10 Eylül 2009 Perşembe

iddaa Üzerine


"Spor sanayiye dönüştükçe, oynamak için oynamanın neşesinden doğan güzelliği sınır dışı etti. İnsanı kısacık bir an için bile olsa yeniden çocuklaştıran, lastik topunu zıplatan bir çocuk veya bir yün yumağının peşinden koşuşturan bir kedi gibi oyundan zevk almasını sağlayan o çılgınlığa günümüz futbolunda yer yok artık."(Eduardo Galeano)

Futbolseverler arasında yayılan bir hastalık olarak başlayıp, daha sonra "Umut yiğidin ekmeğidir" diyerek para kazanma hevesinde olan herkese bulaşan "İddaa"nın toplum vücuduna ne kadar zararlı olduğunu hatırlatma derdi ile başlayan bu yazı; bataklıktaki sinekleri öldürmenin çok fazla işe yaramadığının, asıl meselenin bataklık ile ilgili olduğunun bir kez daha zihinde yer etmesiyle başka bir derde çare aramaya dönüşmüştür.
İddaa'nın yaygınlaşmaya başlayıp, artık maç sonuçlarının kulüp yöneticilerinin kuponlarına göre değiştiği, futbolcuların bahis oranlarına göre ter akıttığı bir ortamda yoğunlaştı futbolun ticarileşmeye başladığı tartışmaları. Yine futbol ve siyaset arasındaki yakın ilişki bu dönemlerde keşfedilmeye başlandı ve medya plazalarında yapılan tartışmalarda futbolun siyasetten uzaklaştırılması gerektiğine kanaat getirildi. Gerçi meşin yuvarlak ve siyaset arasındaki ilişkinin bu dönemde dillendirilmesinin özel nedeni resmi ideolojiyle yıldızı hala barışmayan bir partinin "Hükümet" etme yetkisini elinde bulundurması ve diğer iktidarlar gibi bunun nimetlerinden faydalanmak istemesidir.

Futbol ve siyaset arasındaki ilişkiyi anlamak ve açıklamak için önce tarih boyunca siyasal iktidarı elinde bulunduran küçük azınlıkların tahakküm etme işi nasıl becerebildiklerini açıklamak gerekiyor. Hegemonyalarını devam ettirme sorunu yaşayan iktidar sahipleri egemenliklerini sürdürmek için ordu, polis gibi fiziksel zor aygıtlarını her zaman kullanma eğiliminde olsa da bunların dışında da görünmeyen iktidar araçları olmuştur. Burjuvazi, bu araçların bir kısmını kendi yaratırken bir kısmını ise ya önceki egemenlerden devralmış veyahut emekçilerin, ezilenlerin kullandıkları kültürel araçları ellerinden alarak onlara karşı bir silaha dönüştürmüştür.

Burjuvazinin kendisinin yarattığı ve hegemonyasının devamı için kullandığı en önemli araç ücretli emek ve bu emek üzerinden elde ettiği "artı değer"dir. Buna karşılık aile, din, eğitim-öğretim gibi kurumlar burjuvaziden önce de iktidardaki güçlerin kullandığı egemenlik araçlarıdır. Bir de bu araçların düzenini sağlayan devlet. Burjuvazi; feodal ağa ve beylerden devraldığı bu kurumların işlevlerini layıkıyla yerine getirmeleri için elinden geleni ardına koymamaktadır.
Bunun yanı sıra burjuvazi, kendisi daha tarih sahnesine çıkmadan önce de var olan ancak toplumda yaygın bir kullanıma sahip olmayan müzik, spor vb. kültürel-sanatsal öğeleri de kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda kullanmaktan geri düşmemiştir. Aslında bütün iktidarlar yönetme güçlerinin ellerinden gitmemesi için sistem içinde var olan bütün araçları kullanma yanlısıdırlar. Fakat burjuvazi diğer egemen sınıflara göre daha yaratıcı hareket ederek ondan öncekilerin pek kullanmadığı kültürel araçları da iktidarlarını sağlamlaştırmak için kullanabilmişlerdir.
Örneğin Buenos Aires varoşlarında çoğu ekonomik sürgün İspanyol ve İtalyan göçmenlerin eğlence aracı olan ve bir dönem yasaklanan Tango, burjuvazinin onun ekonomik getirisini keşfetmesiyle Paris ve New York'un ışıltılı dünyasının bir parçası haline gelip bu kez tangocular için bir geçim aracına dönüşürken, kalın enseliler için ise zevk-ü sefa olmuştur.
Yine, insan oğlunun spor yapma ve eğlenme ihtiyacı ile ortaya çıkan ve bir dönem kilise tarafından yasaklanan futbol, bugün stadyumlarda onbinler, ekran başındaki milyonlar ile kitlesel bir tapınma ayinine dönüşmüştür. Tesadüf müdür bilinmez, Barcelona emekçileri 1936 İspanya İç Savaşı sırasında egemenlerin birer sömürü aracı olduğu gerekçesiyle Barcelona'da yakılmadık-yıkılmadık bir tek kilise bırakmamışken, futbolun gücünün keşfedildiği günümüzde ise Papa'nın Barcelona' ya üye olup 108.000 seri numaralı kombine biletin sahibi olmaktan mutluluk duyduğunu açıklaması, Barça taraftarlarının büyük çoğunluğu için gurur kaynağı olmuştur.

Aslında ilk futbol kulüplerinin çıkışı da burjuvazinin futbolu ne kadar iyi kullanabildiğinin "İddaa"'dan daha açık bir örneğidir. İngiltere' de 1870 'lerde yaşanan ekonomik kriz ve işçi hareketinin ivme kazanmasıyla burjuvazi bu bunalımını azaltmak için futbolu devreye sokmuş, bunalımın en çok yaşandığı maden ocakları ve fabrikalarda patronlar tarafından futbol kulüpleri kurulmuştur. Aynı işkolunda çalışan ve sınıf çıkarları gereği dost olan, sermayeye karşı örgütlenme ihtiyacı duyan işçiler, sermayenin futbol silahıyla karşı karşıya kalmışlardır. Burjuvazi fabrikalarda sınıf karşıtı dostluklar yaratarak, fabrikalar arası rekabeti körüklemiş ve sonuçta yarışma sürecinde işçi-patron bir renk altında bir tarafta, yine işçi-patron başka bir renk altında karşı tarafta birbirleriyle topyekün bir mücadelenin içine girmişlerdir.
Futbolun aslında kitleleri 70-80 bin kişilik stadyum denilen uyku tulumlarında uyutarak asıl gündemlerinden alıkoyduğu ile ilgili birçok örnek verebiliriz.
Yine İddaa gibi bahislerle, şike vak'aları ile futbolun çürüdüğünü, federasyon seçimlerinin de siyasal partiler arenasına dönüştüğünü açıklayabiliriz ve bu duruma veryansın edebilir, hatta futbolun nasıl kurtulabileceği ile ilgili kafa da yorabiliriz. Bütün bunlar iyi niyetli çabalar olmasına rağmen oyunun gerçek yüzü ile yüzleşememek gibi sorunu da beraberinde getirir. Meselenin acı ama gerçek olan tarafı şudur ki; kapitalizmde yani paranın her şey demek olduğu bir toplumsal sistemde ticaretin, para kazanma hırsının ve beraberinde çürümüşlüğün peşi sıra gelmesi kaçınılmazdır.

Futbolun kapitalizm bataklığında bir endüstri olarak yerini almasıyla birlikte kulüplerin yapısı değişiyor, futbolun ve yan ürünlerinin pazarlanmasında, futbol-medya-siyaset ilişkisinde, taraftar ve yıldız futbolcu profilinde, hatta taktik anlayışlarda bile bir kabuk değiştirme dönemi yaşıyor. Futbol da kapitalizmden nasibini alıp giderek gayri insani bir çehreye bürünüyor. Gerçi futbolda para çok uzun bir süredir tedavüldeydi, ama gücü şimdi hatırı sayılır bir şekilde arttı. "Futbol A.Ş." nin yükselişi önünde artık hiçbir şey duramıyor. Ne spor ahlakı ne de Avrupa kupaları. Giderek gençleşen, giderek desteklenen ya da basit bir ifadeyle doping yapılan, daha kolay kullanılıp atılan bir futbolcu profili çıkıyor ortaya. 2000'li yılların esnek ve hareketli futbolcusu 20 yaşında bir multi milyoner olabileceği gibi, hiçbir utanma duygusu taşımayan simsarların Fransa, Hollanda ve İtalya'ya kaçak olarak "ithal ettiği" bazı Afrikalı çocuklar örneğinde görüldüğü üzere, 14 yaşında sokağa da bırakılabiliyor. Piyasa kanunları ile işleyen bir Futbol ekonomisinde bu tür "münferit olayların" cereyan etmesine şaşırmamak gerekir.
Yine kültürel- sanatsal alanlarda yapılan işlerin para kazanma derdini de işin içine katarak yapılmasında şaşılacak bir durum olmasa gerekir. Hatta sadece ticari kaygılara endeksli filmler, müzikler yapıldığını, bunların sergilenmesi için de festivaller, yarışmalar düzenlendiğini biliyoruz. Kapitalizm varlığını sürdürdüğü ve her yere nüfuz ettiği bir dönemde Futbol, Müzik gibi kurtarılmış bölgelerin yaratılması mümkün değildir. Paranın her şey olduğu anlayışının içselleştirilmeye çalışıldığı bir toplumsal sistemde; futbolcunun da spor yapıp eğlenmek için değil, sezon sonunda imzalayacağı bol sıfırlı mukaveleyi düşünerek meşin yuvarlağın peşinden koşturması çok anormal olmasa gerekir.

Futbol dünyasında bütün bunlar olurken; nasıl ki müzik piyasasında benzer şeyler olduğu için müzik yapmak ve dinlemekten vazgeçmiyorsak futbola da aynı pencereden bakıp ona sırtımızı dönmememiz gerekir. Burjuvazi, dünya nimetlerinden hem para kazanmak hem de hükmü altındaki kitleleri daha kolay yönetmede birer araç olarak yararlanıyorken, sermayenin dünyaya hükmetmesinden rahatsız olanların, yüzünü emekçilere dönmüş olanların ise bu alanları nasıl kullanacakları sorunu vardır. Futbol ve yaşamımız arasındaki etkileşimi anlamak için iki noktayı hep akılda tutmak gerekir:
- Kapitalizm varlığını sürdürdüğü müddetçe futbol da diğer alanlar gibi paranın kirini üzerinde taşıyacaktır.
- Futbol bir spordur ve futbol da tüm sporlar gibi hem sağlıklı yaşam için hem de bir eğlence aracı olarak değerlendirilmesi gereken bir aktivitedir.
Nasıl ki egemenler futbolun kitlesel gücünden feyz alarak kitleleri uyutmak için kullanırken, neden dünyayı ve hayatı sarsacak olanları o derin uykularından uyandırmak için kullanılmasın?
Nasıl ki kültür-sanat faaliyetleri sınıf mücadelesi için tek başına yeterli araçlar olmamasına rağmen kullanılabilir alanlar ise futbol da sınıf mücadelesinin bu tarafında kullanılabilir olduğu örneklerle ortadadır. Özellikle Avrupa'da yaygın olan taraftarlar arasında örgütlenmenin en iyi örneği Livorno'dur. Komünistlerin kuruluşundan beri bir örgütlenme ve propaganda alanı olarak kullandığı Livorno tribünleri; orak-çekiçli bayraklar, Che Guevera, Stalin, Karl Marx posterleri, No Pasaran, Çav Bella, Partizan gibi marşlarla tribünden çok bir eylem alanını andırmaktadır. İtalya'daki sınıf mücadeleleri ve futbol arasındaki ilişkiyi açıklamak için "İmparatorluk" un yazarı Antonio Negri'den yardım isteyelim:
"Eskiden, hangi kulübün taraftarı olacağını seçerken insanlar neye göre karar alacaklarını bilirlerdi. Milan, Torino ve Roma kent proleteryasının "kızıl" takımlarıydılar. Öte yandan İnter, Juventus, Lazio patronların takımıydı. Maça gitmek hangi sınıfa ait olduğunun bilincine varmaktı. Bu iman kuşaktan kuşağa geçiyordu. Kızıl-siyah giysiler içinde çocukken babamla Milan'ın maçlarına giderdik ve yetmişli yıllarda Milan tribünlerinde Kara-Kızıl Tugayların kurucuları arasındaydım."

İspanya'daki maçlar ise bir tarafta İspanyol ulusal bayrağı diğer tarafta kimi zaman Katalan bayrakları, kimi zamanlar ise Bask ulusal bayraklarıyla İç Savaşı tekrar hatırlatırken, kendileri gibi başka coğrafyalarda Ulusal Sorun yaşayanların taleplerini dile getirenlere de sahne olmaktadır.
Nihayetinde birer hizmet işçisi olan futbolcuların kazandıkları astronomik rakamlar ve lüks hayatları nedeniyle yaşadıkları çürümüşlüğün aksi örnekleri de yok değildir. Kısa bir süre öncesine kadar Liverpool forması giyen Robie Fowler, Liverpool liman işçilerinin grevde olduğu bir dönemde attığı bir gol sonrası formasını çıkararak "Liman işçilerinin grevine destek verelim" yazılı tişörtüyle onbinleri selamlar.
Bu örnekler cılız da olsa bu coğrafyalarda da mevcuttur. Siyasal gündemlere ilişkin takındıkları politik tutumlar ile tanınan Beşiktaş Çarşı grubu, teknik direktörleri Rıza Çalımbay'ın babasının apartman kapıcısı olmasını pankartlarla alaya alan Fenerbahçe taraftarlarına "Hepimiz Bir Emekçiyiz" pankartıyla cevap vermiştir. Bunun yanında, hemen hemen her 1 Mayıs mitinginde birçok taraftar grubunu kendi pankartlarıyla yerlerini aldıklarını görebiliyoruz.

Yoldaş Pançuni, 2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder