7 Nisan 2011 Perşembe

Pazar/Bir Ticaret Masalı-Ben Hopkins

İngiliz yönetmen Ben Hopkins'in Türkçe çektiği ama bazı sahnelerde Kürtçe ve Azerice’nin de kulağımıza geldiği filmi, birazcık da oryantalizme yeltenerek ilgimizi çekmeyi başarıyor.

Filmin baş karakteri olan Mihram rolünü Ben Hopkins'ten kapan Tayanç Ayaydın ise, Ben Hopkins'in güvenini boşa çıkarmıyor ve deyim yerindeyse döktürüyor. Üstelik Genco Erkal gibi bir üstadın da önemli rol aldığı bir filmde, filmin başından sonuna kadar sürekli ön planda kalmayı başarıyor. Yerli dizilerde canlandırılan Doğulu ya da daha doğru ifadeyle Kürt tiplemelerini oynamaya çalışan oyunculara da oyunculuk dersi veriyor. 

Filmin konusu ise filmin adından da anlaşılacağı gibi “serbest piyasa ekonomisi”.
Ben Hopkins, serbest piyasa ekonomisinin "nimetlerini", görünmez elin bir serbesti içinde nasıl işlediğini o kadar sade, o kadar basit anlatmış ki; "serbest piyasa ekonomisi", "tam istihdam", "görünmez el", "toplumun genel ve ortak faydası" gibi kavramlar yerle bir oluyor. 

29 Mart 2011 Salı

Milan- Steaua Bükreş / 1989 Şampiyon Kulüpler Kupası Finali

Unutulmaz Maçlar -1

Futbola dair canlı hafızası 1987 yılından öncesine gidemeyen şahsımın çeyrek asırlık kişisel futbol tarihindeki en önemli, en hatırlanası maçlardan birisidir.

Hatırlanmak için onlarca sebep vardır ve hangi sebebin hafızamda daha fazla nüfuza sahip olduğunu kestiremiyorum.
Bugünlerde herkesçe kabul gören dünyanın en iyi futbol takımı Barcelona ne ise, 1980’lerin sonu 90’ların başında Milan odur. Milan’ın ne kadar iyi olduğunu açıklamak için 1994 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası Final maçında Milan’ın Barcelona’yı 4-0 geçtiğini hatırlatabiliriz. Ama Milan’ı tutmak için tek sebebimiz o yıllarda dünyanın “en iyi” olması yeterli bir sebep değildir elbette. Zira Real Madrid de 1997-2002 arasında tozu toprağa katmış, almadık kupa bırakmamıştır ama gönlümüzde bir yer edinememiştir. Bir zamanlar Kara-Kızıl Tugaylar’ın tribünlerinde cirit attığı, Antonio Negri yoldaşın takımı Milan’ı Silvio Berlusconi’ye rağmen sevmişizdir. Milan, gönlümüzün İtalya şubesidir.

Rahşan Demirel

Binlerce yıldır sönmeyen Newroz ateşini bir kez de bedeni ile yakan "Kadifekaleli".
Yıl 1992. Kürtlerin binlerce yıldır mitolojik çağrışımlarla kutladığı Newroz, artık daha farklı anlamlar kazanıyor, bir uyanışın bir direniş hareketinin sembollerinden biri oluyordu. Kürtlerin kadim dostlarından biri olan "ateş" de Newroz'la kardeş olmuş, kendi tarihini yaratmıştı. Ateşin bu tarihinde yücelmek isteyenler de ölümsüzler kervanına katılmak için o anı kolluyorlardı.
1992 yılında ise, tıpkı 1991'de olduğu gibi Newroz kutlamaları birilerinin canını fena halde sıkmış olacak ki, cellatlar kana susamış, Cizre'nin, Mardin'in, Nusaybin'in toprağını kanla suluyorlardı. Mardin'den kilometrelerce uzakta İzmir'de, “Küçük Mardin” Kadifekale'de ise Mardin'in hesabını sormak isteyen binler Newroz'un coşkusuyla doluşuyordu kalenin surlarına.
18 yaşındaki Rahşan ise gördükleri, yaşadıkları ile başka bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyordu. O, ateşin tarihinde yücelmek, bir gün önce Cizre'de, Nusaybin'de söndürülmeye çalışılan Newroz ateşini bedeniyle yakmak, ateşi harlamak istiyordu.
"Ben kendimi Newroz yapıyorum Kadifekale'de. Cizre, Mardin ve Nusaybin'in cevabını vermek zorundayız" diye bir not bırakarak çıktı kalenin surlarına.

4 Mart 2011 Cuma

iki resim ve Mehmet Emin Toprak

Kasaba
Uzak
               
Nuri Bilge Ceylan tarafından hafızalara kaydedilmiş iki resim:

- Birisi yemyeşil bahar aylarında çekilmiş, diğeri kışın ayazında..

- Birisi dünyanın en büyük metropollerinden birinde resimlenmiş, diğeri ise Kasaba’da.

- Birisi, 28 yaşında aramızdan ayrılan Mehmet Emin Toprak’ı ölmeden 3 yıl önce, 25’inde genç yaşta ölümsüzleştirmiştir, diğeri ise 20 yaşında bıyıkları yeni terlemiş bir delikanlı iken.

- İkisinde de Mehmet Emin Toprak’ın hayatında kat edeceği yol resmedilmiştir sanki. Birisinde gideceği yol uzundur. Kasaba’dan sonra Mayıs Sıkıntısı gelecek, sonra ise Uzak. Yolunda daha birkaç dönemeç daha vardır. Diğerinde ise yol çok kısadır, sadece bir dönemeç vardır ve dönemeçten sonrası gözükmemektedir.

- Birisinde Mehmet Emin Toprak'ın daha yapacağı çok işi olduğunun farkında, kendinden emin vakur bir duruşu var iken; diğerinde ise bir tedirginlik ve dönemeçten sonrasını görememenin belirsizliği vardır. Mehmet Emin Toprak, Uzak'ı görememektedir.

- Kasaba Mehmet Emin Toprak'ın ilk filmidir. Uzak ise O’nu izleyeceğimiz son filmdir. O’nsuz Nuri Bilge Ceylan filmleri bir kişi eksiktir artık.



22 Şubat 2011 Salı

The King's Speech (Zoraki Kral) -Tom Hooper


Peşinen Uyarı: Film, herkesçe bilinen bir hikayeden uyarlanmış ise de, bu yazı filmi izlerken alacakları keyfi azaltacak içeriğe sahip olduğundan henüz izlememiş olanların filmi izledikten sonra okuması tavsiye edilir.

Daha çok TV filmleri ile tanınan genç yönetmen Tom Hooper’ın ilk sinema filmi The Damned United’tan sonra büyük sükse yapan, bol ödüllü ve 12 dalda Oscar adayı filmi: The King’s Speech.

Türkçe’ye “Zoraki Kral” şeklinde çevrilmesi hangi akla hizmettir, bu ismi kim bulmuş bilmiyorum ama   “Türkçe’ye Kötü Çevrilmiş Film İsimleri” listesinin kabarmasına bir katkıda bulunulduğu kesin. Orjinal ismi “King’s Speech” doğrudan Türkçe’ye “Kralın Konuşması” şeklinde çevrilseydi de gişe beklentisi olan bir film için etkileyici bir film ismi olmazdı kabul ediyorum ama “Zoraki Kral” da hiç yaratıcı değil ve gitmemiş bu filme. Sıradan bir Hollywood film gibi yapıştırılmış filmin üstüne.

Film, 1936-1952 yılları arasında, yani Dünya tarihinin en hareketli, diplomatik manevraların yoğun yaşandığı bir dönemde İngiltere Kralı olarak Britanya tarihine damga vuran 6. George’in "kekeme" haliyle tahta çıkış öyküsünü anlatıyor.

10 Şubat 2011 Perşembe

Biutiful- Alejandro Gonzalez inarritu

Peşinen uyarı: İşbu yazıyı filmi henüz izlememiş olup izleyecek olanların okumaması önerilir.

İzleyip de beğendiğiniz bir film için birisi size “nasıldı” diye sorduğunda, “güzeldi” diye başlarsınız cümleye ve sonra ayrıntılarına girersiniz. “Biutiful” öyle filmlerden değil işte. Beğenirsiniz ama güzel değildir. Çünkü filmde güzel olan hiçbir şey yok. Belki de güzel olan tek şey, anti-kahramanımız Uxbal’ ın filmin sonunda kendi büyülü âleminde, bembeyaz karla örtülü bir ormanda babası ile karşılaşması ve hüzün dolu yüzüne tebessüm gelmesi. Uxbal ve ondan daha genç babası ile birlikte bilinmeyen bir yere doğru gitmeleri. Bilinmeyen yer Uxbal ailesinin çok sevdiği Pireneler mi, yoksa Cennet mi, bilemiyoruz. Babasının Uxbal’dan daha genç olması ise, insanın hep öldüğü yaşta kaldığı gerçeğini tekrar hatırlatıyor. İyi mi oluyor, kötü mü? Cevabı zor ama çok zor bir soru.
Filmde hemen hemen hiçbir şey güzel değil. Her şey bozuk ve çirkin. Filmin ismini merak edenler, filmi izledikten sonra meraklarını gideriyor. Filmin ismi bile bozuk, "beautiful"un bozuk, yamulmuş hali. Kadınların hiçbiri güzel değil, Uxbal’ın karısı Marambra da çirkin. Bar sahnesinde, striptiz yapan güzel kadınların yerine popoları silikonla çok çirkin bir şekilde memeye benzetilmiş deforme olmuş, vücutları bozulmuş, normallikten çıkarılmış kadınlar tercih edilmiş. Evlerin hepsi kötü, bozuk ve rutubetli, sokaklar dar. İnarritu'nun ısrarla kamerasını odakladığı yemeklerin hepsi kötü ve mide bulandırıcı.

28 Ocak 2011 Cuma

Maradona good, Pele better, George BEST

Neden George Best: Hayatını anlatmak için neden George Best gibi bir portreyi seçtim diye soracak olanlara meramımı şimdiden anlatayım. Belki kadınlara ilişkin söylediği sözler cinsiyetçi ve erkek egemen ideolojinin bir yansıması olarak eleştirilebilir. Hayatında hiç bir şeye değer vermediği kadar içkiye ve kadınlara verdiği değer onu kafamızdaki tipik bir futbolcu kategorisine sokabilir. Ama O asla sıradan olmadı. Sıradışı yaşamına rağmen hiç bir şekilde magazincilerin maymunu olmadı, medya patronlarına taviz vermedi. Bol sıfırlı kontratlara imza atarken zengin kulüp patronlarına da yalakalık yapmadı. O'nun sıradışı bir futbolcu olarak kayda geçmesinin tek sebebi alkole ve kadınlara olan düşkünlüğü değil, futbol yeteneğinin yanı sıra kıvrak zekası ve paraya, ödüle değer vermemesi idi. Bütün bunlar bile O'nun hakkında iki kelime etmemiz için geçerli sebeplerdir.

"I spent a lot of money on booze, birds and fast cars. The rest I've just squandered!"
"Çok fazla param var ve ben paramı alkole, kuşlara (kızlar anlamında) ve hızlı arabalara harcıyorum, geride kalanı da saçıp savuruyorum"

26 Ocak 2011 Çarşamba



"Futbolun 22 adamın topun peşinden koşması olduğunu düşünmenin, kemanın telden ve yaydan, Hamlet'in kağıt ve mürekkepten ibaret olduğunu söylemekten bir farkı yoktur."
J.B.Priestley

"Sadece futboldan anlayan futboldan anlamıyordur"
Luis cesar Menotti

19 Ocak 2011 Çarşamba

Kimlik - Milan Kundera

Fransa’da yaşanan tutkulu bir aşk hikayesi, bir süre sonra nasıl tek düze, sıradan ve sıkıcı hale gelebilir sorusuna yanıt niteliğinde bir girizgahla başlar hikayesine Kundera. Tek düzelik ile başlayan hikaye, aşıklardan birinin bu sıradanlığı yok etme çabasının sonucunda yaşanan karmaşayla biter.

İyi bir iş ve tutkulu sayılabilecek bir ilişkiye sahip Chantal-Jean Marc çifti her şeyin iyi gittiği bir dönemde orta yaş krizinin içinde bulurlar kendilerini.  Chantal erkeklerin artık kendisine bakmadığından yakınırken, Jean Marc ise geçmişte yaşadıkları üzerinden bugününü tekrar gözden geçirir.  İkisi de diğerine hissettirmemeye çalışsa da ilişkilerinin sıradanlığından şikayetçidir.  Birbirlerine açık açık söylemeseler de bu tek düze durum yavaş bir krize dönüşmektedir.

1925 Kürt Ayaklanması


Hakkında birçok şey yazılıp çizilmesiyle beraber, yazılan-söylenenlerin çokluğu ile doğru orantılı olarak ziyadesiyle bilgi çarpıtmasının da olduğu tarihlerden birisidir.
Ayaklanmanın bastırılmasında başarısız olan dönemin Başbakanı Fethi Okyar’ın Atatürk’ün talimatıyla apar topar görevinden alınıp yerine İsmet İnönü’nün getirilmesi, bu ayaklanmayı dağıtmak için çıkarılan Takrir-i Sükun Yasası’nın bütün muhalifleri sindirmek için kullanılması, Osmanlı’dan bu yana kutlanagelen 1 Mayıs’a ilk yasağın bu olay ile birlikte konulması, birçok dergi ve gazetenin yayının durdurulması vb. gelişmeler ayaklanmanın önemini gösterir niteliktedir.
Bu gelişmeler, isyanın çapını anlamak için önemli veriler sunarken, ayaklanma ile ilgili dezenformasyonlar da Türkiye Cumhuriyeti’nin bu olayla ilgili hassasiyetlerini ortaya çıkarmaktadır.

Tariş Direnişi

Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde “1980 İzmir Ayaklanması” diye anılmayı hak eden ama muhteva ettiği önemli deneyimlere rağmen hak ettiği ilgiyi görmeyen büyük kalkışma.
1980 Ocak ayında Çiğli İplik Fabrikası’nda devletin kolluk kuvvetlerine karşı başlayan Tariş Direnişi, kısa sürede İzmir’in çeşitli bölgelerine yayılmış ve 25 gün boyunca İzmir’i bir savaş alanına çevirmiştir. Tariş’in İzmir’deki tüm fabrikalarının yanı sıra; Çiğli, Çimentepe (Güzeltepe), Maraş Mahallesi (Yamanlar), Gültepe gibi semtler ve Ege Üniversitesi’ne kadar sıçrayarak direnişi aşan bir ayaklanmaya dönüşmüştür.

18 Ocak 2011 Salı

Erdal Eren'in Son Mektubu


"Sevgili annem, babam ve kardeşlerim;
Sizlere bugüne kadar pek sağlıklı mektup yazamadım. Ayrıca konuşma olanağımız ve görüşmemiz de olmadı. zaten dışarıdayken de birbirimizi anlayacak şekilde konuşamadık.(Bu konuda sizlere karşı büyük oranda hatalı davrandım. ancak bunu size karşı saygı duymadığım, bu nedenle böyle davrandığım şeklinde yorumlamamanızı dilerim) bu nedenle sizlere anlatacağım, konuşacağım çok şey var. Ancak olanak yok. Düşüncelerimi bu mektupla anlatmaya çalışacağım. Şu anda ne durumda olacağınızı tahmin ediyorum. Ama çok açıklıkla söylüyorum ki benim moralim çok iyi ve ölümden de korkum yok. Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum. böyle düşünmem, böyle davranmam,halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir. 

Ünol Büyükgönenç

1979 yılında yaptığı "Güzel Günler Göreceğiz" adlı albüm, çoğunluğunu Nazım şiirlerinin bestelenmesiyle elde edilmiş toplam 11 şarkıdan oluşmuştur.


A.
1. yapıyla-yapıcılar (N.Hikmet/Ü.Büyükgönenç)
2. hasret (N.Hikmet/Ü.Büyükgönenç)
3. tairyo utai komi (Geleneksel bir Japon balıkçı türküsünden uyarlanmıştır)
4. japon balıkçısı (N.Hikmet/Ü.Büyükgönenç)
5. bulutlar adam öldürmesin (N.Hikmet/Ü.Büyükgönenç)
6. arabacı salih (Ahmet Çuhacı/Şehabettin Genç)

B.
1. dışarda kar yağıyor (Ü.Büyükgönenç)
2. dışarda bahr geldi (N.Hikmet/Ü.Büyükgönenç)
3. aynı daldaydık (N.Hikmet/Ü.Büyükgönenç)
4. nikbinlik (N.Hikmet/Ü.Büyükgönenç)
5. lümüne (Geleneksel)



Waiting for the miracle - Leonard Cohen

     Mekan Karaburun veyahut Foça. Mevsim sonbahar ve illa ki gün batımı. 
     Sarp kayalıklara oturup şarabını yudumlarken kayalara gidip gelen suların sesini dinliyorsun, yanında ormanın fısıldayışı. Ve uzaklardan bir yerden waiting for the miracle duyuluyor. Sular susuyor, ormandan çıt çıkmıyor, bütün tabiat pür dikkat kesiliyor o sese. O vakit kanın kaynıyor ve kan bir kez daha karışıyor hayatın büyük dolaşımına. o vakit anlıyorsun ki ömür dediğimiz şey hayata sunulmuş bir armağandır ve hayat sunulmuş bir armağandır insana.  


(Afili Delikanlı-2010)


Orjinal Sözleri
baby, i've been waiting,
i've been waiting night and day.
i didn't see the time,
i waited half my life away.
there were lots of invitations
and i know you sent me some,
but i was waiting
for the miracle, for the miracle to come.
i know you really loved me.
but, you see, my hands were tied.
i know it must have hurt you,
it must have hurt your pride
to have to stand beneath my window
with your bugle and your drum,
and me i'm up there waiting
for the miracle, for the miracle to come.

11 Ocak 2011 Salı

Hür Adam Mehmet Tanrısever


Mahsun' un, “New York'ta Beş Minare” ile okyanus ötesine gönderdiği selamının yarattığı etkiyi göz önünde bulunduran Mehmet Tanrısever’in cemaatten biri olarak “kraldan çok kralcı” edasıyla Said-i Nursi ismi ve mirasından rant devşirme projesinden başka bir şey değil film.

Filmin yapımcısı ve aynı zamanda yönetmeni olan Mehmet Tanrısever'in sahibi olduğu “Mert Çelik” firmasının reklamını yapması, sinemanın sponsor desteği ile ayakta durduğu gerçeği düşünüldüğünde makul görülebilir. Amma velakin Mehmet Tanrısever'in bizzat kendisinin de filmin sonlarına doğru birden bire ortaya çıkıp, üstelik ismi ile hitap edilerek Said-i Nursi'den uzun uzun teşekkür almasının kişisel rant dışında başka bir açıklaması olamaz.

10 Ocak 2011 Pazartesi

montaigne'den cinsellik üzerine bir demet

"insanın doğuşunu görmekten herkes kaçar, ama ölümünü görmeye koşa koşa gideriz. insanı öldürmek için gün ışığında meydanlar ararız, ama onu yaratmak için karanlık köşelere gizleniriz. insanı yaparken gizlenip utanmak bir ödev, onu öldürmesini bilmekse birçok erdemleri içine alan bir şereftir. biri günah, öteki sevaptır" 


(Montaigne)