10 Şubat 2011 Perşembe

Biutiful- Alejandro Gonzalez inarritu

Peşinen uyarı: İşbu yazıyı filmi henüz izlememiş olup izleyecek olanların okumaması önerilir.

İzleyip de beğendiğiniz bir film için birisi size “nasıldı” diye sorduğunda, “güzeldi” diye başlarsınız cümleye ve sonra ayrıntılarına girersiniz. “Biutiful” öyle filmlerden değil işte. Beğenirsiniz ama güzel değildir. Çünkü filmde güzel olan hiçbir şey yok. Belki de güzel olan tek şey, anti-kahramanımız Uxbal’ ın filmin sonunda kendi büyülü âleminde, bembeyaz karla örtülü bir ormanda babası ile karşılaşması ve hüzün dolu yüzüne tebessüm gelmesi. Uxbal ve ondan daha genç babası ile birlikte bilinmeyen bir yere doğru gitmeleri. Bilinmeyen yer Uxbal ailesinin çok sevdiği Pireneler mi, yoksa Cennet mi, bilemiyoruz. Babasının Uxbal’dan daha genç olması ise, insanın hep öldüğü yaşta kaldığı gerçeğini tekrar hatırlatıyor. İyi mi oluyor, kötü mü? Cevabı zor ama çok zor bir soru.
Filmde hemen hemen hiçbir şey güzel değil. Her şey bozuk ve çirkin. Filmin ismini merak edenler, filmi izledikten sonra meraklarını gideriyor. Filmin ismi bile bozuk, "beautiful"un bozuk, yamulmuş hali. Kadınların hiçbiri güzel değil, Uxbal’ın karısı Marambra da çirkin. Bar sahnesinde, striptiz yapan güzel kadınların yerine popoları silikonla çok çirkin bir şekilde memeye benzetilmiş deforme olmuş, vücutları bozulmuş, normallikten çıkarılmış kadınlar tercih edilmiş. Evlerin hepsi kötü, bozuk ve rutubetli, sokaklar dar. İnarritu'nun ısrarla kamerasını odakladığı yemeklerin hepsi kötü ve mide bulandırıcı.
Uxbal ailesi (anne, baba ve çocuklar) son kez bir arada yemek yerken, ailecek çikolatalı dondurmayı ellerini dondurma kabının içine daldırarak yemeleri ve çocukların da bu şekilde yemeleri için Marambra tarafından özendirilmeleri vs. bile bozuk bir yaşam biçimine göndermeler.

Tarihi dokusunu koruması, iklimi, denizle kucaklaşması ve kültürel mirasıyla güzelliği konusunda belki de en tartışmasız şehirlerden biridir Barcelona. Ama yönetmen İnarritu çirkinleştirme, bozulma, çürümeye o kadar iyi yoğunlaşmış ki Barcelona gibi bir şehri bile berbat bir şekilde gösterebilmiştir. İnarritu, aslında Barcelona’nın bize gösterilmeyen yüzüne kamerasını odaklamıştır. Woody Allen’ın Vicky Cristina Barcelona’da bize sunduğu Barcelona’dan bambaşka bir şehir vardır karşımızda. Filmi henüz izlemeyenlere önerim, Barcelona’yı sadece Vicky Cristina’daki haliyle seviyorsanız bu filmden uzak durun. Kafanızdaki Barcelona imajının bozulmasına, yerle bir olmasına izin vermeyin. Bırakın güzel Barcelona'nız, Camp Nou ile, La Sagrada Familia* ile aklınızda kalsın,Vicky Cristina ile girdiğiniz rüya hiç bozulmasın.
Günde 12-13 saat karın tokluğuna çalışan Çinli göçmenleri, rüşvet verdiği müddetçe polisin acımasız şiddetinden kurtulabilen Afrikalıları, gündüzleri sömürüldükten sonra gece aç uyudukları bodrum katında gaz sobasından zehirlenerek ölen göçmen işçileri, sıkış tepiş daireleri, banliyöleri, daracık sokakları, rutubetli evleri hiç görmeyin.

Tüm bunları gördükten sonra hala Visca Catalunya** diyebiliyorsanız izleyebilirsiniz filmi. Yoksa filmin ismini bile anmayın. Böyle bir film yokmuş gibi davranın. Barcelona denince aklınıza Vicky Cristina gelsin yeter.
Avrupa’daki göçmen işçileri sorunu, 15-20 saniye sürecek bir sahneyle bu kadar güzel, “güzel” değil pardon, bu kadar etkileyici anlatılabilir. Barcelona’nın şehir merkezi ile kucak kucağa şahane kumsalı, kumsala serpiştirilmiş çekik gözlü cesetler ve zenginliğin şehri Barcelona aynı sekansta.
Filmi en iyi anlatabilecek kelime aranırsa eğer, benim seçimim “bozuk” olur.  Filmin ismi gibi her şey bozuk. Adalet anlayışı, insani duyarlılık, aile içi ilişkiler, kadın vücutları, gazlı sobalar, çalışma koşulları, Uxbal'ın prostatı vs.

Filmin geneli Nuri Bilge Ceylan tarzı düşük bir tempoda ilerlerken, filmin ikinci bölümü daha sarsıcı ve etkileyici. İnarritu’nun “Amores perros ve “Babel” gibi filmleri ile karşılaştırıldığında farklı bir tarzla karşılaşıyoruz. Daha durağan ve sıradan olayların cereyan ettiği bir yaşamı konu alan senaryoda diğer İnarritu filmlerindeki kesişen hayatlar klişesi de kullanılmamış. Senaryo farklı çünkü İnarritu Amores perros ve Babel’in de senaristi olan Guillermo Arriaga ile bu kez çalışmamış, sazı eline alarak senarist koltuğuna da kendi oturmuştur.

Filmin Katalunya’nın başkenti Barcelona’dan geçmesinden olacak, ilgimi çeken bir ayrıntıyı da paylaşayım. Uxbal’ın polis merkezinden çıktığı sahnede, polis merkezinde İspanya bayrağının yanında bir de Katalunya bayrağı asılıdır. Bu sahne, Barcelona’daki bir çok kamu hizmeti ve idari birimlerde olduğu gibi polis teşkilatının da Katalunya özerk yönetimine (Generalitat) bağlı olduğunu akıllara getirmiştir.
Bir de filmden iz bırakan sözleri paylaşayım:
"gözlerimi kapadığımda düşüncelerim geliyorlar..ve beni çok korkutuyorlar.."
"kirpiklerin hareketsiz ve kalbin de öyle."

"burada saçlarını at kuyruğu yapma. çünkü tilki gibi görünüyorsun. bu, baykuşları ürkütür."
Film, yaşamı boyunca her daim kaybedenlerin, başkalarının yediği nanelerden dolayı sürekli rezil bir hayata mahkum olanların hikayesi. Bunlar, hoşumuza gitmese de bizden hikayeler ve bizim Barcelonamızın hikayeleri. Film bu yüzden etkileyici, bu yüzden dramatik ve hüzün dolu.  
  
La Sagrada Familia: Barcelona'nın sembollerinden biri olan kilise, katedral. 1882 yılından beri yapımına devam eden katedral, devlet desteği olmadan, bağışlarla yapılmaya çalışılıyor ve halen inşaat halinde Barcelona'nın göbeğinde yerini koruyor. 1936 Devrimi'nde Barcelona'daki bütün kiliseleri yakan anarşistler bile La Sagrada Familia'ya güzel görünümü nedeniyle dokunmamışlar.

** Visca Catalunya: Katalanca “Yaşasın Katalunya” anlamına gelir.

Yoldaş Pançuni (2011)


2 yorum:

  1. filmi biraz önce izledim,,ne yazılmış diye baktım ve yazınızı okudum......her söylediğinize katılıyorum!! ''Beğenirsiniz ama güzel değildir. Çünkü filmde güzel olan hiçbir şey yok'' En çok babasının mumyalanmış halini gördüğü sahneden etkilendim...babanın senden genç halini görmek!!!!ilk izlediğim Gonzales filmi ''21 gram'' ve seviyorum anlatımını!!!

    YanıtlaSil
  2. Bence filmi en iyi anlatan cümle, senin de altını çizdiğin gibi ''Beğenirsiniz ama güzel değildir"

    YanıtlaSil