12 Ekim 2010 Salı

Yalancı Tanıklar Kahvesi-Vedat Türkali

1950'li yıllardan 80'lere kadar siyasal hayatımızın önemli evrelerini, alt-üst oluşlarını yapıtları ile günümüze ustalıkla taşıyan Vedat Türkali, "Yalancı Tanıklar Kahvesi" ile spotları 70'li yılların sonuna çevirip 12 Eylül 1980 Darbesi'ne kadar giden sürece Muhsin'in yaşam hikâyesi eşliğinde ışık tutmaya çalışıyor.

İki ciltlik bir serüvene ev sahipliği yapan "Güven" ile otobiyografisinde de önemli bir yer tutan TKP’nin gayri resmi tarih yazıcısı ünvanını layıkıyla elde eden Türkali, "Bir Gün Bile Yaşamak", "Ölüme Bir Soluk Kala", "Yeşilçam Dedikleri Türkiye", "Tek Kişilik Ölüm" romanlarıyla yüzümüzü memleketin insan manzaralarına ve solun 1960-1980 arası tarihine çevirmesini biliyor.

2009 yılında 90. yaşını kutladığımız ustanın yazdığı romanlarının yanı sıra; senaryoları ile de kültürel hayatımıza katkıları azımsanmayacak düzeye erişmiş durumda. Senaryosunu kaleme aldığı ve Ertem Göreç tarafından filme alınan "Karanlıkta Uyananlar" , Türkiye'de Türk-İş'in kurulduğu 1950'li yıllara denk gelen dönemde sendikal hareketin durumunu bir fabrika direnişi üzerinden özetlerken, yine senaryosunu yazdığı ve Süreyya Duru tarafından çekilen "Güneşli Bataklık" 80 öncesi bir Türkiye atmosferi ile baş başa bırakıyor bizi.
  
"Yalancı Tanıklar Kahvesi", 1970’li yılların sonunda TKP çevresinde örgütlenmeye çalışan üniversite öğrencilerinden biri olan Muhsin'in aşklarıyla, aile bağlarıyla, siyasal çevresi ile bütün hayatını yaşadığı ikilemlerle gözler önüne sererken, bizi de o hareketli politik atmosferin içine bırakıyor.
Hikâyemizin anti-kahramanı Muhsin, yaşamında birçok ikilemi bir arada barındırdığını ve içinden çıkılmaz bir yaşamı olduğunu düşünen biri olarak hayatının hiçbir yerinde ne yapacağına karar veremeyen bir karakter olarak göz önüne seriliyor.

Vedat Türkali, romanlarının alamet-i farikalarından biri olan "iç ses"i de kullanarak Muhsin'in yaşadığı bu ikilemleri her defasında birebir yaşamamızı sağlıyor.

"Kitap, gerçeğe bak, beni oku diyor. Biz kitaba bakıp gerçeği mi yanlış okuyoruz nedir"

Üniversitede Felsefe bölümünde okurken, bir yandan “hayatı anlamak değil, değiştirmek gerekir” derdiyle Felsefe okumanın anlamsız olduğunu düşünmektedir. Ama bir yandan da  öğrenciliği bırakıp geçimini sağlayacak iş bulmakta rahat davranmakta, okul hayatından tamamen kopamayınca da öğrenciliği bir buhrana dönüşmektedir.

Ege'de toprak zengini olan ağa babasının parasıyla Ankara'da solculuk yapmanın çelişkili bir durum olduğunu düşünüp, bu durumdan kurtulamamanın sıkıntısını yaşamaktadır. Babasının bir kodaman olarak köylülerin gırtlağından çekip alarak elde ettiği paralarla semirmek de zoruna gitmekte, sırf bu yüzden babasıyla konuşmamaktadır ama babasının gönderdiği parayla geçimini sağlamaktadır.  Ailesinin yaşadığı Ege kasabasından ağa muamelesi görürken, babasıyla köylüler arasındaki itilaflarda da taraf olmaktan vazgeçmez. Bir ağa gibi yaşama seçeneğini kesinlikle red ederken,  mücadelenin nesnel koşullarının müsait olmaya başladığı bu kasabada devrimci olarak yaşamayı da göze alamaz. 

TKP'de siyaset yapmayı ve hayatının geri kalanını bir devrimci olarak devam etmeyi kafasına koymuşken, gerek dönemin siyasal atmosferinden gerek çevresindekilerden etkilenince hayatının merkezine siyaseti koyma hevesi günbe gün kaçmaktadır. Uzun süren bir gözaltı serüveninden sonra yakın arkadaş çevresiyle yürüttüğü politik sohbetlerin etkisiyle sol hareketi sorgulama süreci içine girer ama sürecin mücadeleden uzaklaşmayı beraberinde getirdiğini fark etmesine rağmen buna göz yumar.

"İnsanlar korkar oğlum. O korkuyu aşıp yolunda gidenlere yürekli derler. Aşamayan korkaktır. Korku bokuna sapıp saptığı yoldaki yanlışlarını parlak sözlerle savunmaya yelteniyorsa dönektir. Şaşmadan yoluna gidenlere saldırıp bulaşıyor, karalar çalıyor, işleri binbir yalanla bozup karıştırmaya kalkıyorsa tam alçaktır o”  

Yaşama dair içinden çıkmakta zorlandığı diğer ikilemi ise hayatını paylaşmak istediği kadınlarla arasına koyduğu siyasi duvarları  aşıp aşmamadaki kararsızlığı. Hayatına başka bir dünya tahayyülü ile yön vermek isteyen Muhsin'in, devrime bağlılıkla süren bu yaşantısına ayak uydurmak istemeyen kadınlarla yaşadığı imtihandan bir not: 
"bir kadına böylesine bağlılıkla yaşanan güzellik devrimci için engelse, asıl devrimcilik korkup uzak durmak değil, gereğinde alnının akıyla geçebilmektir o sınavı"

Tüm bu çelişkiler Muhsinlerin hayatının plansız bir hatta ilerlemesine neden olurken 12 Eylül bu plansızlığı, iki arada bir derede kalma halini affetmeyecek ve sol hareketin üzerine bir kabus gibi çökecektir.

Vedat Türkali, bir yandan 12 Eylül öncesi politik atmosfere tanıklık etmemizi sağlarken, bir yandan da günümüz Türkiye'sinin en çok kafa yorulan iki meselesinin; dinin kitleler üzerindeki etkisi ve Kürt sorunu hakkında o günlerden gelen ipuçlarını da veriyor bize. Türkali, Nedim Hoca'nın ağzından bir yandan Türkiye Sol hareketinin Marx'ın "din bir afyondur" sözünü eksik yorumlayıp kitlelerin dini duygularını küçümsemesi ve bu yüzden kitlelerle bağının zarar görmesini eleştiri konusu yaparken, diğer yandan ise sol hareket içerisinde örgütlenmiş Kürt devrimcilerin ağırdan ağıra kendi öz örgütlenmelerini yaratmalarına değiniyor.

90 yıllık çınar Vedat Türkali, tutkulu ilişkiler eşliğinde dünü anlayıp bugünü yorumlamamıza fırsat verecek bir romanla yıllara meydan okuyacak bir eserle daha karşımızda..   

 Afili Delikanlı (Ekim 2010)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder