12 Ağustos 2014 Salı

2014 Yerel Seçimleri

30 Mart 2014'te yapılan yerel seçimleri, Türkiye'nin katılımı en yüksek ve en politik seçimlerinden biri olarak tarihe geçti. Seçim atmosferi o kadar politikleşti ki, adayların önemli bir kısmı diğer yerel seçimlerin aksine, yol, su, köprü mevzularına hiç girmedi bile. Seçim kampanyalarının ilk dönemlerinde adayların projeleri halkın beğenisine sunuldu ama bazı bilgisayar programlarını bilen lise öğrencilerinin bile yapabileceği bu proje sunuları çok fazla itibar görmedi. Herkes daha çok genel ve daha politik konulara girmeyi tercih etti.

AKP'nin Cemaat ile olan dalaşıyla ortaya çıkan "tapeler" seçimin en önemli gündem maddesi oldu. İlk zamanlar yolsuzluk, hırsızlık ve medyaya baskı gündemli tapelerle başlayan furya bir
süre sonra seks tapeleri beklentisi yaratmaya başladı. Ne idüğü belirsiz ama Cemaat tarafından koordine edildiği apaçık ortada olan @fuatavni, @BASCALAN gibi twitter hesaplarından verilen bilgilerle 25 Mart'ta AKP'yi yerlebir edecek(!) tapelerin ortaya çıkacağı beklentisi oluştu herkeste. 

Cemaatin AKP'ye karşı, açıktan olmasa da CHP ve MHP'yi desteklemeye başlaması ve bu iki partinin de buradan gelecek 3-5 oya tamah ederek Cemaat ile adı konulmamış bir ittifaka girişmesi, Cemaat tarafından gelen her türlü bilgiye, her türlü manipülasyona açık bir ortam hazırladı. 
Cemaat sokak siyasetini elinden geldiğince engellemeye çalıştı. Birkaç gün önce Berkin Elvan için sokağa çıkan milyonlar, birkaç ay önce, Haziran'da AKP iktidarına meydan okuyan, Başbakan'ı yurtdışı gezisine kaçıran halk, bu kez bilgisayarın, televizyonun karşısına oturmuş "porno kaseti" bekleyerek iktidarın değişeceğini ümit etmeye başlamıştı. 

Gezi Direnişi'nde başlayan yeni sokak muhalefetinin sönümlenmesi sadece AKP için değil, AKP sonrası yeni iktidar odaklarının da işine geliyordu. Çünkü bu toprakların insanı, Gezi Direnişi'nde iktidarı titretmenin zor olmadığını gördü. Haziran'da ve sonrasında verilen mücadelenin üstüne biraz daha koyarak AKP iktidarını yıkarsa, AKP'den sonra gelecek iktidarlar da diken üstünde olacaklar. AKP'yi kendi dinamikleriyle alaşağı eden halk, CHP-MHP koalisyonunun da yakasına yapışacaktı, Gülen Cemaati'nin ipliğini pazara çıkaracaktı. Düzenin bekçilerine göre; Gezi Direnişi, bir direniş geleneğine dönüşmeden bunu engellemek bu direnişi düzen için çözümlerle sönümlendirmek gerekiyordu. Cemaatin "sokağın gücünü bertaraf etme" planına CHP ve MHP de kan taşımakta beis görmedi. 

Seçim Sonuçları 
30 Mart akşamı çıkan sonuçlar açıklanmaya başlandığında, AKP iktidarından kurtulmak isteyen herkesi hayal kırıklığına uğratan bir sonuçla karşılaştık. AKP %45 oy alarak bir önceki yerel seçimlerde aldığı %38'lik oy oranının çok üzerine çıktı. Bir önceki genel seçimde (2011) aldığı %49,9'luk oydan ise bir kayba uğramıştı. Seçimlerin genel seçim havasında geçtiğini baz alırsak AKP'nin oy kaybettiğini öne sürebiliriz. Üstelik AKP, 2011'den sonra Has Parti ve Demokrat Parti'yi de bünyesine katarak %55'lik oy potansiyeline bile kavuşmuştu. AKP'nin ve Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı seçimi ve sonrasında Devlet Başkanlığı, Yeni Anayasa gibi süreçlerde elini güçlendirecek hedeflenen oy oranı %55'ler civarıydı. Ama Gezi Direnişi ve 17 Aralık Operasyonu'ndan sonra bu hedefe ulaşamayacaklarının kendileri de farkında idiler. Tayyip Erdoğan seçim mitinglerinde "1. Parti olmazsam istifa ederim" iddiasını defalarca tekrarlaması beklentiyi hep düşük tutmaya yönelikti. AKP'nin hedefi, %38 ve üzeri oy alıp Ankara, İstanbul ve bence Urfa gibi kritik şehirleri kaybetmemekti. 

Ama AKP, hem %45 gibi iyi bir oranı yakaladı, hem de kritik şehirleri kaybetmedi. "AKP oy kazandı, kaybetti" tartışmalarını bir kenara bırakıp, AKP'nin bu seçimlerden istediğini aldığını kabul etmezsek AKP'nin kazanmaya devam ettiği daha çok seçim görürüz. 

AKP, Türkiye tarihinin en önemli iktidar krizlerinden ikisi olan Gezi Direnişi ve 17 Aralık Operasyonu'ndan sonra yapılan bir seçimden en az hasarla ayrılmasını bildi.
Gezi Direnişi'nde sokak muhalefetinin özgücüyle sarsılan iktidar, 17 Aralık Operasyonu ile yıkılmadı. Hatta tam aksine, bu operasyonun kendisine yapılmış bir komplo olduğunu seçmenine inandırarak, Gezi'de bir diktatöre dönüşen Tayyip Erdoğan 17 Aralık'tan sonra "mağdur" rolüne tekrar büründü. 
AKP seçmeninin bir bölümü yolsuzluk, hırsızlık haberlerine kulağını tıkayıp inanmamayı tercih
ederken, bir kısmı ise AKP'nin çalsa bile diğerlerinden daha az çaldığını ve en azından iş yaptığını düşündü.

Tayyip Erdoğan, 2014 Seçimleri'ni yine "Kutuplaştırma" politikaları ile kazandı. 2002'den beri tutan ve muhtemelen en az 2023'e kadar devam edecek AKP'nin kutuplaştırma politikalarında; AKP dışındaki partileri (CHP, MHP, BDP/HDP) elitist, vesayetçi, halktan kopuk, kimlik siyasetinden ve gerilimden beslenen, bölücü partiler olarak çeşitli kategorilerde konumlandırırken, kendi seçmenini ise ötekileştirenler, elitist toplumdan dışlananlar ve mazlumlardan oluşan bir topluluk gibi göstermeye çalıştı ve seçmenine buna inandırdı. AKP'ye muhalif seçmenlerin önemli bir kısmı da, Tayyip Erdoğan'ın top oynamayı çok sevdiği bu alana topu taşımaya devam edince Tayyip için topu kaleye yuvarlamak çok zor olmadı.

AKP, CHP-MHP'nin Cemaat'e yanaşmasını da bir fırsata dönüştürerek 2002'den beri kullanmaktan zevk aldığı kutuplaşmanın ete kemiğe büründüğünü seçmenine göstermesini bildi.

Bir çift lafım da AKP seçmenine..

AKP seçmeninin önemli bir kısmı yolsuzluk, hırsızlık haberlerine inanmazken, önemli bir kısmı ise inanmak istemedi. Kutsallarından biri haline getirdikleri Tayyip Erdoğan'ın böyle bir işe kalkışabileceklerini düşünseler de buna inanmak istemiyorlar. Buna inanırsa eğer bütün inançlarının, düşünce dünyasının, fikriyatının yerle bir olacağını düşünüyor.
Bir kısım seçmen de yolsuzluk haberlerine düpedüz inandığı halde, yolsuzluk ve hırsızlık gibi faktörler bir seçmen olarak tercihini değiştirmiyor. Bunun birkaç nedeni var:

- Türkiye, hem yönetilenleri, hem de yönetenleriyle yolsuzluğu, hırsızlığı, haksızlığı kabullenmiş bir topluma sahip. Kendisi de benzer şeyler yaptığı için veya çevresinde çokça bu tür vakalara rastladığı için Başbakan'ın çalması da çokça yadırganacak bir durum değil toplum için.

- Yolsuzluk ve hırsızlık gibi vakalar ancak ekonomik kriz durumlarında seçmenin tercihini etkiliyor. Yani halk, hırsızlığın kendi cebine yansımasını doğrudan hissettiği zaman arıza çıkarıyor.

-   Bütün partilerin çaldığını, yolsuzluğa karıştığını düşündüğü için tercihini bu tür haberlere göre değiştirmiyor.

AKP seçmenini koyun gibi aşağılayıcı sözlerle eleştirmek hem Tayyip Erdoğan'ın toplumu kültürel ve siyasal olarak kutuplaştırma politikası için biçilmiş kaftan olur hem de AKP seçmenini çok masumane gösterir. "Koyun" masum bir hayvandır, hiçbir şeyden haberi yoktur, ne dersen onu yapar. Ama AKP seçmeninin önemli bir kısmının çok da masum veya gerizekalı olduğunu düşünmüyorum.

Buradan geçelim muhalefete.

CHP

Kılıçdaroğlu genel başkan olduktan sonra "Yeni CHP" söylemiyle yeni bir döneme girdiğini iddia etti. Yeni CHP'yi herkes daha sol, sosyal demokrasiye daha yakın bir çizgi olarak yorumlamadı. Ama işin aslının öyle olmadığını bu seçimde gördük. Ülkücü, muhafazakar, eski AKP'li, partiden kovulmuş adaylar CHP'nin yeni vitrini oldu. Bu şekilde yapılan eleştirilere "herkese kapımız açık" söylemiyle cevap verseler de açık olan kapıdan sadece Merkez Sağ'ın oylarını alma potansiyeline sahip profiller girebiliyordu. Bu kapı, nedense Sosyalistlere ve Kürtlere kapatılmıştı. Ülkücü Mansur Yavaş Ankara'da "herkes" kapsamına dahil olabilirdi ama ittifak için CHP kapısına kadar gelen Sırrı Süreyya Önder "herkes" olamazdı. Çünkü o sosyalistti, üstüne üstlük Kürtlerle çok içli-dışlı olmuştu.

Ülkücülerle yanyana olmak, bozkurt selamı vermek oy kaybettirmezdi ama Kürtlerle, Sosyalistlerle yanyana olmak zarar verirdi. CHP, HDP'nin ittifak teklifini "sizinle ittifak yapmak bize zarar verir" diyerek reddederek Kürtlerin ve Kürt Hareketi'nin neden CHP'ye güvenmediğini göstermiş oldu.

CHP'nin yenileşemediğini, sayıları 10'u geçmeyen birkaç sosyal demokrat milletvekilinin varlığının da CHP'yi solculaştırmadığını açıkça gördük. CHP söylem olarak  herkese oynayarak bir merkez partisi olma hayaline yine kavuşamadı. Bu hayale kavuşması da pek mümkün görünmüyor.

BDP/HDP 

BDP'nin, zayıflayan AKP'ye karşı daha önce AKP'ye gitmiş Kürt oylarının da önemli bir kısmını alarak ve HDP'nin de yeni bir sinerji ile Batı'da birkaç belediye kazanarak mevcut oy oranını yukarı çekeceği beklentisi hakimdi.

BDP, daha önce AKP'ye oy vermiş Kürtlerden bir kısmının oylarını aldı ama bu oran beklenenin çok altında kaldı. Bitlis ve Ağrı belediyelerinin ve Erzurum'da 4 ilçe belediyesinin kazanılması, Dersim'in CHP'ye kaybedilmemesi BDP için kayda değer bir başarıdır. Urfa'da Osman Baydemir'in %30 alması küçümsenmemesi gereken bir olaydır.
Ancak bütün Kürt illeri göz önüne alındığında AKP'nin oy oranında çok önemli bir düşüş olmazken, BDP'nin oy oranında da bir patlama gerçekleşmedi. Üstelik BDP'nin özerklik tartışması yaptığı şu dönemde, BDP'nin aldığı oy oranının özerklik için yeterli olmadığını açıkça ortaya çıktı.

Diğer yandan HDP bir tane bile belediye başkanlığı kazanmazken, seçime girdiği yerlerde BDP'nin geçen seçimde aldığı oy oranında bir artışa yol açamadı. HDP'nin başlagıçta heyecan verici bir proje olarak ortaya konulmasına rağmen BDP'den farkı ortaya koyulmadığı için bu başarısızlığın normal karşılanması gerekir. HDP'nin BDP dışındaki diğer bileşenleri emek mücadelesi, kadın hakları, Kürtler dışındaki diğer etnik kimlikler, çevre mücadelesi gibi konularda politika geliştiremedikleri veya bu politikaları hayata geçiremedikleri sürece HDP projesinin giderek zayıflayacağını ve tamamen BDP gibi parti olacağını söylemek kahinlik olmaz sanırım.

Sonuç
Seçim sonuçlarından çıkarılabilecek en önemli derslerden birisi; sistem içinde kısa vadeli çözüm arayışlarında olsak bile, yani AKP'yi iktidardan düşürünce demokrasinin temiz bir hava alacağını düşünüyorsak bile, bu amaca ulaşmak için temelsiz ittifaklar AKP'yi mevcut haliyle deviremez. Bunu hem seçimlerdeki CHP-Cemaat ve kısmen de MHP ittifakında hem de HDP projesinde görebiliriz. Kuşkusuz bu iki ayrı ittifak modelini birbirine benzetmek abesle iştigaldir diyenlere küçük bir parantez açayım. HDP her ne kadar seçim endeksli bir proje olmasa da, ittifakın temelleri oturmadan birden kendini "seçim" gibi somut bir sınav karşısında bulunca sadece sınava odaklı çalışıldı. Bu sınavda, karşısında AKP ve CHP gibi iki güçlü rakip vardı ve "AKP'nin en güçlü muhalifi CHP" algısını değiştirecek güçlü bir direniş ortaya koyamadı. Bu algıyı değiştirmesinin, yani CHP yerine Sol Muhalefetin odağı olması için HDP'nin, iktidarın politikalarını daha fazla eleştirmesi gerekiyordu. İktidardaki parti olan AKP'nin eleştirisi hem AKP'ye giden Kürt oylarını, hem de CHP'ye giden muhalefet oylarının HDP'de toparlanmasını sağlayacaktır.


Yoldaş Pançuni (Nisan 2014)






      





        



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder