle olunca CHP dışındaki sol partiler belli yereller dışında yerel yönetim seçimlerinde hiçbir zaman iddialı duruma gelemedi. Yine AKP-CHP ikilemine sıkışıp kalıyor, yine bir sonraki seçimde CHP'nin aman oylarımızı bölmeyin nutuklarınızı dinliyoruz. Elbette, her seçim arefesinde CHP'ye mecbur kalınmasında en az CHP kadar diğer sol-sosyalist parti ve örgütlerin suçu olduğunu da unutmayalım. Gerçekten evrensel sol değerlere sahip olması gereken partilerin ülke genelindeki zayıflığı, hem CHP gibi Soldan nemalanan partilerin Sol parti olarak anılmasına neden oluyor, hem de sol değerler konusunda kafa karışıklığı gün geçtikçe artıyor. Laiklik veya Sekülerizm sol değerler arasında olsa da tek ölçüt değildir. Emek mücadelesi, insan hakları savunuculuğu, azınlık hakları, kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık gibi evrensel sol değerlerin hiçbiri CHP'nin doğrudan politika yaprak müdahale ettiği alanlar değil. Öyle ki CHP'nin milliyetçiliği çok net bir biçimde savunur olması bile CHP'nin bırakın Sol, Sosyalist bir parti olarak görülmesine engeldir. <br />
<br />
Netice itibariyle başta İzmir seçmeni olmak üzere CHP'ye oy verenlerin büyük bir çoğunluğu Laiklik ve Milliyetçilik hassasiyetleriyle sandığa gitmekte veya politik duruşunu ortaya koymaktadır. Milliyetçi ve Ümmetçi MHP'den de tek farkı Laiklik ile Ümmetçilik arasındaki farktır. Böylece ikisi de milliyetçi olduğu halde Ümmetçi olduğu için MHP sağcı, Laik olduğu için de CHP solcu oluyor. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İzmir'i ve bütün memleketi hem AKP'den hem CHP'den kurtarmak da Solu yeniden güçlendirmekten geçiyor. Bu yük herkesin omuzlarında. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Yoldaş Pançuni (Aralık 2013)</b></div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-13727546636420441302013-11-21T23:29:00.004-08:002016-05-15T01:16:56.926-07:00Željko Obradović ve Itoudis<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: justify;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-wmhqmXYshEY/VzgwKf1ymRI/AAAAAAAAY_I/ypo2ltsZJ14jlnD_g-eRIk_8feb9OrWtwCLcB/s1600/BjFnOxJCAAAwTMF.png" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="217" src="https://2.bp.blogspot.com/-wmhqmXYshEY/VzgwKf1ymRI/AAAAAAAAY_I/ypo2ltsZJ14jlnD_g-eRIk_8feb9OrWtwCLcB/s320/BjFnOxJCAAAwTMF.png" width="320" /></a>24 Kasım Pazar günü Balıkesir, Avrupa basketbolu için çok özel günlerden birine ev sahipliği yapacak. </div>
<div style="text-align: justify;">
Banvit Bandırma ile Fenerbahçe Ülker arasında oynanacak maçı bu kadar önemli kılan ne Allen Iverson, Deron Williams gibi NBA yıldızlarından bir yenisinin daha Türkiye'de parkeye çıkması, ne de bu maçın bir şampiyonluk maçı oluşu. Bunların hiçbiri bu maçı daha özel kılamazdı.<br />
<br />
Aslında sıradan bir TBL 7. hafta mücadelelerinden biri olan bu maçı basketbolseverler açısından, özellikle de Avrupa basketbolunu NBA'den daha cazip görenler açısından önemli kılan şey yıllarca aynı benchte yan yana görmeye alıştığımız Željko Obradović ve Dimitrios Itoudis'i ilk kez farklı benchlerde görecek olmamızdır.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<a name='more'></a><br />
Abarttığımı düşünenler olabilir ama Pazar günü karşı karşıya gelecek ikiliden birisinin Avrupa basketbolunda bıraktığı etki ve diğerinin de bu geleneği devam ettireceği düşünülürse abartmakta ne kadar haklı olduğumu anlayabilirsiniz</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<a href="https://3.bp.blogspot.com/-V9ERQm5uvSs/VzgwKORIdHI/AAAAAAAAY_A/_UXjBH7sspISRW1o_qgQAjeCjJKGukNdwCLcB/s1600/obradovic-itoudis.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="202" src="https://3.bp.blogspot.com/-V9ERQm5uvSs/VzgwKORIdHI/AAAAAAAAY_A/_UXjBH7sspISRW1o_qgQAjeCjJKGukNdwCLcB/s320/obradovic-itoudis.jpg" width="320" /></a><br />
Henüz 29 yaşında iken Panathinaikos'ta Obradović'in asistan koçu olan Itoudis, 13 yıl boyunca Obradović'in yanında hiç ayrılmadı. Obra da onu yanından hiç ayırmadı. Obra Pana'dan ayrılırken Itoudis de yuvadan ayrıldı.<br />
<br />
Bu ikilinin birbirine rakip olarak parkeye çıkacak olmaları "Head coach-assistant coach" maçlarından ilki değil elbette. Basketbolda sıkça karşılaşabileceğimiz bir fotoğrafı Türkiye liginde de daha önce çokça görmüştük. <br />
<br />
Örneğin, Türkiye'deki efsane koçlardan birisi olan Aydın Örs'ün de kendi yetiştirdiği koçlardan biri olan Ergin Ataman ile rakip benchlerde yer almışlığı vardır. 1999-2000 sezonunda Karşıyaka'nın koçu olan Ergin Ataman, ligin 5.haftasında İstanbul'da eski patronunu yenerek onun maçtan sonra istifa etmesine neden olmuş ve yıllarca süregiden "Aydın Örs'lü Efes Pilsen" geleneğine son vermiştir. Üstelik Ergin Ataman da bir hafta sonra Karşıyaka'dan ayrılıp Efes Pilsen'in koçu olmuştur. <br />
Obradoviç-Itoudis karşılaşmasında maçın sonucu ne olursa olsun bir istifaya neden olmayacağı kesin. Çünkü her iki cephede de işler yolunda gidiyor.<br />
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-mbbhTIDKKQ4/Uot8ogAKLQI/AAAAAAAAK38/HgyRLFdx6OQ/s1600/obradovi%C3%A7.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-mbbhTIDKKQ4/Uot8ogAKLQI/AAAAAAAAK38/HgyRLFdx6OQ/s320/obradovi%C3%A7.jpg" width="320" /></a><br />
<br />
Itoudis'in eski koçu Obra Reyiz'in karşısına dikilmesinin, diğer koç-asistan koç karşılaşmalarından farklı kılan nedir? Bu sorunun cevabı Obradović ve Itoudis arasındaki ilişkide saklıdır.<br />
Itoudis diğer yardımcı koçlar gibi Obradović'in arkasında değil, yanında çalıştı. Obradović, Itoudis'e bir asistan gibi değil, bir ortağı gibi davranarak ona kendini ispatlama şansı verdi. Obradović, Itoudis göreve ilk başladığında "Her dediğime Evet diyecek bir yardımcı istemiyorum" demiş ve bu sözünün arkasında durmuştur. Kendisinin de katıldığı birçok antrenmanda takımı Itoudis'in çalıştırmasına izin vermiş, maç molalarında zaman zaman sazı-sözü ona bırakmış, Itoudis'in çizdiği hücumları oynatmıştır. <br />
Obradović gibi agresif ve oyuncularına herkesin önünde fırça atmaktan çekinmeyen bir koçla 13 yıl çalışmak her baba yiğidin harcı değildir. Hele de koçun her dediğine Evet demeyen bir yardımcı için hiç kolay değildir. Obradović'in agresifliği Itoudis'e de bulaşmıştır. Takımın Yunan oyuncularına Obradović'in yerine Itoudis bağırırken, Zaman zaman maç içerisinde birbirlerine sardıkları, birbirlerine dalacak gibi konuştukları da olurdu. İki koç arasındaki ilişkinin bu şekilde olmasını bizzat Obradoviç kendisi istemiştir.<br />
<br />
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjAghcbn5JvxiEg1KFWq7Rpn8rN7BCY37g9_HPF4Hst7PCLSy65fkJgTI0WcyKwnZNyg3fnM0KfioLirbs49cS7YGSCoIf_aPDbBVGlubyLvqvfs2HGTCjBehF9k0-77OEtyBMtj4RHBEg/s1600/853459-20327776-2560-1440.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="179" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjAghcbn5JvxiEg1KFWq7Rpn8rN7BCY37g9_HPF4Hst7PCLSy65fkJgTI0WcyKwnZNyg3fnM0KfioLirbs49cS7YGSCoIf_aPDbBVGlubyLvqvfs2HGTCjBehF9k0-77OEtyBMtj4RHBEg/s320/853459-20327776-2560-1440.jpg" width="320" /></a>Obradović'in Panathinaikos'ta 13 yıla sığdırdığı 5 Euroleague, 11 Yunanistan şampiyonluğu, 7 Yunanistan Kupası'nda Itoudis'in emeğini yabana atmamak lazım.<br />
<br />
Obradović, kendisi gibi bir koç yetiştirerek Avrupa basketboluna verdiği hizmetlere ve başarılarına bir yenisi daha eklemiştir.<br />
Bu sezondan itibaren Avrupa basketboluna Yugoslav ekolünden yetişmiş bir Yunan koç hizmet ediyor. Ve ilk "head coach"luk görevine de Türkiye'de başladı. Obradović ve Itoudis'in aynı ligde oluşu Türkiye basketbolu için büyük bir şans. Türkiye bu şansı iyi değerlendirirse Aydın Örs'lü Efes Pilsen'in yaptığı atılımın çok daha fazlasını yapacaktır.<br />
<br />
Balıkesir, Avrupa'nın en iyi koçlarından birisi ile onun yetiştirdiği bir koçun mücadelesine ev sahipliği yapacak. Pazar günü Balıkesir'de olmak ve parkede oynanan oyunla birlikte kenar yönetimlerini izlemek büyük bir keyif olurdu. Orada olacak basketbolseverleri şimdiden kıskanmaya başladım.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
</div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-82828319219802939382013-10-24T01:25:00.003-07:002013-10-24T01:31:38.178-07:00Asesoft Ploiesti Karşıyaka Euro Cup Maçı<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-a4BxWRSvIL0/UmjYpgf4b-I/AAAAAAAAIfs/QN77ST-Uz5o/s1600/BXR8NBpCQAAffH9.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="239" src="http://4.bp.blogspot.com/-a4BxWRSvIL0/UmjYpgf4b-I/AAAAAAAAIfs/QN77ST-Uz5o/s320/BXR8NBpCQAAffH9.jpg" width="320" /></a>Karşıyaka ilk 2 maçını da kazanarak grupta önemli bir avantaj yakaladı ve grubun diğer 2'de 2 yapan takımı `Hapoel Jeruselam` ile liderliği paylaşıyor.<br />
<br />
Turnuvanın favorilerinden biri olmasına rağmen, gruptaki ilk maçında kendi evinde kaybettikten sonra deplasmanda kazanan `Khimki`'yi de yabana atmamak lazım. Onlar da ikinci maçlarında deplasmanda kazanarak atlanmayacak takım olduğunu gösterdi.<br />
<br />
İlk periyotta ev sahibi takım oyuna hızlı başlamasına rağmen 2. periyottan sonra Karşıyaka oyunun kontrolünü almaya başladı ve 3. periyotta yaptığı iyi savunmayla maçı kopardı.<br />
<br />
<a name='more'></a>Bu maçta Karşıyaka'da Dixon 25 sayı, 6 asist 3 ribaund ile takımı sırtladı yine.<br />
Dixon'a; 17 sayı 11 ribaund ile Batista, 12 sayı 3 asist ile Diebler` ve 11 sayı 9 ribaund 3 asist ile Barış Hersek eşlik etti.<br />
<br />
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-IsAHMKEG6Kg/UmjPcayxjkI/AAAAAAAAIfc/sbdj7NV1Du4/s1600/BHkMU1yCAAAYZzH.jpg25.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://1.bp.blogspot.com/-IsAHMKEG6Kg/UmjPcayxjkI/AAAAAAAAIfc/sbdj7NV1Du4/s320/BHkMU1yCAAAYZzH.jpg25.jpg" width="262" /></a>Bu sezon takımın en skorer oyuncuları Dixon, Batista ve Diebler olacak. Bu şimdiden belli oldu. Leo Lyons da normalde skorer bir oyuncu ama başka sorun yoksa henüz uyum aşamasında sanırım. Skorer özelliğini henüz gösteremedi daha.<br />
<br />
Bu oyuncular dışında her maçta farklı bir oyuncunun skora önemli bir katkı yapması gerçekten önemli. Soner Şentürk ve Mutlu Demir bazı maçlarda skora katkı yapabilecek oyuncular. Can Altıntığ bu maç hariç diğer bütün maçlarda çok önemli skorlar buldu. Bu maçta da Barış Hersek'in %100 şut isabeti ile 11 sayı bulması takımın skor yükünün paylaşılması açısından gerçekten önemliydi. <br />
<br />
Romanya'da Karşıyaka'yı 50'ye yakın taraftar destekledi.<br />
<br />
Karşıyaka gruptaki 3.maçını Academic Sofya ile 30 Ekim'de Karşıyaka Arena'da yapacak.<br />
<br />
Bu arada Karşıyaka, Avrupa'nın en iyi 100 takımı sıralamasında 10. sırada. Sıralama takımların lig, kupa ve Avrupa'da oynadığı resmi maçları baz alarak yapılıyor.<br />
<br />
Maçın istatistikleri:<br />
<br />
http://www.eurocupbasketball.com/eurocup/games/results/showgame?gamecode=38&season<br />
code=U2013#!boxscore<br />
<br /></div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-70206878289036400422013-10-17T04:36:00.000-07:002013-10-19T00:35:02.255-07:00Karşıyaka igokea Euro Cup maçı<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-EKPr5PR4peU/Ul_Ku3Y_9VI/AAAAAAAAIfE/xhQJ9a5KB8Y/s1600/indir.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="154" src="http://2.bp.blogspot.com/-EKPr5PR4peU/Ul_Ku3Y_9VI/AAAAAAAAIfE/xhQJ9a5KB8Y/s320/indir.jpg" width="320" /></a>Geçtiğimiz sezon son hücumda kaybedilen EuroChallenge finalinin üzerinden epey zaman geçti. Avrupa maçlarını özlemişiz. Üstelik bu sezon bir üst kategori olan Eurocup'ta mücadele edecektik. ULEB organizasyonları Eurolig ve Eurocup maçlarının açılış müziği olan ve Eurolig maçlarını izleme sebeplerimizden biri olan "<a href="http://www.euroleague.net/resourceserver/1955/d112d6ad-54ec-438b-9358-4483f9e98868/adc/rglang/en-US/filename/devotion-anthem.mp3" target="_blank">I feel devotion</a>" u Karşıyaka Arena'da dinlemek ayrı bir keyif verdi. Dileğimiz, bu marşı Arena'da bir Eurolig maçından önce dinlemek.<br />
<br />
Geçtiğimiz sene rüya gibi geçen ve biraz buruk biten sezonun ardından bu yılki Avrupa serüvenine kolay bir rakiple başladık. </div>
<div style="text-align: justify;">
Karşıyaka, Türkiye liginde kendinden daha alt klasmandaki rakiplere karşı sürprize yer vermeyerek sürdürdüğü maç kazanma geleneğini, Avrupa'da da devam ettiriyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<a name='more'></a></div>
<div style="text-align: justify;">
Rakip, Eurochallenge Cup ayarında bir takımdı ve Karşıyaka artık Euro Cup takımı olduğunu göstererek rakibi ile arasındaki farkı skora yansıtabildi. Bir ara fark 37 sayıya kadar çıkmıştı ama Ufuk Sarıca maçın son 5 dakikasını Egemen Güven, Mert Celep, Yunus Sonsırma, Barış Hersek gibi gençlere bırakınca skor farkı 30'da kaldı. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Karşıyaka'da en skorer oyuncu <b>Dixon</b> oldu. Geçen sezon kaldığı yerden devam ediyor. 22 sayının yanına 6 ribaund ve 3 asist de ekleyerek Türkiye kupası ve lig maçlarındaki iyi performansını Avrupa'da da sürdürdü. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ufuk Sarıca <b>Can Altıntığ</b>'ı ilk beşte başlatarak ona güvendiğini gösterdi, o da bu güveni boşa çıkarmadı. Topun yarı sahaya taşınmasında Dixon'a iyi destek oldu ve bu hücumlarda Dixon'un çok fazla yorulmadan skor bulmasını sağladı. Kendisi de iyi skor yaptı. 12 sayı, 3 ribaund ve 5 asist ile oynadı. O pozisyonu iyi dolduracağının sinyalini verdi. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Esteban Batista</b> Eurocup'a fazla geldiğini bu maçta da gösterdi. Rakip takımda kendisini zorlayacak pivot olmamasının da etkisiyle rahat sayılabilecek bir maç çıkardı. 14 sayı, 10 ribaundunun yanı sıra 2 tane çok temiz blok vurdu. Potanın dibinden yaptığı birkaç asisti de var ama istatistiklere yazmamışlar. Bu asistleri es geçmemek lazım zira bunlar Batista'nın tecrübesini konuşturan asistlerdi. İlk beşin diğer uzunu Leo Lyons ile uyum problemi yaşıyorlar hala. Özellikle savunmada çok bariz hatalarla çok basit birkaç sayı verdiler. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Leo Lyons</b> hücumda çok fazla etkili olamadı. yanlış hatırlamıyorsam 6 sayısının 4'ünü faul atışlarından buldu. savunmada istekli olmasına rağmen basit hatalara ortak oldu. birkaç savunma rübaundunu takım arkadaşlarıyla paylaşamayınca rakipe kaptırdılar. etkili olduğu dış şutu 2 tane kaçırdıktan sonra bir daha denemedi. bu tutukluğu tez zamanda aşacağından eminim.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Diebler</b> bu takımın Dixon ile birlikte en iyi şutörü olduğunu bir kez daha kanıtladı. Rakibin bir ara Karşıyaka'yı yakaladığı dönemde üst üste 2 üçlükle rakibin direncini kırdı. geçen seneden Can Maxim Mutaf'ı en çok o arayacak muhtemelen. Mutaf, hem geçen sezon Diebler'in yerine oyuna girerek onu dinlendiriyor, hem de aynı anda sahada olduğu dakikalarda bir diğer şutör olarak Diebler'i rahatlatıyordu. Gerçekten bu kadroda Mutaf'ın olmaması büyük eksiklik. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Mutlu Demir</b>, Esteban Batista'yı gerektiği zamanlarda iyi dinlendirdi. özellikle hücumda geçen seneki Bora Hun Paçun'dan daha etkili olduğunu görmüş olduk. 4 sayı, 1 ribaund zayıf bir performans istatistiği gibi gözükse de, istatistiklere yansımayan önemli işler yaptı. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Barış Hersek</b> her ne kadar istatistiklerinin önemli bir bölümünü maç koptuktan sonra elde etse de 11 sayı, 8 ribaundluk performansıyla bu takıma önemli katkılar vereceğini gösterdi. Özellikle, soktuğu 2 üçlük yaz döneminde bol bol şut çalıştığının kanıtıydı. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Soner Şentürk</b> geçen seneki gibi Dixon'u dinlendirmeye devam ediyor. Oyunda olduğu sürede takımı iyi yönetiyor. Geçen senenin üstüne koymuş gibi. 6 sayı 1 ribaund yaptı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Yunus Sonsırma</b>'yı daha önce pek izlememiştim ama beklentim biraz fazlaydı. En azından Serkan Menteşe'den daha iyi bir performans bekliyordum. Bu maçta uzun bir süre guard olarak sahada kalmasına rağmen süreyi iyi değerlendiremedi. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Egemen Güven</b> ve <b>Mert Celep</b> de sahada kaldıkları uzun süreyi değerlendiremeyen diğer gençlerdi. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Euro Cup'a farklı bir galibiyet ile başlamak hepimiz için güzel oldu. Umarım devamı da gelir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Taraftar her zamanki gibi muhteşemdi. Gezi Direnişi'nden sonra birçok tribünde görmeye alıştığımız siyasi sloganlar, mesajlar Karşıyaka taraftarında da alışkanlık haline geldi. Futbol maçlarından sonra basketbol maçlarında da bu sezonki Gezi geleneği devam etti. "Her her Taksim, Her Yer Direniş" "Sık Bakalım .." tezahüratları maçların olmazsa olmazları oldu artık. İzmir seyircisine özgü "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz" de sıkça duyduğumuz sloganlardan biri. Bunların yanına bu maçta "Andımız" da eklendi. AKP'nin demokratikleşme paketine ve demokratikleşme paketi ile Andımız'ın kaldırılmasına seyirci Andımız'ı maçın başında ve sonunda <a href="http://www.basketfaul.com/makale/26577/pinar-karsiyaka-taraftari-andimizi-okudu.html" target="_blank">okuyarak</a> tepki gösterdi. </div>
<div style="text-align: justify;">
Ayrıca maçın son beş dakikasında skor farkı 37'e çıkıp maç koptuktan sonra seyirci de oyundan koptu ve türlü türlü şovlar yaptı. Tabire caizse bir ara taraftar çıldırdı. Maçın sonunu da "Taraftar Çıldırdı, Şampiyonluk İstiyor" sloganı ile bağladı. Evet şampiyonluk istiyoruz. </div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-32517279189915315712013-10-01T23:40:00.001-07:002013-10-01T23:47:17.458-07:00Parke için geri sayım başladı <div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-cfsyXdBSIpw/Uku_TS70zKI/AAAAAAAAIeo/_bHBUeNPNFg/s1600/2013-2014+basket.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="218" src="http://3.bp.blogspot.com/-cfsyXdBSIpw/Uku_TS70zKI/AAAAAAAAIeo/_bHBUeNPNFg/s320/2013-2014+basket.jpg" width="320" /></a>Karşıyaka, sezon öncesi katıldığı turnuvalarda gösterdiği performansla TBL'de yine ilk 6'da rahatça tutunabileceğini gösterdi. </div>
<div style="text-align: justify;">
Önce 13. Uluslararası Cevat Soydaş Basketbol Turnuvası`'nda Tofaş, Ted Kolejliler ve Mersin Büyükşehir Belediyespor'un önünde turnuvayı <a href="http://www.kskbasket.net/v2/component/content/article/56-2012-2013/1133-pinar-karsiyaka-zmire-kupa-ile-donuyor.html" target="_blank">şampiyon tamamladı</a>. Son olarak da Türk Telekom, Gaziantep Belediye ve Ted Kolejliler'in katıldığı Tansel Mıhçıoğlu turnuvasında <a href="http://www.tbf.org.tr/detay/2013/09/28/p%C4%B1nar-kar%C5%9F%C4%B1yaka-tansev-m%C4%B1h%C3%A7%C4%B1o%C4%9Flu-turnuvas%C4%B1-n%C4%B1n-%C5%9Fampiyonu" target="_blank">şampiyon olarak</a> geçtiğimiz 2 sezondur ligi altında tamamlayan takımları yine altına alacağını gösterdi. </div>
<div style="text-align: justify;">
Karşıyaka'nın hazırlık maçlarında yendiği takımlardan Türk Telekom'un kadrosunu Josh Shipp, Kerem Tunçeri, Ümit Sonkol, Luksa Andric ve Cemal Nalga gibi isimlerle takviye ederek iddialı sayılabilecek bir kadro kurduğunu ve Gaziantep ile Ted Kolejliler'in de bu iddialı kadroyu sezonun son hazırlık maçlarında yendiğini düşündüğümüzde bu takımların Türkiye Basketbol Ligi (TBL) sıralamasında Karşıyaka'ya rakip olamayacağı açık. Hazırlık maçlarını ölçü olarak almayıp kadro kalitesine de baktığımızda Karşıyaka bu takımları rahatça geçebilecek güçte. Belki bu sezon yepyeni bir kadro kuran Türk Telekom, oyuncuların uyum dönemini atlattıktan sonra bu takımlar arasından sıyrılabilir ama yine de Karşıyaka'yı geçebileceğini zannetmiyorum. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<a name='more'></a></div>
<div style="text-align: justify;">
Karşıyaka son 4 sezondur ligi ilk altıda tamamlayarak ilk altının gediklisi olduğunu kanıtlarken, geçen sezon Fenerbahçe ve Beşiktaş'ı da geçerek ilk 4'e kalması yukarısı için bir umut ışığı olmuştu. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Karşıyaka'nın geçen sezonki başarıyı tekrar yakalayıp yakalamayacağının göstergesi daha ciddi rakiplerle oynanan `Pınar Cup` olacaktı. Ama bu sezon takımın en önemli oyuncusu olacak `Esteban Batista`'nın Pınar Cup'ın ancak son maçına ancak yetişebilmesi ve diğer uzun oyuncu Mutlu Demir'in bu turnuvada hiç oynamaması pota altının zayıf kalmasına neden olmuştu</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Karşıyaka bu sezon büyük ihtimalle yine ligi ilk 6'da tamamlayacak ama geçen sezonki gibi ilk altı içinde 1-2 takımı altına alabilecek mi bunu göreceğiz. Kadro kalitelerine baktığımıza GS ve FB'nin ligi domine edeceğini ve ikisinden birinin şampiyon olacağını söyleyebiliriz. Efes, Banvit, BJK ve Karşıyaka da onların peşinden sıralamaya girmek için kapışacaklar. Türk Telekom da bunların arasına sızmaya çalışacak. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Karşıyaka'nın kadrosunu geçen sezon ile karşılaştırdığımızda bu sezonki kadro biraz daha ağır basıyor ama hem TBL'de hem Avrupa'da rakiplerin daha güçlü olduğunu göz önünde tuttuğumuzda kadrodaki bu iyileşmenin yeterli olmadığını söyleyebiliriz. </div>
<div style="text-align: justify;">
Geçen sezonki kadrodan Dixon ve Diebler, Soner Şentürk ve Onur Çalban takımda kalırken yine bir sürü oyuncu gitti, geldi. Takımın bu sezonki ilk transferi alt yapıdan Egemen Güven. Egemen Güven, geçen sezon kadroda yer almasına rağmen hiçbir maçta oynayamamıştı. Yaz döneminde 2013 FIBA U-18 Avrupa Şampiyonası'nda şampiyon olan kadroda yer alarak kamp dönemini iyi değerlendirdi ve bu sezon ve ilerisi için iyi sinyaller verdi. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
Pota altında Alade Aminu'nun yerine Esteban Batista alındı. Belki de Karşıyaka'nın bu sezonki kadrosunun geçen sezondan daha iyi olduğunu sağlayacak en önemli ve en olumlu değişiklik pota altında.<br />
Alade Aminu geçen sezon başarılı bir sezon geçirmesine rağmen, Eurocup ve TBL'de iddialı olacak bir takımın pivotu olabilecek bir oyuncu değil. Boyu uzun olmasına rağmen güçlü pivotlarla pota altında savaşacak bir kalıba sahip değil. Ne savunmada ne de hücumda içerde kapışmayı sevmeyen bir tarza sahip. Zaten geçen sezon da bunu hiç yapamıyordu. Sayılarının büyük bölümünü ikili oyun smaçlarıyla ya da alçak ve yüksek post'tan buluyordu. Esteban Batista ise hem NBA, hem de Eurolig tecrübesiyle bu yükü rahatlıkla kaldırabilecek bir oyuncu. Ufuk Sarıca'nın da dediği gibi Karşıyaka'ya gelmiş en kariyerli oyuncu. Hem savunmada hem de hücumda savaşmayı seven ve sayılarının büyük bölümünü pota altından bulan güçlü bir oyuncu.<br />
<br />
Her ne kadar Efes'te oynadığı son sezonda Türkiye'deki basketbol severler açısından pek iç açıcı performans sergileyemese de, bir önceki sezonda Ufuk Sarıca'lı Efes'te büyük işler yapmıştı.<br />
Batista'nın deneyiminin yanı sıra vurgulanabilecek diğer bir önemli özelliği; bir pivota göre çok hızlı olması. Ayaklarının çabukluğunu savunmada ve hücumda kullandığı zamanlarda çok etkili olan bir oyuncu. Hücumda; gerek pota altında gerekse de yüksek posttan aldığı toplarda büyük bir kısmı yavaş hareket eden pivotları rahatlıkla ekarte edebilecek bir çabukluğa sahip. <br />
Savunmada da sert oynamayı seven bir karaktere sahip olduğu için Karşıyaka seyircisinin çoşkusu da onu fazlasıyla motive edecektir. <br />
<br />
Batista'nın bu özellikleri nedeniyle Aminu'ya göre daha fazla etkili olacağını düşünüyorum. Bunun yanında Aminu'nun bir pivotun pota altında etkili olmasını sağlayan post-up yapma özelliği de yoktu. Post'up'ı Aminu'nun yerine sezon sonunda takımdan ayrılan Thomas yapıyordu. Batista'nın post-up yapma özelliği de mevcut. <br />
Esteban Batista'nın Aminu'ya göre en büyük eksiği ise yüksek post'tan şutunun olmaması. Bu eksikliği de Thomas'ın yerine alınan Leo Lyons ile giderilecek. Hatta Lyons dış şut kulanımında Aminu'dan çok daha fazlasını yapacaktır. Bu özelliği ile Thomas'tan boşalan yeri çok daha sağlam dolduracağı sinyalini vermiştir.<br />
Geçen sezon Bora Hun Paçun rakibin uzun oyuncularını savunmadaki sertliği ile yoruyor ve Aminu'ya dinlenme şansı sağlıyordu. Ama hücumda nerdeyse hiç etkili olamıyordu. Onun yerine Galatasaray'dan kiralanan Mutlu Demir orayı daha iyi dolduracak gibi gözüküyor. Mutlu Demir henüz kendini kanıtlayamasa da bu sezon fazla kilolarından kurtulmuş olarak gelerek takıma katkı sağlayacak gibi gözüküyor.<br />
Bu sezon Türk Telekom'u tercih eden Ümit Sonkol'un pozisyonu için düşünülen Barış Hersek için ise söz söylemek için erken gibi. Dış şutu kesinlike Ümit Sonkol kadar iyi değil. İçerde de pivot hareketleriyle sayı bulabilen bir oyuncu da değil. Eğer kendini biraz daha geliştirerek 2010-2011 sezonunda Antalya Belediye'de yaptığı katkıyı yaparsa hem kendisi hem de Karşıyaka için çok önemli bir oyuncu olabilir.<br />
<br />
Geçen sezonki kadrodan ayrılan Evren Büker, Caner Topaloğlu, Can Maxim Mutaf'ın yerine alınan Can Altıntığ, Yunus Sonsırma ve İnanç Koç'un eskileri aratmayacağı kesin ama onlardan daha fazla ne kadar katkı sağlayacağını birlikte göreceğiz. Takımdan ayrılan bu üçlüden Can Maxim'in takımda kalması hem takıma hem de kendi kariyerine büyük katkı sağlayacaktı ama O, iddiasız ama daha fazla süre alacağı bir takımı, Trabzonspor'u tercih etti.<br />
<br />
Sonuç olarak; bu sene yine iddialı ve son topa kadar savaşan bir takım izleyeceğiz. Takıma hangi oyuncu gelirse gelsin Ufuk Sarıca'nın varlığı, sürekli mücadele eden, koşan bir takımın garantisini veriyor. Karşıyaka seyircisinin istediği de tam olarak bu zaten. Yine Arena'yı dolduracağız, yine son topa kadar ayakta olacağız. <br />
<br />
<br /></div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-12893959489841281932013-09-27T06:44:00.003-07:002014-02-07T03:55:27.128-08:00Bir Devrimci Tutsağa Mektup<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<i>Not: Bu mektup Erol Hanbayat'a gönderilmiştir ama Gezi Direnişi sırasında mahpus olan ve dışardan gelen haberleri duydukça içi içine sığmayan tüm devrimcilere yazılmıştır.</i><br />
<br />
Merhaba Erol,</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-cwKP_wA5ovA/UkWQHs3sdYI/AAAAAAAAIeA/i8C-0F6F5tk/s1600/izmir.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-cwKP_wA5ovA/UkWQHs3sdYI/AAAAAAAAIeA/i8C-0F6F5tk/s320/izmir.jpg" height="212" width="320" /></a>Sana daha önce yazmak istedim ama
yazmaya karar verdiğim dönemde çok önemli şeyler yaşadık burada. Senin de
bilmek isteyeceğin, bilip de ayrıntılarını merak ettiğin şeyler. Belki onlardan
da bahsederim diye bekledim. Ama beklemekle olmuyormuş. Bekle bekle bitmedi.
İyi ki bitmedi. Belki de hiç bitmeyecek bir serüvenin sonunu beklememek
gerekiyormuş, onu anladım.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Sen kaç senedir İzmir’desin
bilmiyorum ama ben 25 senedir İzmir’de yaşamama rağmen ben böyle bir yaz
mevsimi yaşamadım burada. Biliyorum ki sadece İzmir değil, Ankara, İstanbul,
Antakya, Adana ve tüm memleket böyle bir yaz mevsimi yaşamamıştır.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a name='more'></a>Sen hiç Haziran ayında İzmir’de
çiçek açtığını gördün mü? Ben görmemiştim, ta ki bu seneye kadar. İzmir’in en
işlek meydanları, sokakları çiçeklenivermişti birden bire. Hem de ne çiçek.
Yeryüzünün bütün renkleri bir arada. Betonların, kaldırım taşlarının arasından fışkırıyordu çiçekler. Biz kaldırım taşlarını kaldırdıkça çiçeklerin coşkusu
artıyordu. Yani anlayacağın yeniden bahar geldi memleketimize. Daha önce herkesin
yüzünde okunan umutsuzluk, bıkkınlık yerini coşkuya, geleceğe dair umuda
bırakmıştı. Herkesin yüzü gülüyordu. Böyle bir Haziran görülmemiştir.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
İzmir’in önceki senelerde
bunaltan Haziran, Temmuz sıcağı gitmiş, yerine İzmir’in sokaklarına nefes
aldıran tatlı bir rüzgâr gelmişti. Rüzgârın nereden estiğini biliyorduk da bizi
nereye götüreceğini bilmiyorduk. Hoş, bilmemiz çok da önemli değil hani. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="text-align: left;">Bakma geçmiş zamandan
bahsediyormuş gibi yazdığıma. O hava </span><span style="text-align: left;">hâla </span><span style="text-align: left;">devam ediyor. Haziran geçti, Temmuz,
Ağustos geçti. Güz geldi, Eylül ayı başladı hâlâ</span><span style="text-align: left;"> devam ediyor bahar havası.
Muhtemelen siz de aramızda olduğunuzda devam edecek baharın coşkusu, heyecanı.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-u53SsFpdiVI/UkWSM-cG9FI/AAAAAAAAIeY/iBQ4eFMQG4s/s1600/izmir-taksim-gezi-parki-ana64.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-u53SsFpdiVI/UkWSM-cG9FI/AAAAAAAAIeY/iBQ4eFMQG4s/s320/izmir-taksim-gezi-parki-ana64.jpg" height="172" width="320" /></a>Elbette bu coşkuyu, mutluluğu
engellemeye çalışanlar da olacaktı. Özlediğimiz baharın yeniden gelmesini,
çiçeklerin sokakları doldurmasını hazmedemeyenler de olacaktı, oldu da.
Koparıverdiler birkaç çiçeği yerlerinden. Soluverdi birkaç çiçeğimiz. Ama
çiçekte tohum biter miydi hiç? Onlar çiçekleri kopardıkça çiçeklerden dökülen
tohumlar toprağa düştü. Can oldu tohumlar. Yüzlerce, binlerce çiçeğe döndü
yine. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Çektirdiğiniz fotoğrafları
gördüm. İnternetten arkadaşlar paylaşmış. Hepinizin gözleri ışıl ışıl.
Anlaşılan dışarının bahar havası sizi de etkisine almış. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Seni en son nerede gördüğümü
hatırlamıyorum ama dışarı çıktığında seni bir daha ilk nerede göreceğimi çok iyi
biliyorum. Sokakları dolduran, rengarenk açan çiçeklerin arasında olacaksın,
biliyorum.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Arkadaşların, senin hepinizin
keyfi ve sağlık durumunuz yerindedir. İlk duruşmanız 2
Ekim’deymiş. Umarım ilk duruşmada dışarıya çıkarsınız tekrar ve bu mektuba
cevap yazacak vaktin olmaz.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Oradaki tüm dostlara selamlar.</div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
Görüşeceğiz. </div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-69725164599757694832013-08-12T05:33:00.000-07:002013-08-12T05:54:11.358-07:00İspanya İç Savaşı'nda Fas Sorunu'nu görmezden gelemeyen bir devrimci: Pierre Besnard<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div>
<b>İber Yarımadası'nda Devrim ve İç Savaş- 3</b></div>
<div>
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEheF3FwLZmLOtcWcW4-mafweZ9B7oWvB5CmXhYI1QRCOEoMjzsQT2rqjm3sUoEEEUf-uK3RQXIdoM5W1c40nSgjIAdqau78Dw8c4DsBJlEHKVsKIvNw2Z0195C_M7IHxEA6O2jHM5dxQWk/s1600/besnard%5B1%5D.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEheF3FwLZmLOtcWcW4-mafweZ9B7oWvB5CmXhYI1QRCOEoMjzsQT2rqjm3sUoEEEUf-uK3RQXIdoM5W1c40nSgjIAdqau78Dw8c4DsBJlEHKVsKIvNw2Z0195C_M7IHxEA6O2jHM5dxQWk/s320/besnard%5B1%5D.jpg" width="243" /></a>1930'lu yıllarda The International Workers' Association'ın (Uluslararası İşçi Birliği) Genel sekreterliğini yapan Fransız sendikacı, daha doğru tabirle Anarko-Sendikalist. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
CNT'nin de üyesi olduğu birliğin İspanya'da yaşanan devrimci süreci incelemek üzere İspanya'ya gönderdiği Besnard, anarşistlere Paris komünarlarının düştüğü hatayı düşmemeleri ve para ihtiyacı için Ulusal Hazineden yararlanmaları tavsiyelerinde bulunur. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Besnard'ın bu önerisinin yanında asıl dikkate alınması gereken ancak sosyalist ve anarşistlerce de sümen altı edilen çok önemli bir tespiti daha vardır: </div>
<div style="text-align: justify;">
Olası bir İspanya Devrimi'ni gerçekleştirecek öneri listesinde, Portekiz'de ve Fas'ta da bir ayaklanma yapılması teklifi vardır.<br />
<a name='more'></a></div>
<div style="text-align: justify;">
General Franco'nun görev yaptığı ve İspanya'nın sömürgelerinden biri olan Fas'ta ve Franco'yu açıkça desteklediğini açıklayan Salazar diktatörlüğünün yönettiği Portekiz'de başlatılacak ayaklanmaların faşistleri arkadan vuracağını üstüne basa basa anarşist ve sosyalist dostlarına söylemesine rağmen pek de sıcak karşılanmayan önerileri ile birlikte İspanya'dan umutsuzca ayrılmıştır. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kendi ülkelerinde devrimci bir durum yaratmak için varını yoğunu ortaya koyan İspanya'daki anarşistler ve sosyalistler, kısa bir süre de olsa iktidarda bulunmalarına rağmen, kendi sömürgeleri olan Fas sorunu ile ilgilenmemişler ve Fas'ın kendi kaderini tayin hakkını açıkça görmezden gelmişlerdir. Fas'ın bu durumunu gören Franco, Fas sorununu Cumhuriyetçilere karşı bir silaha dönüştürmüş ve Cumhuriyetçileri Fas'tan getirdiği Faslılarla dize getirmiştir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-74YKcyG1sIo/UgjG86BFNrI/AAAAAAAAHMY/jeGFQwj5Rhw/s1600/besnardCover.GIF" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://2.bp.blogspot.com/-74YKcyG1sIo/UgjG86BFNrI/AAAAAAAAHMY/jeGFQwj5Rhw/s320/besnardCover.GIF" width="223" /></a>Fas sorunu, sadece o dönemin sosyalistlerinin ve anarşistlerinin değil, İspanya İç Savaşı ile ilgili yazan, çizen ve iki kelam eden herkesin atladığı ulusal bir meseledir. İspanya İç Savaşı gündeme geldiğinde, sadece Franco'nun Fas'tan getirdiği askerler meselesi ile Fas konusuna değinilir ve Fas sorunu da bir çok ulusal sorun gibi görmezden gelinir. Franco'nun devrimcilere karşı kullandığı Faslılar İspanya İç Savaşı'nda önemli bir yer edinmesine rağmen Franco'nun katliam emirlerini sadece Faslıların uyguladığı yanılgısı da hakim görüşlerden birisidir. İspanya Devrimi ve İç Savaşı ile ilgili önemli kaynaklardan biri olan "Libertarias" filminde bile, devrimcileri katleden, boğazını kesen, onlara tecavüz eden sadece Faslılarmış gibi gösterilir.<br />
Besnard'ın Fas Sorunu'na yaklaşımı, bütün sömürgeci ülkelerdeki ulusal meselelere ışık tutacak öneriler barındırıyor. Bir başka ulusu boyunduruğu altında tutarak, onun toprağını işgal ederek sömürgeci konumunda olan bir ülkede gerçekleştirilecek bir demokrasi mücadelesi, ezilen ulusun kurtuluş taleplerini de içermiyorsa başarısız olmaya mahkûmdur. Marx'ın da "Bir başkasını ezen ulus özgür olamaz" şeklinde özetlediği bu yaklaşım; İngiltere'deki demokrasi sorunu ile İrlanda'nın ulusal sorununun, Türkiye işçi sınıfının kurtuluşu ile Kürt sorununun birlikte ele alınmasını gerektiğinin ipuçlarını sunar. Tıpkı Fas Sorunu'nu, Bask, Katalonya ulusal sorunlarını çözemeyen İspanyol devrimcilerinin kendi ülkelerinde devrimi gerçekleştirememesi gibi. <br />
Besnard, İspanya İç Savaşı ile ilgili uygulanmayan fikirleriyle hafızalarda yer edinmesi gereken bir figür olarak hatırlanmayı hak ediyor. </div>
<div style="text-align: justify;">
Besnard'ın ayrıca 1938 yılında yayınlanmış ve henüz Türkçe'ye çevrilmemiş "L'éthique Du Syndicalisme" adlı bir kitabı vardır.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Yoldaş Pançuni(2012)</b></div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-45527874014269269482013-08-06T05:18:00.000-07:002013-08-13T01:24:37.043-07:00Merkezi Milis Komitesi<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<table cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: right; margin-left: 1em; text-align: right;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="http://4.bp.blogspot.com/-moyE4Fn5VGs/UgDpGUVtIZI/AAAAAAAAHMA/L9Lwnjd4-TM/s1600/Ads%C4%B1z.png" imageanchor="1" style="clear: right; margin-bottom: 1em; margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="320" src="http://4.bp.blogspot.com/-moyE4Fn5VGs/UgDpGUVtIZI/AAAAAAAAHMA/L9Lwnjd4-TM/s320/Ads%C4%B1z.png" width="227" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="background-color: black; color: white;">Emekçi!<br />Demir Sütun'a katılman Devrim'i güçlendirecek</span></td></tr>
</tbody></table>
<div style="text-align: justify;">
<b style="text-align: left;">İber Yarımadası'nda Devrim ve İç Savaş- 2</b><br />
İspanya İç Savaşı sırasında Barcelona'da ortaya çıkan ikili iktidar sorununu ortadan kaldırmak için Katalonya'daki bütün örgütlerin ortak kararıyla kurulan bir halk örgütlenmesidir Merkezi Milis Komitesi. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
16 şubat 1936'da yapılan seçimleri Halk Cephesi'nin kazanmasını hazmedemeyen İspanya'nın kodamanları, faşist orduyu harekete geçirerek 19 temmuz 1936'da bir darbe girişiminde bulunur. Bu darbe girişimine karşı hem Merkezi hükümet hem de Katalan hükümeti (Generalitat) etkisiz kalınca, Kralcılara karşı Cumhuriyet'i korumak yine halka kalmıştır. Kışlaları basıp ele geçirdikleri silahlarla faşistleri püskürten halk, kendi komitelerini kurarak tüm Barcelona'yı fiilen yönetmeye başladı. </div>
<div style="text-align: justify;">
bir yandan adı var kendi yok Generalitat, diğer yandan kışlalardan hastanelere, fabrikalardan sokaklara kadar iktidarı elinde bulunduran komiteler, Katalonya'da bir ikili iktidar durumu ortaya çıkarmıştı. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<a name='more'></a>Kralcılara karşı Halk Cephesi'ni zayıflatacak bu durumu ortadan kaldırmaya yönelik Generalitat başkanı Lluis Companys ve diğer örgütlerin görüşmeleri sonucu bir halk örgütlenmesi olarak Merkezi Milis Komitesi kuruldu. </div>
<div style="text-align: justify;">
Komitenin içinde CNT, UGT, FAI, Sosyalist Parti, Esquerro Republicana (Companys’in partisi), POUM ve liberal cumhuriyetçi parti Union Republicana vardı. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Sembolik de olsa Generalitat'ın varlığını hala sürdürdüğü Katalonya'da yaşamın her alanı, Merkezi Milis Komitesi'ne bağlı komiteler aracılığıyla yönetiliyor, kollektifleştirmeler hızla devam ediyordu. Sonraki günlerde İspanya'da yaşananlara seyirci kalmak istemeyen SSCB'nin devreye girmesi, Barcelona'da yaşanan devrimin Madrid'teki Merkezi Hükümeti rahatsız etmesi, CNT ve UGT gibi kitlesel işçi örgütlerinin geri adım atması ve faşist güçlerin saldırılarının bahane edilmesi ile Merkezi Milis Komitesi dağıtılarak Katalonya'daki yönetim, tekrar Madrid'teki Merkezi Hükümete bağlandı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bugün "İspanya İç Savaşı" diye konuştuğumuz dönemin bir devrimle taçlandırılmamasının sebeplerinden biridir Merkezi Milis Komitesi'nin dağıtılması. Merkezi Milis Komitesi dağıtıldıktan sonra artık devrim hedefi ertelenmiş, mesele sadece Cuntacılara karşı cumhuriyeti kurtarmaya indirgenmiştir.<br />
<br />
Yoldaş Pançuni (2013)</div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-18720747238516683512013-07-05T04:38:00.000-07:002014-09-23T07:26:46.917-07:00Darbeyle Yarım Kalan Bir Devrim Daha: Mısır<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: justify;">
27 mayıs 1960 Darbesi'ni beğenenler bunu da beğendi.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-TVBGKQTMk9Q/Udav2vQBQLI/AAAAAAAAHJY/XjC7k0-ZSag/s767/misirdarbe2.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: justify;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-TVBGKQTMk9Q/Udav2vQBQLI/AAAAAAAAHJY/XjC7k0-ZSag/s320/misirdarbe2.jpg" height="200" width="320" /></a><br />
<div style="text-align: justify;">
Her ikisine alkış tutanlar olduğu gibi, elbette ki her ikisini beğenmeyenler de var. Ve her ikisini beğenmeyenler de ikiye ayrılıyorlar:</div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
Birinci gruptakiler; seçimle iktidara geldi diye <b>Menderes</b>, <b>Mursi</b> ve hiç kuşkusuz <b>Tayyip Erdoğan</b> iktidarlarını halk iktidarı zannedip bunlardan medet umanlar.</div>
<div style="text-align: justify;">
İkinci gruptakiler ise; halkın seçim hakkına saygı duymakla birlikte, gerçek halk iktidarının halkın kendi örgütleriyle kendi kendini yönetmesi olduğuna inanıp, hem Menderes ve Mursi'ye hem de askeri darbelere karşı çıkanlar.</div>
<div style="text-align: justify;">
Bu ikinci gruptakiler Mübarek karşıtı gösterilerde de "halk kendi kendini yönetmek istiyor" diye heyecanlanmıştı, "Mursi'yi de istemiyoruz" diye milyonlar sokağa döküldüğünde de.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<a name='more'></a><div style="text-align: justify;">
Ama halkın büyük çoğunluğu, kendi öz örgütleri olmadığı için başkalarından medet ummaya devam ediyor. Mursi iktidarını tarumar etmek için Tahrir'i dolduranlar kendilerine güvenmiyor olacak ki; <b>Mısır Genelkurmay Başkanı El Sissi</b> meydanda da canlı yayınlanan açıklamasında yönetime el koyduklarını söylediğinde Tahrir daha önce hiç görmediği bir coşkuya ev sahipliği yaptı.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Halk ayaklanmalarının kaderi böyledir. Başladığın bir işi sonuna kadar götüremedin mi, ayaklanmayı bir devrimle, gerçek bir iktidar değişikliği ile taçlandıramadın mı, senin yerine ülkeyi yönetmek isteyenler illa ki çıkacaktır. Devrimi yarım bırakırsan, eskisinden daha gerici bir yönetimle yüz yüze kalacaksın demektir.</div>
<div style="text-align: justify;">
Halkın yerine ülkeyi yönetmek isteyenler de genelde ordu içinden çıkar. Ordu, bazen ülkenin öz evlatları kılığında, bazen de anti-emperyalist sosuna bulanmış şekilde bizim yerimize iktidar olurlar. Mısır'da olan biten budur.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Mısır Devrimi mi?</b></div>
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjGP4zPNiJTtQSV3UMybo9mJU4ikoNi-VFFVWIu5-wVUWHSVl2Hr84Zhpgp95a6bY75fTFtfc65uItvVyv7SAzAMQHxFvAwoketwDIjrjdz9PV4IpnvzBXQqV99BWmbKWw0_9_YkX1rJwc/s420/tahrir.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: justify;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjGP4zPNiJTtQSV3UMybo9mJU4ikoNi-VFFVWIu5-wVUWHSVl2Hr84Zhpgp95a6bY75fTFtfc65uItvVyv7SAzAMQHxFvAwoketwDIjrjdz9PV4IpnvzBXQqV99BWmbKWw0_9_YkX1rJwc/s320/tahrir.jpg" height="221" width="320" /></a><br />
<div style="text-align: justify;">
Nasıl ki Hüsnü Mübarek devrildiğinde bir devrimden söz etmek mümkün değilse, Mursi'nin devrilme hikayesi de bir devrim değildir. İkisine veyahut ikisinden birine devrim demek devrimin içini boşaltmaktan başka bir işlev görmez. Devrim dediğimiz şey basit bir iktidar değişikliği değildir, askerin yönetime el koyması ise hiç değildir. Devrim, var olan düzenin bütün kurumlarıyla alaşağı edilip yerine sınıf egemenliğinin olmadığı ve herhangi bir sınıfın, zümrenin diğerlerini sömürmediği bir düzenin kurulmasıdır. Eğer ki farklı çıkar grupları arasındaki çekişmelerde yaşanan iktidar değişikliklerine devrim diyorsanız, Türkiye'de en büyük devrimi AKP'nin yaptığını da peşinen kabul etmiş oluyorsunuz. AKP iktidarı 2002'den bu yana bütün kamu kuruluşlarının, yargı organlarının, ordunun ve hatta tüm sosyal eve ekonomik düzeninin niteliğini kendi çıkarlarına göre değiştiriyor. 27 Mayıs'a devrim diyebilecek midesi olanlar, AKP'nin devrimine de dolaylı yollardan göz kırpıyor demektir.</div>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Halkın yerine herhangi bir çıkar grubunun iktidarı devralmasının adı bellidir: Darbe. Halk adına iktidarı devralan grup, ister bir burjuva partisi olsun, ister komünist parti. İster ordu olsun, isterse başka bir zümre. Darbe darbedir. Komünist parti darbe yaptıktan sonra iktidarı halkın kendi öz örgütlerine teslim etmiyorsa en iyi ihtimalle SSCB'nin bir süre sonra büründüğü gibi, kızıla boyanmış bürokratik bir aygıta dönüşür.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Bonapart olmadan Bonapartizm Olur Mu?</b></div>
<div style="text-align: justify;">
Mısır'da son birkaç yıldır olan bitenden yola çıkarak son askeri darbeyle birlikte Mısır'da yönetimin Bonapartizm'e evrildiğini iddia edenler var.</div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://gercekgazetesi.net/akdeniz-dunya-devriminin-yeni-havzasi/misirda-bonapartist-darbe">http://gercekgazetesi.net/akdeniz-dunya-devriminin-yeni-havzasi/misirda-bonapartist-darbe</a></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İktidara talip iki kesimin birbiri ile yenişememesi ve yenişememe krizine hakim sınıflar adına ordunun el koyması durumu Mısır'ı Bonapartizm'e çok benzeştirse de çok önemli bir ayrıntı gözden kaçıyor. Esasen Bonapartizm dediğimiz yönetim şekli, bir "şahsi yönetim" biçimidir. İktidara talip taraflardan azade olduğunu iddia eden karizmatik bir lider, bir süre sonra bu iki hakim sınıfı birleştirici rol oynayarak egemenlerin nihai çıkarlarına hizmet eder. Bu şahsi rejim, ilk dönemler hakim sınıfın denetiminden kurtulup özerk bir siyasal rol üstlenmesine rağmen, Bonapartizmin tarihsel işlevi siyasal zemini iktisaden güçlü sınıfın siyasal iktidarına hazırlamaktan ibarettir; bir bakıma burjuva çağının bir ürünü olan Bonapartist rejimler burjuvazinin çöpçüsüdürler.</div>
<div style="text-align: justify;">
Şu anda Mısır'da bir Bonapart gözükmüyor. Ama olmayacağı anlamına gelmez. Adaylar elbette vardır. Mısır'ı çok yakından takip edenler bu adayları gözlerinin önüne getirmişlerdir belki. Benim takip edebildiğim kadarıyla Bonapart olmaya en büyük aday <b>El Baradey</b>.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Sonuç olarak; Mısır'da bir devrim değil, darbe olduğu yeterince vurgulandıktan sonra son sözü söyleyebiliriz:</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Evet Mursi gitmeliydi ama bu şekilde değil.</div>
<br />
<b>Yoldaş Pançuni (2013)</b></div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-41400524066308661022013-02-14T00:17:00.003-08:002013-04-15T22:57:00.194-07:00Kadir İnanır'dan Tatar Ramazan Çıkışı<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-1CeCE-oya3Q/URycY6Voa-I/AAAAAAAAGsg/KvbW1ZZAMD0/s1600/images+%25281%2529.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-1CeCE-oya3Q/URycY6Voa-I/AAAAAAAAGsg/KvbW1ZZAMD0/s1600/images+%25281%2529.jpg" /></a>11 Şubat'ta Radikal'de yayımlanan Ezgi Başaran'ın yaptığı röportajını dikkatle, heyecanla ve şaşırarak izledim. </div>
<div style="text-align: justify;">
Neden şaşırdım? Kadir İnanır'ın çok sağlam politik filmlerde oynadığını biliyordum (Tatar Ramazan'ı haybeye izlemedik) ama bu politik filmleri dönemin siyasal atmosferine falan bağlardım hep. Öyle çok örnek var çünkü. Açıkçası, O'nun bu kadar politik olduğunu bilmiyordum. Bu da benim ayıbım olsun. </div>
<div style="text-align: justify;">
Üstelik anlatmak istediklerini o kadar net, yalın bir dille anlatmış ki; sorunun kaynağını anlamak istemeyenlere daha nasıl anlatılabilir diye de düşünmeye başladım. </div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<span style="text-align: justify;"></span><br />
<a name='more'></a>"..eğer sen hakların özgürlüğü ve kardeşliği diye bir vicdana sahipsen, kazandığımız her şeyi adilce bölüşelim diye demokratik yapıdan yanaysan, Kürtlere hakkını vereceksin. Bu siyasal bir konudur.."<br />
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu röportajdan sonra Kadir İnanır'a 2 ayrı cepheden saldıranlar olacak. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İlk gruptakiler; bildiğin su katılmamış faşistler: </div>
<div style="text-align: justify;">
Sen bebek katilini nasıl översin, O'nu "feodal yapıya karşı bölge halkını özgürlüğe kavuşturmak için dağlara çıkan adam" diye nasıl kahramanlaştırırsın, diyecekler. Bu gruptakiler "bir Türk daha- üstelik bizim Kadir babamız- Kürtlerin hakkını verelim dedi" diye çıldıracak ve ağızlarından irin saçarak aynı teraneleri okuyacaklar.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
İkinci gruptakiler ise; "sol komünizm çocukluk hastalığı" depreşenler. </div>
<div style="text-align: justify;">
Bunlar; herhangi bir sorunun çözümünü çok uzaklara havale edip küçük ama önemli gelişmeleri küçümserler. Küçümsedikleri gelişmelerde ise, kendi çözümüne uymadığı için eleştirecek bir şeyler de mutlaka bulurlar. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bunlar arasında; "Kadir İnanır'a AKP'den veya başka bir yerden Öcalan ile ilgili algıyı değiştirmemiz gerek, konuşma sırası sende diye talimat gitmiştir." diyeni mi ararsın, yoksa "Ahmet Kaya'ya çatal-bıçak fırlatılırken neredeydin, şimdi mi aklına geldi" diyeni mi. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu ikinci gruptakiler birinci gruptakilerle, yani faşistlerle aynı kefeye sokulmasalar da neticede aynı madalyonun iki yüzünden biri oluyorlar. Biri hiç çözüm istemediği için çözümü engellerken, diğeri de çözüm isterken çözüm için atılan adımları baltalıyor. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kürt sorununun nasıl çözüleceği ile ilgili "oraya 2 tane daha fabrika yapalım"dan "ayrı devlet"e kadar milyon tane çözüm önerisi ortaya konulabilir, tartışılabilir. Bence, gerçekten çözüm isteniyorsa bu çözüm önerilerinin hepsinde, Kürtlerin yaşadığı haksızlıklar ve sorunun kabul edilmesi için Türkiye'de bir algı değişikliği çalışması olmalı. Bu algı değişikliği çalışmasında da farklı yöntemler denenebilir, tartışılabilir. Bir yandan; Türklerle Kürtlerin aynı emek örgütlerinde, aynı mahalle derneklerinde, aynı sendikada daha fazla örgütlenmesini ve ortak mücadeleler örmesini sağlamak için daha fazla çaba harcanırken, diğer yandan herkesin sevdiği sanatçıları bu konu ile ilgili konuşturmak, sinemacılara film yaptırmak da olabilir.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div>
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-xj9Ho90bilA/URycY3kMVYI/AAAAAAAAGsY/wUBhZmLIfqc/s1600/Kadir+%C4%B0nan%C4%B1r.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-xj9Ho90bilA/URycY3kMVYI/AAAAAAAAGsY/wUBhZmLIfqc/s1600/Kadir+%C4%B0nan%C4%B1r.jpg" /></a></div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
Kadir İnanır röportajını da bu açıdan değerlendirmek daha akıl <span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">k</span>â<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">rı olur. </span>Kadir İnanır'dan sorunu çözmesini beklemediğimiz gibi, sorunu bütün detaylarıyla ortaya koymasını ve "budur" demesini beklemek de safdillik olur. O, bu topraklarda sanatçıların, aydınların çoğunluğunun söyleyemediklerini veya söylemediklerini söylemiştir. O, bir sanatçı olarak kendi elinden geleni yapmış ve taş olmuş vicdanlara seslenmiştir. <br />
Kadir İnanır'ı AKP'nin konuşturduğunu iddia edenlere röportajın şu bölümünü tekrar tekrar okumalarını salık veririm: </div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<b>"Ezgi Başaran: </b>Eğer Kürt sorunu hakkıyla çözülürse AK Parti'ye oy verir misiniz?</div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Kadir İnanır:</b> Bir partiye oy verirken bütüne bakarsınız. Bu sorunu çözerse AK Parti'yi alkışlarım ama bazı sorularımın cevaplarını da ararım. Vergi ödemeyen, bir anda ortaya çıkan zenginler kimdir? Hiçbir dönemde böylesi bir yapılaşmayı böyle agresif biçimde görmedik. Bunların da hesabını sormak bir vatandaş olarak hakkımız."</div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
Nitekim Kadir İnanır röportajı iyi olmuş. Kadir İnanır söylediklerinin altını doldurarak gerçekten iyi konuşmuş.<br />
Ezgi Başaran kendi isteğiyle mi yaptı bu röportajı yoksa talimatla mı yaptı bilmiyorum ama röportajın sonunda hayatının ayarını yemiş.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
"<b>Ezgi Başaran:</b> ama bunun kriteri zor ve neoliberal politikaya aykırı değil mi?</div>
<div style="text-align: justify;">
<b>Kadir İnanır:</b> bravo Ezgi Başaran..Bugün çok liberal gününüzdesiniz herhalde. Üstelik bu yaşta.."</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
"üstelik bu yaşta" diyerek "20'sinde komünist olmayanın kalbi, 40'ında liberal olmayanın beyni yoktur" diyenlere de tokadı çakmıştır Kadir Baba.</div>
</div>
<div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
</div>
<div style="text-align: justify;">
Röportajı okumak isteyenlere linkini de verelim:</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<a href="http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1120818&CategoryID=97">http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1120818&CategoryID=97</a><br />
<br />
<b>Yoldaş Pançuni (2013)</b></div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-84554326656401088592013-02-06T23:29:00.001-08:002013-02-28T03:47:19.718-08:00En Sevilen Öğretmenin Ölmesi<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div>
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjXyigs_bceiOUkuW46JXgnyK5MBDSyt4Qi_QDJ_GEQgIkcA1K6E-xHqhj3pJ24X1qTy90EHIIAiP9WT0a8nHyLF-zyToy7tzi22u7N6VKgqlDrSKxCAjVSqUDNf8rcMmsKwLCqqFRlDwU/s1600/18982_10151285107781026_2008673311_n.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="210" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjXyigs_bceiOUkuW46JXgnyK5MBDSyt4Qi_QDJ_GEQgIkcA1K6E-xHqhj3pJ24X1qTy90EHIIAiP9WT0a8nHyLF-zyToy7tzi22u7N6VKgqlDrSKxCAjVSqUDNf8rcMmsKwLCqqFRlDwU/s320/18982_10151285107781026_2008673311_n.jpg" width="320" /></a>Bir annenin, bir arkadaşın, bir yoldaşın ölmesi kadar acı verendir. </div>
<br />
Evet, bir anne kadar değerli bir öğretmen. <br />
Eğer ki bu öğretmen; bir kişinin eğitim hayatına olduğu kadar, kişi olarak O'nu var eden temel özelliklerinin oluşmasına da olumlu bir şekilde etki edebiliyorsa anne kadar değerli olmayı hak ediyordur. <br />
Eğer ki bir insan, o öğretmeni ile temas halinde olduğu dönemlere bakıp orada kendi kişisel tarihinin önemli dönüm noktalarını, hayatının çok değerli detaylarını görebiliyorsa o öğretmen bir arkadaş kadar değerlidir. <br />
<br />
<a name='more'></a>O'nu adım adım, gün gün takip ederek daha 14 yaşında kuruluşundan haberdar olduğumuz Eğitim-Sen'in ne zorluklarla, hangi engeller aşılarak kurulduğunu O'nunla gördük, öğrendik. Ve yıllar sonra eski öğretmen-öğrenci, yeni yoldaş hep birlikte aynı sendikada olmanın, aynı kortejde yan yana yürümenin mutluluğunu paylaştık.<br />
<br />
Sadece bir kişinin değil, birçok öğrencinin hayatına nüfuz etmiş ve hatırlanmayı, tekrar tekrar hatırlatılmayı hak eden bir öğretmen, sadece yüzlercesine İngilizceyi sevdiren değil, ailemizin eksik bıraktığı şeyleri tamamlayan bir Hoca idi. Ailelerimizin korktukları için uzak durmamızı istediği ve öğretmediği şeyler, onun ders sonlarında kulağımıza kar suyu olarak kaçırdıklarıydı. Torpilden, adam kayırmadan uzak durmayı, kartvizite itibar etmemeyi ondan öğrendik. <br />
<br />
Birçok öğretmen, zorunlu olarak geldiği okulumuzdan bir an önce ayrılmak için can atarken, o zorla gönderilmişti okulumuzdan. Bir İngilizce öğretmenine "ikisi de dil ne olacak" gerekçesiyle Türkçe dersi verdirilmeye çalışıldığını gördük. Ve O'nun bu duruma karşı direnişini ve okuldan ayrılmak zorunda bırakılışını.<br />
<br />
Çok değerli kadınların aramızdan ayrıldığı bir zamanda ayrıldı yanı başımızdan.<br />
<div>
"Yiğit ve güzel kadınlar ardısıra mı gider?" dedik hep birlikte ve uğurladık unutulmayan diğerlerinin yanına, sonsuzluğa. <br />
<br />
Ölüm sana yakışmadı Ferah Hoca!<br />
<div>
<br /></div>
<div>
<b>(Ocak 2013)</b></div>
</div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-68066446021360220702013-02-03T23:57:00.001-08:002015-09-24T12:43:25.399-07:00Karşıyaka Kataja Eurochallenge Cup Maçı<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<b>(Unutulmaz Maçlar -5)</b><br />
<br />
29 Ocak 2013'de Karşıyaka Arena'da oynanan bu maçı blog'a taşımamın birkaç sebebi var aslında.<br />
<br />
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-NfKk5kw_RQw/UQ9pA_mIofI/AAAAAAAAGrw/pdtfNsavpYY/s1600/kataja1.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="128" src="http://3.bp.blogspot.com/-NfKk5kw_RQw/UQ9pA_mIofI/AAAAAAAAGrw/pdtfNsavpYY/s320/kataja1.jpg" width="320" /></a>Asıl ve en önemli sebebi, bu maç yeğenim Eren ile birlikte gittiğim ilk basketbol maçıdır ve benim için "Unutulmaz Maçlar" arasına girmeyi hak etmiştir. Eren'in de yıllar sonra hatırlayıp anlatacağı bir maç olacağından da eminim. Eren ile daha önce birlikte defalarca futbol maçına gitmiş olmamıza ve kendisi şimdiden (14 yaşında) Karşıyaka fanatiği olmasına rağmen, henüz basketbol maçına gidememiştik. İnsanlarla futbol dışında bir şey konuşamayan, sporu futbol zanneden birisi olmasını istemediğim yeğenimin basketbol topunu eline alalı 3-4 yıl olmuştu ve topu elinden bırakmadığı şu günlerde bir basketbol maçı için tam vakitti.<br />
<a name='more'></a>Blog'umda bu maça yer vermemin diğer sebebi de, daha önce yayınladığım 4 tane futbol maçı yazısı olmasına rağmen hiç basketbol yazısı yazmamıştım. Yani yukarıda belirttiğim sporu sadece futbol zanneden kitlenin içinde olmadığımı bildiğim halde onlar gibi davranmak istemiyordum.<br />
<br />
Diğer sebebim ise, Karşıyaka'nın hem ligde, hem Türkiye Kupası'nda hem de Avrupa'da fırtınalar estirdiği ve her iç kupaya da talip olduğu bir sezonda bu başarıyı paylaşmak istiyor olmam.<br />
<br />
Maça gelince; her ne kadar oyununu tabelaya istatistik olarak yansıtamasa da bence maçın en kilit oyuncularından biri <a href="http://beta.eksisozluk.com/?q=soner+%c5%9fent%c3%bcrk">Soner Şentürk</a>'tü. Dixon'ın 16-4'lik seride attığı 12 sayıdan sonra özellikle savunmada gevşemeye başladığı ve rakibin farkı kapattığı anlarda Ufuk Sarıca çok doğru bir hamle yaparak Dixon'ı kenara alarak uzun bir süre oyun kuruculuk görevini Soner Şentürk'e bıraktı. Soner de bu görevi layıkıyla yerine getirdi. ancak potaya gitme ve şut atma konusunda özgüvenini arttırması gerekir. zira 21 dakika sahada kaldığı ve hemen her hücumda topun eline değdiği bir maçta toplam 3 sayı atması yeterli değil. yaptığı 5 asist ise iyi bir istatistik olarak skora yansıdı.<br />
<br />
<a href="http://beta.eksisozluk.com/?q=robert+dixon">Robert Dixon</a>, daha sonra oyuna tekrar girerek çok kritik üçlüklerle rakibin farkı kapatmasına izin vermedi ve maçı 28 sayı ile tamamladı. yaptığı sadece 1 asist istatistiği ise ufuk sarıca'nın onu neden uzun bir süre kenarda beklettiğinin göstergesi. <br />
<br />
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-9rgJuqz7dVc/UQ9pA06bQ9I/AAAAAAAAGr0/NtWfzRIkDcQ/s1600/kataja.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-9rgJuqz7dVc/UQ9pA06bQ9I/AAAAAAAAGr0/NtWfzRIkDcQ/s1600/kataja.jpg" /></a>Soner Şentürk'ten sonra bu maçta dikkat çekilecek diğer oyuncu ise <a href="http://beta.eksisozluk.com/?q=can+maxim+mutaf">Can Maxim Mutaf</a>. daha önce hiç izleme şansım olmamıştı ama kendisi ile ilgili çok olumlu yorumlar okumuştum. gerçekten Fenerbahçe'den Karşıyaka'ya gelerek çok doğru bir seçim yapmış. hem kendisi için hem de Karşıyaka için. Diebler'den sonra takımın bir diğer etkili şutörü oldu. bir ara iki şutör birlikte oyundayken ikisi birden perdelerden çıkıp şut aramaya çalışırken rakip oyuncular hangisini tutacağını şaşırdı. tutamadılar da zaten. Can 3/3 üçlük attı, Diebler de 5/7 ile oynadı. Can Mutaf hücumda çok hevesli, savunmada ise çok hırslıydı. kritik anlardan birinde turnikeye giden rakibine öyle sağlam bir blok vurdu ki zaten ayakta olan salonu iyice havaya soktu. Dileriz Can'ın kiralık sözleşmesi, sezon sonunda satın almaya dönüştürülür.<br />
<br />
<a href="http://beta.eksisozluk.com/?q=diebler">Diebler</a> de iyi bir şutör olarak görevini yaptı. Dixon'u oyunda olmadığı sürelerde can mutaf ile birlikte skor yükünü almaktan çekinmedi. sorumluluk aldı, şutlarını soktu ve maçı 19 sayı 5 ribaund ve 5 asist ile tamamladı.<br />
<br />
Ufuk Sarıca, Aminu'yu kenarda tutup <a href="http://beta.eksisozluk.com/?q=bora+hun+pa%c3%a7un">Bora Hun Paçun</a>'u ilk 5'te başlatarak ona ne kadar güvendiğini gösterdi. Bora da bu güveni boşa çıkarmadı. maçı 6 sayı, 3 ribaund ile tamamladı. her iki takım da dışardan atılan şutlarla maçı götürmeye çalıştığı için içeri fazla top inmedi. bu yüzden fazla sayı atamadı. <br />
<br />
<a href="http://beta.eksisozluk.com/?q=aminu">Aminu</a> da yine pota altı oyunları için yeterince hücum çizilmemesi nedeniyle 6 sayı, 6 ribaund istatistiğinde kaldı. yine çok temiz bir blokla taraftarı coşturdu. <br />
<br />
<a href="http://beta.eksisozluk.com/?q=william+thomas">William Thomas</a> ise birkaç dış şut denemesi ile 10 sayıyı bulabildi ve yanına da 6 ribaund ekledi. <br />
<br />
<a href="http://beta.eksisozluk.com/?q=evren+b%c3%bcker">Evren Büker</a> ise erken faul problemine girmesine rağmen maçı 4 sayı, 4 ribaund ve 3 asist ile tamamladı. <br />
<br />
Karşıyaka adına maçta bekleneni karşılamayan belki de tek oyuncu <a href="http://beta.eksisozluk.com/?q=%c3%bcmit+sonkol">Ümit Sonkol</a>'du. dış şutu iyi bir uzun olmasına rağmen bulduğu fırsatları değerlendiremedi. 1/6 şut atabildi. taraftar her kaçırdığı şuttan sonra onu alkışlarla desteklese de bir türlü toparlanamadı ve maçı 2 sayı, 4 ribaund ile tamamladı. <br />
<br />
Rakip Kataja ise dış şuta dayalı bir oyun ortaya koydu ve deyim yerindeyse leblebi gibi üçlük attılar. her topu eline alan takıma içerden de etkili olabilecek bir ya da 2 uzun eklenirse iyi işler yapabilirler.<br />
<br />
Taraftara gelince, her zamanki gibi muhteşemdik. Öyle ki rakip Fin ekibinin tüm oyuncuları, 19 sayılık farka rağmen bu atmosferin bir parçası olmaktan çok mutluymuş gibiydiler. Maçtan sonra<br />
yapılan şu açıklamalar da taraftarın şovundan nasıl mest olduklarını net bir şekilde açıklıyor.<br />
<br />
http://googabuphotos.zenfolio.com/blog/2013/1/one-of-the-best-atmosphere-in-a-game-ever<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/HdkbFEvqeJs?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<br />
<b>(Ocak 2013)</b><br />
<br /></div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2391096167953386817.post-39197237744283410602012-12-12T06:25:00.004-08:002013-02-14T03:17:11.007-08:00Kağıttan bir Kaplan: Kemal Burkay<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: justify;">
AKP'nin, Kürt sorununun "çözümü" için yaratmaya çalıştığı muhatap. Evet, "yaratmaya çalıştığı" diyebiliriz. Eğer ortada çözülmesi gereken bir sorun varsa, bu sorunun muhatabı kesinlikle Kemal Burkay değildir ve olamaz da. Ama "bu memlekete Komünizm gelecekse de bir getiririz" diyen bir zihniyetin ardılları bunu da yapabilir: Kendi yarattığı muhatabı ile sonra masaya oturup, müzakere edecek ve hep bir ağızdan "Kürt sorunu hallolunmuştur" diyecekler. </div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-i4daMq2sTMw/UMiTaU0r8HI/AAAAAAAAGrA/kFuiHU-QW8c/s1600/bagis_burkay.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="164" src="http://1.bp.blogspot.com/-i4daMq2sTMw/UMiTaU0r8HI/AAAAAAAAGrA/kFuiHU-QW8c/s320/bagis_burkay.jpg" width="320" /></a>AKP, bir süre önce "Kürt kardeşlerinin sıkıntılarını" çözmek için sivil siyaset yapanları muhatap alacağını sıklıkla vurgularken, kamuoyu da AKP'nin sivil siyaset derken isim zikretmeden BDP'yi kastettiğini düşünüyordu. Üstelik BDP'nin bu şartı kabul etmeyeceğini bile bile AKP, BDP ile masaya oturmak için de PKK'yi terör örgütü olarak kabul etme şartını masaya sürüyordu. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br />
<a name='more'></a></div>
<div style="text-align: justify;">
Ama AKP'nin amacı çoktan beri farklı imiş. AKP, şimdi çıkmış devletin 80 yıldır sürdürdüğü Kürtlere yönelik yaklaşımını, temcit pilavı gibi tekrar önümüze sürüyor:<br />
"Sizin için en iyisini biliriz, biz yaparız. Bizimle bir sorununuz varsa bile, bu sorunu çözme(me)k için kiminle konuşacağımıza da biz karar veririz."</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-8eaJXxHdqlE/UMiTqGXVjLI/AAAAAAAAGrI/zt0hmFjornQ/s1600/170120121736233037302_2.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="215" src="http://4.bp.blogspot.com/-8eaJXxHdqlE/UMiTqGXVjLI/AAAAAAAAGrI/zt0hmFjornQ/s320/170120121736233037302_2.jpg" width="320" /></a>Gelin görün ki, muhatap olarak kabul ettikleri kişinin Devlet ile Kürtler arasında yaşanan sorunun son 30 yıllık bölümü için ne düşündüğü ortada. Sorunun devlet tarafından kabul edilmesini sağlayan bir örgüte "Devlet tarafından yaratıldı, Devlet tarafından yönetiliyor" diyebilen birisinden çözüm beklemek. Bir de sorunu çözmek için masaya oturtulan kişinin temsil kabiliyetine bakalım. Kemal Burkay'ın başında olduğu PSK'nin 1980 öncesi gücü ile şimdiki varlığı(?) arasında uçurumlar olduğu da sır olmayan bir gerçek. PSK'nin de bir bileşeni olduğu ve birkaç örgütten müteşekkül HAK-PAR'ın bile temsiliyet gücü yok denecek kadar az iken Kemal Burkay'ı Kürtlerin temsilcisi olarak görmek olsa olsa safdilliktir. Bu muktedirler o kadar saf olamazlar diyorsanız bunun tek bir açıklaması var: Siyasal müzakere sürecinde BDP'yi saf dışı bırakarak Kemal Burkay'la takılmak. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kemal Burkay'ın çatışmaları durdurmak için herhangi bir gücü, etkinliği, kabiliyeti olmadığına göre, devletin Kemal Burkay'ı asıl ön plana çıkaracağı süreç Yeni Anayasa'nın yapım süreci olacaktır. AKP, BDP'nin öne sürdüğü anayasa değişikliklerinin önemli bir kısmını kabul etmek istemeyeceğinden "Kürtlerin sesi" olarak Kemal Burkay'ı öne sürecek ve Kemal Burkay'ın birkaç önerisi anayasada yerini bulacak ve Tayyip Erdoğan balkona çıkarak "bakın, benim Kürt vatandaşımın da talepleri Anayasada yerini aldı" diyebilecektir.<br />
<br />
<i><b>Yoldaş Pançuni (2012)</b></i></div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0